Ne kadar suçlu ne kadar kurbanız?
24 EYLÜL 2010
Genellikle köşe yazılarımızda nelerin “yanlış” olduğunu yazarız. Beğenmediklerimizi; çevreyi olumsuz etkileyenleri, doğru yürümeyen süreçleri... Olumsuzu teşhis ve teşhir etmeyi görev biliriz. Bugün, hayatımıza ‘hoşluk’ katacağına inandığım iki farklı olaydan söz edeceğim.
Burada da daha önce dile getirdiğim gibi, bizim iletişim şirketlerinde çalışan arkadaşlarımızın Türkçelerini düzeltmelerine yardımcı olmak için çeşitli konferanslar düzenleriz. Bunlardan sonuncusunun konuğu sevgili dostum, üstad Hakkı Devrim idi. Türkçe’yi doğru kullanabilme sanatı üzerine içten bir sohbeti yönetirken “evinde lugati olmayanların Türk dilinden şikayetçi olmaya hakları yok.” veya “Kitapla buluşulur; sorun kendinize sizi kitapla kim buluşturdu?” gibi belleklerde kalacak doğru ve hoş saptamalarıyla bizim arkadaşların düşünce dünyasında izler bırakan üstad, dil meraklılarının evinde bulunması gereken sözlüklerden söz ederken de, Kubbealtı sözlüğü bahsinde, bir yazar hanımefendiden söz etmiş: Safiye Erol. Bu hanımefendi için “tam kadın” denildiğini söylemiş. Sitayişi biraz abartınca arkadaşlarımızın dikkatini çekmiş. Safiye Erol, 1 Ekim 1964 yılında vefat etmiş. Birden bire fark ettik ki Safiye Erol’un adını daha önce hiç duymamışız. Amma cehalet ha! Ama kimin cehaleti? Duymamış olan bizlerin mi; bize duyurmamış olan gafillerin mi?
Hakkı Devrim üstadımızı dinleyen arkadaşlarımızdan biri Ekşi Sözlük’e bakmış ve “Dilsiz” kod adıyla 20. 05. 2004’de girilen notu bana yollamış:
“Yaşadığı yıllarda geniş bir okuyucu kitlesine hitap ettiği halde uzun bir süredir hatırlanmayan Safiye Erol, doğumunun yüzüncü yıldönümünde yeniden basılan romanlarıyla, kendisini hiç tanımayan bir kuşağın karşısına çıktı. Safiye Erol, 2 Ocak 1902 tarihinde Uzunköprü’de doğmuştu. Lise ve üniversiteyi -doktorasıyla birlikte- 1917’de gittiği Almanya’da tamamladı ve 1926’da Türkiye’ye döndü. Çeşitli dergilerde çıkan yazılarının ardından 1938’de ilk romanı “Kadıköy’ün Romanı”nı tamamladı. Ardından “Ülker Fırtınası”(1944) ve Ciğerdelen”(1946) geldi. “Dineyri Papazı”(1955) Tercüman gazetesinde tefrika olarak yayımlandı.”
Yine Ekşi Sözlük’te “Hayale Dalan Ab” kod adıyla Safiye Erol'dan bir “orta kat” betimlemesini aktarmazsam; işin ruhu eksik kalır.
''Hayat denilen yapının biz sanatkârlar,orta katından ayrıldık,yedi kat göklere çıktık. Fakat cennetin bayıltıcı nur kaynaşmasında erimedik. Yedi kat yerin dibine geçtik, kanlı çekiler baskısında çürümedik. Katıksız öz mayamız varmış. Geri döndük temelli yurdumuza, orta kata yerleşmeye geliyoruz. Bizden, uzak diyarlar kokusunu alan orta katlılar yadırgar gibi duruyorlar... Halbuki orta katı çok iyi anlayanlar, oradan hiç ayrılmamış olanlar değil, altında üstünde ne bulunduğunu gönülleriyle deneyip yaşamış olanlardır."
