Nehirde boğulmamak için basında ilan şart!
06 HAZİRAN 2004
Geçen Cumartesi iki iletişim etkinliğini arka arkaya izleme fırsatı buldum. Biri, Bosch Senfoni Orkestrası ve Korosu’nun Aya İrini’deki “Carmina Burana” gösterisi, diğeri onun hemen yanı başındaki Darphane-i Âmire’de Turkcell’in “Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” projesinin yeni bir aşamasının tanıtım toplantısı. Hani Milli Eğitim Bakanlığı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte Anadolu’nun bağrından binlerce genç kıza burs verdikleri ve bu genç kızlarımızı üniversite dahil tüm eğitimleri boyunca izledikleri proje...
İletişimdeki 3 C kuralının ne kadar önemli olduğunu bu etkinliklerde bir kez daha anladım. 3 C İngilizce 3 kelimeden geliyor: Creativity, Consistency, Continuity... (Yaratıcılık, Tutarlılık, Süreklilik)... Bosch Senfoni Orkestrası, bu dev şirketler topluluğunun babası Robert Bosch tarafından 61 yıl önce kurulmuş... 61 yıl kaliteden en küçük taviz vermeden bugüne gelmişler. Turkcell ise bu toplumsal sorumluluk çalışmasını 3 yıl öce planlamaya başlamış. Genel Müdür Muzaffer Akpınar ve Kurumsal İletişim Bölümü Yöneticisi Zuhal Şeker, 2002’de göreve başladıklarında sessiz sedasız yürüyen projeye ciddiyetle asılmışlar. PR ajansları Zarakol Halkla İlişkiler’in de desteği ile bizce son yılların en başarılı PR çalışmasına ivme kazandırmışlar.
Son etkinlik ise projenin duygusal boyutuna, ki çok önemli, daha da büyük güç katacak. Turkcell, ünlü yazar Ayşe Kulin ile anlaşmış. Kulin pek çok genç kızımızla görüşmüş. Belgesel roman türü bir kitap hazırlamış: Kardelenler... Manuel Çıtak da nefis fotoğraflarıyla eseri süslemiş. Etkinlik sırasında kitabı gördüm. Hayli pahalı bir baskı. Sadece elitlere ulaşacak, diye korkarım. Umarım Turkcell, dileyen herkesin alabileceği ekonomik versiyonunu çıkarır da, bizler de edinme fırsatı buluruz...
Söz toplumsal sorumluluktan açılmışken, size ilginç bir liste sunmak istiyorum. Cuma günü katıldığım eğitimde bilgi yöneticisi arkadaşımız Mayda Baygan hazırlamış. Herhalde çok eksiği vardır. Onun iş edinip buldukları bunlar. Bir düşünün. Bunlardan kaç tanesinden haberdarız?.. Kaç tanesine katıldık?.. Sadece basın toplantısı düzenleyip, basın bülteni yollamakla olmuyor demek ki. Çok doğru bir kararla itibarları için bu kadar iyi iş yapan onca şirket, eğer bu işler için ayırdıkları bütçenin bir o kadarını da iletişime ayırmazlar, en kalıcı duyuru yöntemi olan yazılı basın ilanlarını ihmal ederlerse, pek çokları gibi okyanusu geçip, nehirde boğulurlar. Bosch ve Turkcell dahil... Yaptıklarından dolayı hepsini yürekten kutluyorum. Ama yazık değil mi?...
