Nemrut’ta “Krallara layık” bir koruma yapılmalı
05 EYLÜL 2011
Arkeoloji dünyamız, Kültür Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay’ın Nemrut’taki heykelleri dağdan indirip yerlerine replikalarını koyacağı yönündeki açıklamasıyla dalgalanmış ve “yerinde koruma yapılabileceği” yolunda aklı başında sesler yükselmişti. Sonra ortalık sus pus oldu.
Arkeologlar bu konudaki fikirlerini beyan ederken içlerinden özellikle Nezih Başgelen’in söyledikleri dikkatimi çekmişti. Başgelen özetle diyor ki: “Heykellerin konumlandığı Nemrut Dağı aynı zamanda bir Devlet Başkanı’nın, Kommagene Kralı Antiokhos I’in anıtmezarıdır. M.Ö. 69-36 arasında yaşayan Kommagene Kralı Antiokhos I, vasiyetnamesinde buranın korunmasından Kralları, dolayısıyla devletin başını sorumlu tutuyor.”
Kültür Bakanımız’ın Nemrut’a gösterdiği hassasiyetten yola çıkarak, Başgelen’in şu sözleri doğrultusunda bir aksiyon planı hemen devreye giremez mi?..
“Nemrud Dağ eserlerinin beklemeye tahammülü kalmamıştır. Vakit geçirmeden pek çok disiplinden, Nemrut anıtlarıyla direkt ilgili yerli ve yabancı uzmanların katılımıyla akılcı bir yol haritasının tartışılarak belirlenmesi ve acilen uygulanması gerekmektedir. Nemrut Dağ anıtları ve yakın çevresi ile ilgili tüm sorunlar bu toplantıda masaya yatırılmalı, her boyutuyla değerlendirilerek, pratik, uygulanabilir ve tüm dünyaca kabul edilecek öneriler belirlenmelidir. Daha sonra oluşacak gereksiz tartışmaları önlemek ve tarihe bir belge kalması açısından bu toplantının tutanakları ve sonuçları çok dilli olarak yayınlanarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır.”
AK Parti için bir fırsattır bu durum… Hani kültür meselelerinde çok gol yemişlikleri var ya… Hani ekonomide iyiler ama sosyal ve kültürel meselelerde geri kalıyorlar, deniyor ya… Kültür Bakanı’nın ‘muhafazakâr’ (korumacı anlamında kullanıyorum) tutumu bilimsel zeminle buluşturulabilir ve AK Parti dünyaya ülkenin kültür alanında da büyüklüğünü gösterebilir…
İşe “ruh” katmak...
İşte size okyanusu geçip Seine nehrinde boğulma öyküsü…
Öykünün birinci kahramanı Esentepe – Şişli bölgesinde oturan ortaklarımızdan biri; ikincisi ise ‘kibarlıktan’ nasibini almamış, işini sevmeyen, mutsuzluğunu amatörce yansıtarak kendini de çalıştığı kurumu da ‘hasarlayan’ bir görevli… Hikâyenin bundan sonrasını arkadaşımızdan dinleyelim:
“Bayram için stoklama yapmış, özellikle buzdolabının dondurucu bölümünü tıka basa doldurmuştum… Sabaha karşı beş sularında şeytan dürttü, uyandım. Elektrik kesikti. Sekizde elektrik hâlâ gelmemişti. Buzluktaki her şey erimeye başlamıştı.
Elektrik arızasıyla ilgili başvurabileceğim numarayı öğrenip 186’yı tuşladım. Kulağımda, ‘değerli abonemiz’ falan gibi bir hitaba gerek duymadan ukalâ, çok bilmiş tavırlı bir hanımın sert sesiyle hazırlanmış bant kaydı…
BEDAŞ’ın programlı çalışması nedeniyle ‘tahminen 9:00’da’ enerji verilebileceğini öğrendim. Kulağım rahatsız olsa da, haber alabilmiştim…
9:00’u yarım saat geçtiği halde elektrik gelmemesine hazırlıklıydım. Yine aynı numarayı tuşladım. Neredeyse döven ses tonuyla konuşan hanım, bu kez 10:00 sularında enerji verilebileceğini söyledi. Buzluktaki ürünlere artık güvenip güvenemeyeceğimi bilemesem de dedikleri gibi enerjiyi verdiler; elektrik geldi.