Ne müthiş değil mi? Bin git! Bunun üzerine ideefixe’e girdim. Safiye Erol’un bütün kitaplarını ısmarladım. Bir yandan ben, öte yandan eşim harıl harıl okumaya başladık.. Özellikle “Kadıköyü’nün Romanı” adlı kitaptaki hikayeler çocukluğum Kadıköy’de, gençliğim Moda’da geçtiği için midir bilmem; bir başka etkiledi beni.
Bunca zaman Safiye Erol’u bizden saklayanların -herhalde edebi olmayan- gerekçelerini de hiç merak etmiyorum. Benim derdim kendimle. Ben Cemil Meriç’i de böyle geç keşfetmiştim. Hani insan yarı suçlu yarı kurbanmış ya? Bendeki oran yetmişe otuz sanki.
***
Bugünlerde hayatıma hoşluk katan ikinci olay ise bir kulaklık. Yıllardır sıkıntısını çekerim. Cep telefonunu kulaklıksız kullanmamaya çalışıyorum. Aksi takdirde başıma ağrılar giriyor. Bir Turkcell bir de Avea hattım var. İki de telefonum. Bunların kabloları günde en az üç dört kere birbirine dolanır; açmak için perişan olurum. Kaç defa feryat ettim: Yok mu kurtaracak bahtı kara maderimi? Meseleye o kadar taktım ki elime Amerika’da bu konuda yazılmış bir tez bile geçti. Adam üşenmemiş oturmuş, bu kordonların ne kadar zamanda nasıl kördüğüm olduğunu araştırmış. Yani mesele sadece benim derdim değilmiş. İçim biraz rahatlamıştı ama esas rahatlamayı Aslı İşliel’in bulup satın aldığı kulaklığı kullanmaya başlayınca yaşadım. Çok basit bir çözümleme: Spiral kablolu bir kulaklık yapıvermişler. Belirli bir ölçüde uzuyor, bıraktığın zaman eski haline geliveriyor. Bu kadar basit.
Bu kadar basit bir çözümleme için bunca yıl beni bekletenler utansın. Burdaki oran; doksanbeşe beş kurban olmaktan yana.
Burada da daha önce dile getirdiğim gibi, bizim iletişim şirketlerinde çalışan arkadaşlarımızın Türkçelerini düzeltmelerine yardımcı olmak için çeşitli konferanslar düzenleriz. Bunlardan sonuncusunun konuğu sevgili dostum, üstad Hakkı Devrim idi. Türkçe’yi doğru kullanabilme sanatı üzerine içten bir sohbeti yönetirken “evinde lugati olmayanların Türk dilinden şikayetçi olmaya hakları yok.” veya “Kitapla buluşulur; sorun kendinize sizi kitapla kim buluşturdu?” gibi belleklerde kalacak doğru ve hoş saptamalarıyla bizim arkadaşların düşünce dünyasında izler bırakan üstad, dil meraklılarının evinde bulunması gereken sözlüklerden söz ederken de, Kubbealtı sözlüğü bahsinde, bir yazar hanımefendiden söz etmiş: Safiye Erol. Bu hanımefendi için “tam kadın” denildiğini söylemiş. Sitayişi biraz abartınca arkadaşlarımızın dikkatini çekmiş. Safiye Erol, 1 Ekim 1964 yılında vefat etmiş. Birden bire fark ettik ki Safiye Erol’un adını daha önce hiç duymamışız. Amma cehalet ha! Ama kimin cehaleti? Duymamış olan bizlerin mi; bize duyurmamış olan gafillerin mi?