İşte liste (alfabetik sırayla): AÇEV, Profilo: Mezun Anneler Projesi, Algida, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı: Powerbrand, AKUT, AstraZeneca: Bir Nefes İçin, Arçelik: Eğitimde Gönül Birliği, Avon: Meme Kanseri ile Mücadele, Birmot: Trafik eğitimi, BP: Emniyet kemerinizi takın hayata bağlanın, Bridgestone: Farım da hep açık yolum da, Colgate: Dünyayı Çürüklerden Kurtaralım, ÇEVKO: Avrupa Geri Dönüşüm Haftası, Çekül, DHL: Kağıttan Ormanlar, DHL: Trafik Yılı, Eczacıbaşı: Vitra Çizgi Kahramanlar Sokakta Sergisi, Finansbank: Topluma Katkı Geleceğe Destek, Garanti Bankası, TÜRSAK: Garanti Mini Bank Uluslararası Çocuk Filmleri Yarışması, Garanti Emeklilik: Osman Müftüoğlu sağlıklı yaşam seminerleri, Hasbro Intertoy: Küçük Yüzlerde Büyük bir Gülümseme, Grundfos, RMK: Gezici Müze 'Müzebüs Projesi', İşYatırım: Geniş Açı Toplantıları, KADER, Netron Teknoloji, Microsoft, Hürriyet, E-kolay, Marjinal Reklam, Simternet, YÖK: Kadınlar Bilgisayar Başına, McDonalds: Sağlıklı Göz ve Eğitimde Başarı, Microsoft: Bilişim Kervanı Roadshow, Nestle: İyi yaşam konferansları, Nokia: Düşler Atölyesi, Opet: Bilinçli Kullanıcılar Yaratma, P&G, Migros: Özel Olimpiyatlar Türkiye Organizasyonu, P&G: Kaliteli Alışveriş Noktası, Renault: Alo Engelli Taksi, Sabah: Bir Sabah çok şey değiştirir. Tema ve Darüşafaka’ya satış gelirinden kaynak aktarımı, Sabancı Üniversitesi: Ağaç Dikme Projesi, Solo: İlköğretim Okulları Kişisel Hijyen Eğitimi Projesi, Sodexho: Çocuk tiyatrosu, TEGV, Aria, Aycell, KoçSistem, Mobilera: Kısa Mesaj Yoluyla Bağış Projesi, TNT Express: TNT Express Bilgi ve Kültür Taşıyor, TOBB: Tekirdağ ili Malkara İlçesi Kermeyan Köyü Erozyon Kontrol Amaçlı Kırsal Kalkınma Projesi, Tofaş: TofaşBall, UNICEF, Aygaz, Amway: Amway-UNICEF daha sağlıklı bir gelecek için elele, Vestel: Türk Atletizminin yanında, (Bu listeye sadece projeler alınmış. Okul yaptırmış pek çok hayırsever kişi ve kuruluş dahil edilmemiş. Sehven unutulmuş olanlar olabilir. Bildirirlerse sevinirim. Listeyi zaman zaman yayınlamanın yerinde olacağına inanıyorum)
Daha iyisi can sağlığı
İki hafta önce Müslüm Baba’nın oynadığı “Gezer” terlikleri reklamından yola çıkarak ‘absürd’ konusuna değinmiştim. Hani Baba’nın “Atansiyon sivuple!” ve “Achtung!” diye başlayan reklamları... Sanat ve edebiyatta çok sık kullanılır ‘absürd’. Reklam filmleri neredeyse onsuz olmaz. Absürd anlatım algılamayı kamçılar. Ama iki kenarı da çok keskin kılıçtır. Dikkatli kullanmak gerekir. Ciddi entelektüel birikim olmadan olmaz. Yoksa absürd (uyumsuz) olacağım diye ‘abuk sabuk’, ‘dam üstünde saksağan vur beline kazmayı’, ‘kel alaka’ diye tanımlanan durumlara düşebilirsiniz.
Bu hafta da absürdün mükemmel bir kullanımından söz edelim: Canpare reklamı! Elitist bir restoranda İtalyan aşçılar büyük bir özenle yemek hazırlıyorlar. Feodal atmosfere uygun garsonlar da gümüş kaplarda konuklara İtalyan Müziği eşliğinde yemeği servis ediyorlar. Kapların kapakları açılıyor. İçinden ne çıksın istersiniz? Canpare çıkıyor. İtalyan aşçıların övgü dolu nidalarıyla vurguladıkları Canpaaare! Olacak iş mi?.. Bal gibi olmuş işte. Hem de nefis!. Mesaj yerini buluyor. Marka akla çakılıyor. Daha iyisi can sağlığı...
Erzurumlu iş adamları aranıyor!!!
Geçen hafta bir konferans vermek üzere Erzurum’a gittim. STK’lar, üniversiteler ve Silahlı Kuvvetler’den davet geldi mi, bizde akan sular durur. İki elimiz kanda olsa gideriz. Bu kez daveti yapan UNDP (United Nations Development Program) yetkilileri ve Atatürk Üniversitesi. Konu: Doğu Anadolu Kalkınma Programı çerçevesinde Girişimciliği Destekleme Projesi. Aynı programda iki proje daha var: Turizmi Geliştirme ve Katılımlı Kırsal Kalkınma.
Başta İletişim Fakültesi öğrencileri olmak üzere, Girişimci Kadınlar Derneği, Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, yöneticiler ve hocalardan oluşan 250 kişi üniversitenin salonunu ağzına kadar doldurmuştu. Onlara ilişki ve iletişim yönetimi arasındaki farkları ile kültür ve değer sistemlerinin iletişimdeki etkilerini anlattım. Ve Erzurumluları hem sevdim, hem onlardan çok şey öğrendim.
Program yöneticileri, Prof. Dr. Ziya Yurttaş, Doç. Dr. Erol Çakmak, Doç. Dr. Sinan Timurlenk ve proje koordinatörü Oğuzhan Bayrak, canlarını dişlerine takmışlar bölge için koşturuyorlar... UNDP 500 bin $ vermiş. Projenin ana sponsoru Swiss Development Coorperation 2.2 milyon $, Atatürk Üniversitesi de 200 bin Dolarlık katkıda bulunuyormuş. Herkes çabasını koyuyor ortaya; bir tek grup hariç! Erzurumlu olmakla övünen ve her ortamda kökenlerini savunan Erzurumlu iş adamları... Nerede onlar?..
Not: Erzurum’a giderken mükemmel bir kurumsal kültür örneği yaşadım. Onu aktarmalıyım. Onur Air ile doğrudan uçtum. Her zamanki alıklığımla uçaktan inerken daha çok manevi değeri olan çakmağımı düşürmüşüm. Görevliler kusursuz bir hizmet örneği sergilediler. Çakmak anında bulundu ve elden ele dolaştırılarak bana ulaştırıldı. Operasyon Memuru Nurcan Çimen, Trafik Memurları Demet Kahveci ve Firdevs Mutlu hanımlarla Onur Air’in o uçuştaki ekibi ve onlara bu kültürü aşılamayı başarmış kurumları her türlü övgüyü hak ediyorlar.
Demesi kolay, yapması zor
Coca Cola, Nike, Microsoft, Nestle gibi küresel markaları bekleyen en önemli sorun, küresel marka stratejilerini doğru ve etkin yerel uygulamalara dönüştürebilmek. Markanın ülke iletişimi, yerel kültür ve değerlerle uyumlu olmadı mı, yandınız demektir. Ne dediğiniz algılanmaz. Reddedilir. Öte yandan küresel konumlanma ve stratejiden de fedakarlık edilmemeli. Alın size iki ucu ‘şeyli’ değnek...
Bu değneğin nasıl tutulması gerektiğine ilişkin, LG Electronics 6 aydır örnek bir çalışma başlatmış. LG, bölgesel operasyonlarını ve iletişim stratejilerini Türkiye'nin de içinde bulunduğu Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi'nin bölgesel yönetim merkezi olan Dubai'den yürütüyormuş.
LG Dubai PR tüm ülkelerdeki LG Pazarlama sorumlularını ve iletişim danışmanı firmaları bir araya getiriyormuş. Forumun teması da çok anlamlı “Bridging Minds, Building Resources” (Düşünceler arasında köprü kurarak, yeni kaynaklar yaratmak)
Bu yıl düzenlenen ikinci toplantıya Türkiye dahil 13 ülkeden 60'ın üzerinde delege katılmış. Forumun amacı, hem ortak hem de yerel bir iletişim dili oluşturmak. Bu arada, iletişim danışmanı firmaların performanslarını değerlendirmişler, herkese artılarını eksilerini belirten birer karne ve mesleki eğitim vermişler.
Küreselle yereli birleştirme konusunda CocaCola son reklamları da dahil olmak üzere yıllardır başarılı çalışmalar yapıyor. LG’nin bu girişiminin sonuçlarını merakla bekleyeceğiz.
Kısa... Kısa...Kısa…
· Bu sütunlarda Shubuo reklamlarını çok eleştirmişimdir. Erol Büyükburç markanın ruhuna uymuyor, diye; cep telefonunda oyun oynayan çocuklar mastürbasyon yapıyor algısının altını çok çiziyorlar diye. Bu sefer dört dörtlük bir anlatım yakalamış Shubuo. Haber paketi ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.
· Doritos yeni çıkacak ürününe isim arıyor. Bunu da çok yaratıcı bir yolla yapıyor. Belli bir hedef kitleye, ürün örneği gönderiyor, “Tadına bakın. Bunun adı ne olsun?” diye soruyor. Tabii kazananlara ödül var. Bu işe, ‘Deneysel Pazarlama’ diyorlar. Biz ‘Marketing PR’ derdik. Her zaman işe yarar.