Hakkı Devrim üstadımızı dinleyen arkadaşlarımızdan biri Ekşi Sözlük’e bakmış ve “Dilsiz” kod adıyla 20. 05. 2004’de girilen notu bana yollamış:
“Yaşadığı yıllarda geniş bir okuyucu kitlesine hitap ettiği halde uzun bir süredir hatırlanmayan Safiye Erol, doğumunun yüzüncü yıldönümünde yeniden basılan romanlarıyla, kendisini hiç tanımayan bir kuşağın karşısına çıktı. Safiye Erol, 2 Ocak 1902 tarihinde Uzunköprü’de doğmuştu. Lise ve üniversiteyi -doktorasıyla birlikte- 1917’de gittiği Almanya’da tamamladı ve 1926’da Türkiye’ye döndü. Çeşitli dergilerde çıkan yazılarının ardından 1938’de ilk romanı “Kadıköy’ün Romanı”nı tamamladı. Ardından “Ülker Fırtınası”(1944) ve Ciğerdelen”(1946) geldi. “Dineyri Papazı”(1955) Tercüman gazetesinde tefrika olarak yayımlandı.”
Yine Ekşi Sözlük’te “Hayale Dalan Ab” kod adıyla Safiye Erol'dan bir “orta kat” betimlemesini aktarmazsam; işin ruhu eksik kalır.
''Hayat denilen yapının biz sanatkârlar,orta katından ayrıldık,yedi kat göklere çıktık. Fakat cennetin bayıltıcı nur kaynaşmasında erimedik. Yedi kat yerin dibine geçtik, kanlı çekiler baskısında çürümedik. Katıksız öz mayamız varmış. Geri döndük temelli yurdumuza, orta kata yerleşmeye geliyoruz. Bizden, uzak diyarlar kokusunu alan orta katlılar yadırgar gibi duruyorlar... Halbuki orta katı çok iyi anlayanlar, oradan hiç ayrılmamış olanlar değil, altında üstünde ne bulunduğunu gönülleriyle deneyip yaşamış olanlardır."
Ne müthiş değil mi? Bin git! Bunun üzerine ideefixe’e girdim. Safiye Erol’un bütün kitaplarını ısmarladım. Bir yandan ben, öte yandan eşim harıl harıl okumaya başladık.. Özellikle “Kadıköyü’nün Romanı” adlı kitaptaki hikayeler çocukluğum Kadıköy’de, gençliğim Moda’da geçtiği için midir bilmem; bir başka etkiledi beni.
Bunca zaman Safiye Erol’u bizden saklayanların -herhalde edebi olmayan- gerekçelerini de hiç merak etmiyorum. Benim derdim kendimle. Ben Cemil Meriç’i de böyle geç keşfetmiştim. Hani insan yarı suçlu yarı kurbanmış ya? Bendeki oran yetmişe otuz sanki.
***
Bugünlerde hayatıma hoşluk katan ikinci olay ise bir kulaklık. Yıllardır sıkıntısını çekerim. Cep telefonunu kulaklıksız kullanmamaya çalışıyorum. Aksi takdirde başıma ağrılar giriyor. Bir Turkcell bir de Avea hattım var. İki de telefonum. Bunların kabloları günde en az üç dört kere birbirine dolanır; açmak için perişan olurum. Kaç defa feryat ettim: Yok mu kurtaracak bahtı kara maderimi? Meseleye o kadar taktım ki elime Amerika’da bu konuda yazılmış bir tez bile geçti. Adam üşenmemiş oturmuş, bu kordonların ne kadar zamanda nasıl kördüğüm olduğunu araştırmış. Yani mesele sadece benim derdim değilmiş. İçim biraz rahatlamıştı ama esas rahatlamayı Aslı İşliel’in bulup satın aldığı kulaklığı kullanmaya başlayınca yaşadım. Çok basit bir çözümleme: Spiral kablolu bir kulaklık yapıvermişler. Belirli bir ölçüde uzuyor, bıraktığın zaman eski haline geliveriyor. Bu kadar basit.
Bu kadar basit bir çözümleme için bunca yıl beni bekletenler utansın. Burdaki oran; doksanbeşe beş kurban olmaktan yana.