· Koçbank Pusula bireysel tasarruf hesabı reklamları FBI’lı filmler gibi başlıyor. Bir heyecan bir heyacan... Köpekler... Ajanlar... Gece takipleri... Bir gerilim bir gerilim. Sonunda bankasına sormadan inek satın alan kadın çıkıyor ortaya! Takibi yapan Koçbanklı’nın lafı ile bitiyor film: "Hani bana söz vermiştiniz?". Tut kelin perçeminden...
· Laxon dijital telsiz telefonun reklamı bir harika. Hiç konuşma yok. Kör kör parmağım gözüne mesaj yok. Telefona koşarken kolu bacağı kırılan adam var. Hınzır gülüşü ile komşusuna da aynı oyunu oynayan kadın var. Ve derdini son derece net anlatan bir reklam filmi var.
· Kinetix’in şu sıra dönen reklam filmi “Koş yoksa düşersin”i herhalde sadece ben ve benim kuşağım anlamakta güçlük çekiyordur. Yaşımız uygun değil ya... Ekrana yansıyan kilit mesajları okuyamayınca 12 yaşındaki oğluma sordum. Takır takır hepsini saydı. Ayrıca çok beğeniyormuş reklamı. Hayat beni, önyargılı olmamak gerektiği konusunda her gün eğitiyor. Vesile oldukları, ayrıca da mükemmel bir basın bilgilendirme dosyası hazırlayıp yolladıkları için Kinetix’e teşekkürler.
· “Su isteyen elini uzatsın!” Bu slogan ECA’nın son reklam filmine ait. Photocell teknolojisine -elin altına tutulması ile suyun akmasını sağlayan, bu şekilde de israfı önleyen sistem- sadece lüks otellerde rastlanırdı. Artık ev ortamına da taşıdıklarını söylüyorlar. Hem de mükemmel bir şekilde söylüyorlar. Estetik ve başarılı bir dille.
(Dikkat aşağıdaki tampon yazıdır yer varsa kullanın!)
Karalar bağlamaya gerek yok!
Reklam eleştirmenliği denince akla gelen ilk isim herhalde “Adage” dergisinin yazarı Bob Garfield’dir. Geçenlerde Marketing Türkiye dergisinin davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Tıklım tıklım dolu bir salonda konuşmuş. Ben yoktum o konferansta. Salonda kendisini dinleyenlerden biraz daha şanslıydım aslında. Bir gün önce 5-6 kişinin katıldığı özel bir yemekte kendisiyle uzun boylu sohbet etme fırsatını bulmuştum. Uzun bir ufuk turu yaptık. Aklıma ne geldiyse sordum. Açık yüreklilikle yanıtladı.
Reklam verenlerin reklam ajansları vasıtasıyla basın üzerinde kurmaya çalıştıkları baskının sonunda kendilerine nasıl zarar verdiğini; konuşulan ve yaratıcı çözümleri nedeniyle ödül alan reklamlarla, iş hedefine uygun, yalın ve anlaşılır reklamların arasında denge kurulmazsa nasıl para kaybedildiğini; yıllarca müşterilerini iş ortağı gibi değil yolunacak tavuk gibi gören ajansların bugün artık yavaş yavaş uyansalar da, reklam veren nezdinde nasıl ciddi güven ve itibar kaybına uğradıklarını; ‘tüm iletişim hizmetlerinizi ben ve benim yan kuruluşlarım size verir” yaklaşımının nasıl çöktüğünü; medyanın kendi içinde etik kodlarını düzeltmediği ve ‘kör tuttuğunu öper’ yaklaşımını sürdürdüğü sürece reklamcılığın da bundan nasıl ciddi zarar gördüğünü falan konuştuk...
En önemli tespitim şu oldu: Bizim reklamcılık sektörü kendi haline bakıp da hiç karalar bağlamasın. ABD’de de durum farklı değil. Dünyanın, pazarın ve müşterinin değişimine ayak uydurulmadı mı, her yerde aynı sorunlar ortaya çıkıyor. İkinci önemli tespit: Müşteri artık iletişimi öğrenmiş. “Sen bana ne istediğini söyle gerisine karışma, akşama TV’de reklam filmini seyredersin” numarasını artık yemiyor. İletişimin her aşamasında ortak çalışma ve karara katılım istiyor.
Üçüncü tespit daha basit: İletişim harcamalarının geri dönüşünü artık herkes ölçüyor, bu nedenle de kimse laf ebeliğine pabuç bırakmıyor.
İletişimdeki 3 C kuralının ne kadar önemli olduğunu bu etkinliklerde bir kez daha anladım. 3 C İngilizce 3 kelimeden geliyor: Creativity, Consistency, Continuity... (Yaratıcılık, Tutarlılık, Süreklilik)... Bosch Senfoni Orkestrası, bu dev şirketler topluluğunun babası Robert Bosch tarafından 61 yıl önce kurulmuş... 61 yıl kaliteden en küçük taviz vermeden bugüne gelmişler. Turkcell ise bu toplumsal sorumluluk çalışmasını 3 yıl öce planlamaya başlamış. Genel Müdür Muzaffer Akpınar ve Kurumsal İletişim Bölümü Yöneticisi Zuhal Şeker, 2002’de göreve başladıklarında sessiz sedasız yürüyen projeye ciddiyetle asılmışlar. PR ajansları Zarakol Halkla İlişkiler’in de desteği ile bizce son yılların en başarılı PR çalışmasına ivme kazandırmışlar.
Son etkinlik ise projenin duygusal boyutuna, ki çok önemli, daha da büyük güç katacak. Turkcell, ünlü yazar Ayşe Kulin ile anlaşmış. Kulin pek çok genç kızımızla görüşmüş. Belgesel roman türü bir kitap hazırlamış: Kardelenler... Manuel Çıtak da nefis fotoğraflarıyla eseri süslemiş. Etkinlik sırasında kitabı gördüm. Hayli pahalı bir baskı. Sadece elitlere ulaşacak, diye korkarım. Umarım Turkcell, dileyen herkesin alabileceği ekonomik versiyonunu çıkarır da, bizler de edinme fırsatı buluruz...
Söz toplumsal sorumluluktan açılmışken, size ilginç bir liste sunmak istiyorum. Cuma günü katıldığım eğitimde bilgi yöneticisi arkadaşımız Mayda Baygan hazırlamış. Herhalde çok eksiği vardır. Onun iş edinip buldukları bunlar. Bir düşünün. Bunlardan kaç tanesinden haberdarız?.. Kaç tanesine katıldık?.. Sadece basın toplantısı düzenleyip, basın bülteni yollamakla olmuyor demek ki. Çok doğru bir kararla itibarları için bu kadar iyi iş yapan onca şirket, eğer bu işler için ayırdıkları bütçenin bir o kadarını da iletişime ayırmazlar, en kalıcı duyuru yöntemi olan yazılı basın ilanlarını ihmal ederlerse, pek çokları gibi okyanusu geçip, nehirde boğulurlar. Bosch ve Turkcell dahil... Yaptıklarından dolayı hepsini yürekten kutluyorum. Ama yazık değil mi?...
İşte liste (alfabetik sırayla): AÇEV, Profilo: Mezun Anneler Projesi, Algida, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı: Powerbrand, AKUT, AstraZeneca: Bir Nefes İçin, Arçelik: Eğitimde Gönül Birliği, Avon: Meme Kanseri ile Mücadele, Birmot: Trafik eğitimi, BP: Emniyet kemerinizi takın hayata bağlanın, Bridgestone: Farım da hep açık yolum da, Colgate: Dünyayı Çürüklerden Kurtaralım, ÇEVKO: Avrupa Geri Dönüşüm Haftası, Çekül, DHL: Kağıttan Ormanlar, DHL: Trafik Yılı, Eczacıbaşı: Vitra Çizgi Kahramanlar Sokakta Sergisi, Finansbank: Topluma Katkı Geleceğe Destek, Garanti Bankası, TÜRSAK: Garanti Mini Bank Uluslararası Çocuk Filmleri Yarışması, Garanti Emeklilik: Osman Müftüoğlu sağlıklı yaşam seminerleri, Hasbro Intertoy: Küçük Yüzlerde Büyük bir Gülümseme, Grundfos, RMK: Gezici Müze 'Müzebüs Projesi', İşYatırım: Geniş Açı Toplantıları, KADER, Netron Teknoloji, Microsoft, Hürriyet, E-kolay, Marjinal Reklam, Simternet, YÖK: Kadınlar Bilgisayar Başına, McDonalds: Sağlıklı Göz ve Eğitimde Başarı, Microsoft: Bilişim Kervanı Roadshow, Nestle: İyi yaşam konferansları, Nokia: Düşler Atölyesi, Opet: Bilinçli Kullanıcılar Yaratma, P&G, Migros: Özel Olimpiyatlar Türkiye Organizasyonu, P&G: Kaliteli Alışveriş Noktası, Renault: Alo Engelli Taksi, Sabah: Bir Sabah çok şey değiştirir. Tema ve Darüşafaka’ya satış gelirinden kaynak aktarımı, Sabancı Üniversitesi: Ağaç Dikme Projesi, Solo: İlköğretim Okulları Kişisel Hijyen Eğitimi Projesi, Sodexho: Çocuk tiyatrosu, TEGV, Aria, Aycell, KoçSistem, Mobilera: Kısa Mesaj Yoluyla Bağış Projesi, TNT Express: TNT Express Bilgi ve Kültür Taşıyor, TOBB: Tekirdağ ili Malkara İlçesi Kermeyan Köyü Erozyon Kontrol Amaçlı Kırsal Kalkınma Projesi, Tofaş: TofaşBall, UNICEF, Aygaz, Amway: Amway-UNICEF daha sağlıklı bir gelecek için elele, Vestel: Türk Atletizminin yanında, (Bu listeye sadece projeler alınmış. Okul yaptırmış pek çok hayırsever kişi ve kuruluş dahil edilmemiş. Sehven unutulmuş olanlar olabilir. Bildirirlerse sevinirim. Listeyi zaman zaman yayınlamanın yerinde olacağına inanıyorum)
Daha iyisi can sağlığı
İki hafta önce Müslüm Baba’nın oynadığı “Gezer” terlikleri reklamından yola çıkarak ‘absürd’ konusuna değinmiştim. Hani Baba’nın “Atansiyon sivuple!” ve “Achtung!” diye başlayan reklamları... Sanat ve edebiyatta çok sık kullanılır ‘absürd’. Reklam filmleri neredeyse onsuz olmaz. Absürd anlatım algılamayı kamçılar. Ama iki kenarı da çok keskin kılıçtır. Dikkatli kullanmak gerekir. Ciddi entelektüel birikim olmadan olmaz. Yoksa absürd (uyumsuz) olacağım diye ‘abuk sabuk’, ‘dam üstünde saksağan vur beline kazmayı’, ‘kel alaka’ diye tanımlanan durumlara düşebilirsiniz.
Bu hafta da absürdün mükemmel bir kullanımından söz edelim: Canpare reklamı! Elitist bir restoranda İtalyan aşçılar büyük bir özenle yemek hazırlıyorlar. Feodal atmosfere uygun garsonlar da gümüş kaplarda konuklara İtalyan Müziği eşliğinde yemeği servis ediyorlar. Kapların kapakları açılıyor. İçinden ne çıksın istersiniz? Canpare çıkıyor. İtalyan aşçıların övgü dolu nidalarıyla vurguladıkları Canpaaare! Olacak iş mi?.. Bal gibi olmuş işte. Hem de nefis!. Mesaj yerini buluyor. Marka akla çakılıyor. Daha iyisi can sağlığı...
Erzurumlu iş adamları aranıyor!!!
Geçen hafta bir konferans vermek üzere Erzurum’a gittim. STK’lar, üniversiteler ve Silahlı Kuvvetler’den davet geldi mi, bizde akan sular durur. İki elimiz kanda olsa gideriz. Bu kez daveti yapan UNDP (United Nations Development Program) yetkilileri ve Atatürk Üniversitesi. Konu: Doğu Anadolu Kalkınma Programı çerçevesinde Girişimciliği Destekleme Projesi. Aynı programda iki proje daha var: Turizmi Geliştirme ve Katılımlı Kırsal Kalkınma.
Başta İletişim Fakültesi öğrencileri olmak üzere, Girişimci Kadınlar Derneği, Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, yöneticiler ve hocalardan oluşan 250 kişi üniversitenin salonunu ağzına kadar doldurmuştu. Onlara ilişki ve iletişim yönetimi arasındaki farkları ile kültür ve değer sistemlerinin iletişimdeki etkilerini anlattım. Ve Erzurumluları hem sevdim, hem onlardan çok şey öğrendim.
Program yöneticileri, Prof. Dr. Ziya Yurttaş, Doç. Dr. Erol Çakmak, Doç. Dr. Sinan Timurlenk ve proje koordinatörü Oğuzhan Bayrak, canlarını dişlerine takmışlar bölge için koşturuyorlar... UNDP 500 bin $ vermiş. Projenin ana sponsoru Swiss Development Coorperation 2.2 milyon $, Atatürk Üniversitesi de 200 bin Dolarlık katkıda bulunuyormuş. Herkes çabasını koyuyor ortaya; bir tek grup hariç! Erzurumlu olmakla övünen ve her ortamda kökenlerini savunan Erzurumlu iş adamları... Nerede onlar?..
Not: Erzurum’a giderken mükemmel bir kurumsal kültür örneği yaşadım. Onu aktarmalıyım. Onur Air ile doğrudan uçtum. Her zamanki alıklığımla uçaktan inerken daha çok manevi değeri olan çakmağımı düşürmüşüm. Görevliler kusursuz bir hizmet örneği sergilediler. Çakmak anında bulundu ve elden ele dolaştırılarak bana ulaştırıldı. Operasyon Memuru Nurcan Çimen, Trafik Memurları Demet Kahveci ve Firdevs Mutlu hanımlarla Onur Air’in o uçuştaki ekibi ve onlara bu kültürü aşılamayı başarmış kurumları her türlü övgüyü hak ediyorlar.
Demesi kolay, yapması zor
Coca Cola, Nike, Microsoft, Nestle gibi küresel markaları bekleyen en önemli sorun, küresel marka stratejilerini doğru ve etkin yerel uygulamalara dönüştürebilmek. Markanın ülke iletişimi, yerel kültür ve değerlerle uyumlu olmadı mı, yandınız demektir. Ne dediğiniz algılanmaz. Reddedilir. Öte yandan küresel konumlanma ve stratejiden de fedakarlık edilmemeli. Alın size iki ucu ‘şeyli’ değnek...
Bu değneğin nasıl tutulması gerektiğine ilişkin, LG Electronics 6 aydır örnek bir çalışma başlatmış. LG, bölgesel operasyonlarını ve iletişim stratejilerini Türkiye'nin de içinde bulunduğu Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi'nin bölgesel yönetim merkezi olan Dubai'den yürütüyormuş.
LG Dubai PR tüm ülkelerdeki LG Pazarlama sorumlularını ve iletişim danışmanı firmaları bir araya getiriyormuş. Forumun teması da çok anlamlı “Bridging Minds, Building Resources” (Düşünceler arasında köprü kurarak, yeni kaynaklar yaratmak)
Bu yıl düzenlenen ikinci toplantıya Türkiye dahil 13 ülkeden 60'ın üzerinde delege katılmış. Forumun amacı, hem ortak hem de yerel bir iletişim dili oluşturmak. Bu arada, iletişim danışmanı firmaların performanslarını değerlendirmişler, herkese artılarını eksilerini belirten birer karne ve mesleki eğitim vermişler.
Küreselle yereli birleştirme konusunda CocaCola son reklamları da dahil olmak üzere yıllardır başarılı çalışmalar yapıyor. LG’nin bu girişiminin sonuçlarını merakla bekleyeceğiz.
Kısa... Kısa...Kısa…
· Bu sütunlarda Shubuo reklamlarını çok eleştirmişimdir. Erol Büyükburç markanın ruhuna uymuyor, diye; cep telefonunda oyun oynayan çocuklar mastürbasyon yapıyor algısının altını çok çiziyorlar diye. Bu sefer dört dörtlük bir anlatım yakalamış Shubuo. Haber paketi ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.
· Doritos yeni çıkacak ürününe isim arıyor. Bunu da çok yaratıcı bir yolla yapıyor. Belli bir hedef kitleye, ürün örneği gönderiyor, “Tadına bakın. Bunun adı ne olsun?” diye soruyor. Tabii kazananlara ödül var. Bu işe, ‘Deneysel Pazarlama’ diyorlar. Biz ‘Marketing PR’ derdik. Her zaman işe yarar.
· Koçbank Pusula bireysel tasarruf hesabı reklamları FBI’lı filmler gibi başlıyor. Bir heyecan bir heyacan... Köpekler... Ajanlar... Gece takipleri... Bir gerilim bir gerilim. Sonunda bankasına sormadan inek satın alan kadın çıkıyor ortaya! Takibi yapan Koçbanklı’nın lafı ile bitiyor film: "Hani bana söz vermiştiniz?". Tut kelin perçeminden...
· Laxon dijital telsiz telefonun reklamı bir harika. Hiç konuşma yok. Kör kör parmağım gözüne mesaj yok. Telefona koşarken kolu bacağı kırılan adam var. Hınzır gülüşü ile komşusuna da aynı oyunu oynayan kadın var. Ve derdini son derece net anlatan bir reklam filmi var.
· Kinetix’in şu sıra dönen reklam filmi “Koş yoksa düşersin”i herhalde sadece ben ve benim kuşağım anlamakta güçlük çekiyordur. Yaşımız uygun değil ya... Ekrana yansıyan kilit mesajları okuyamayınca 12 yaşındaki oğluma sordum. Takır takır hepsini saydı. Ayrıca çok beğeniyormuş reklamı. Hayat beni, önyargılı olmamak gerektiği konusunda her gün eğitiyor. Vesile oldukları, ayrıca da mükemmel bir basın bilgilendirme dosyası hazırlayıp yolladıkları için Kinetix’e teşekkürler.
· “Su isteyen elini uzatsın!” Bu slogan ECA’nın son reklam filmine ait. Photocell teknolojisine -elin altına tutulması ile suyun akmasını sağlayan, bu şekilde de israfı önleyen sistem- sadece lüks otellerde rastlanırdı. Artık ev ortamına da taşıdıklarını söylüyorlar. Hem de mükemmel bir şekilde söylüyorlar. Estetik ve başarılı bir dille.
(Dikkat aşağıdaki tampon yazıdır yer varsa kullanın!)
Karalar bağlamaya gerek yok!
Reklam eleştirmenliği denince akla gelen ilk isim herhalde “Adage” dergisinin yazarı Bob Garfield’dir. Geçenlerde Marketing Türkiye dergisinin davetlisi olarak İstanbul’a geldi. Tıklım tıklım dolu bir salonda konuşmuş. Ben yoktum o konferansta. Salonda kendisini dinleyenlerden biraz daha şanslıydım aslında. Bir gün önce 5-6 kişinin katıldığı özel bir yemekte kendisiyle uzun boylu sohbet etme fırsatını bulmuştum. Uzun bir ufuk turu yaptık. Aklıma ne geldiyse sordum. Açık yüreklilikle yanıtladı.
Reklam verenlerin reklam ajansları vasıtasıyla basın üzerinde kurmaya çalıştıkları baskının sonunda kendilerine nasıl zarar verdiğini; konuşulan ve yaratıcı çözümleri nedeniyle ödül alan reklamlarla, iş hedefine uygun, yalın ve anlaşılır reklamların arasında denge kurulmazsa nasıl para kaybedildiğini; yıllarca müşterilerini iş ortağı gibi değil yolunacak tavuk gibi gören ajansların bugün artık yavaş yavaş uyansalar da, reklam veren nezdinde nasıl ciddi güven ve itibar kaybına uğradıklarını; ‘tüm iletişim hizmetlerinizi ben ve benim yan kuruluşlarım size verir” yaklaşımının nasıl çöktüğünü; medyanın kendi içinde etik kodlarını düzeltmediği ve ‘kör tuttuğunu öper’ yaklaşımını sürdürdüğü sürece reklamcılığın da bundan nasıl ciddi zarar gördüğünü falan konuştuk...
En önemli tespitim şu oldu: Bizim reklamcılık sektörü kendi haline bakıp da hiç karalar bağlamasın. ABD’de de durum farklı değil. Dünyanın, pazarın ve müşterinin değişimine ayak uydurulmadı mı, her yerde aynı sorunlar ortaya çıkıyor. İkinci önemli tespit: Müşteri artık iletişimi öğrenmiş. “Sen bana ne istediğini söyle gerisine karışma, akşama TV’de reklam filmini seyredersin” numarasını artık yemiyor. İletişimin her aşamasında ortak çalışma ve karara katılım istiyor.
Üçüncü tespit daha basit: İletişim harcamalarının geri dönüşünü artık herkes ölçüyor, bu nedenle de kimse laf ebeliğine pabuç bırakmıyor.