Bunlar iş yapıyorlardı yapmasına, ancak parasını alarak hizmet verdikleri abonelerine nasıl hitap edeceklerini bilemiyorlardı. Gerekli önlemi almışlardı ama ruhları yoktu.”
Kurumun “işleyen demir” gibi çalışan sistemiyle, dolayısıyla gerçekleriyle, algısı arasındaki farkı nasıl kapatabileceği üzerine pek fazla düşünmemişler anlaşılan. O ses, müşterisine nasıl hitap etmesi gerektiğini bilen bir üslupla “kaydedilmiş” olsaydı, yani yaptıkları işe biraz “ruh” katabilselerdi, hedef kitle nezdinde daha “sahici ve sıcak” bir kabullenme görmezler miydi?
Arkeologlar bu konudaki fikirlerini beyan ederken içlerinden özellikle Nezih Başgelen’in söyledikleri dikkatimi çekmişti. Başgelen özetle diyor ki: “Heykellerin konumlandığı Nemrut Dağı aynı zamanda bir Devlet Başkanı’nın, Kommagene Kralı Antiokhos I’in anıtmezarıdır. M.Ö. 69-36 arasında yaşayan Kommagene Kralı Antiokhos I, vasiyetnamesinde buranın korunmasından Kralları, dolayısıyla devletin başını sorumlu tutuyor.”
Kültür Bakanımız’ın Nemrut’a gösterdiği hassasiyetten yola çıkarak, Başgelen’in şu sözleri doğrultusunda bir aksiyon planı hemen devreye giremez mi?..
“Nemrud Dağ eserlerinin beklemeye tahammülü kalmamıştır. Vakit geçirmeden pek çok disiplinden, Nemrut anıtlarıyla direkt ilgili yerli ve yabancı uzmanların katılımıyla akılcı bir yol haritasının tartışılarak belirlenmesi ve acilen uygulanması gerekmektedir. Nemrut Dağ anıtları ve yakın çevresi ile ilgili tüm sorunlar bu toplantıda masaya yatırılmalı, her boyutuyla değerlendirilerek, pratik, uygulanabilir ve tüm dünyaca kabul edilecek öneriler belirlenmelidir. Daha sonra oluşacak gereksiz tartışmaları önlemek ve tarihe bir belge kalması açısından bu toplantının tutanakları ve sonuçları çok dilli olarak yayınlanarak kamuoyu ile paylaşılmalıdır.”
AK Parti için bir fırsattır bu durum… Hani kültür meselelerinde çok gol yemişlikleri var ya… Hani ekonomide iyiler ama sosyal ve kültürel meselelerde geri kalıyorlar, deniyor ya… Kültür Bakanı’nın ‘muhafazakâr’ (korumacı anlamında kullanıyorum) tutumu bilimsel zeminle buluşturulabilir ve AK Parti dünyaya ülkenin kültür alanında da büyüklüğünü gösterebilir…
İşe “ruh” katmak...
İşte size okyanusu geçip Seine nehrinde boğulma öyküsü…
Öykünün birinci kahramanı Esentepe – Şişli bölgesinde oturan ortaklarımızdan biri; ikincisi ise ‘kibarlıktan’ nasibini almamış, işini sevmeyen, mutsuzluğunu amatörce yansıtarak kendini de çalıştığı kurumu da ‘hasarlayan’ bir görevli… Hikâyenin bundan sonrasını arkadaşımızdan dinleyelim:
“Bayram için stoklama yapmış, özellikle buzdolabının dondurucu bölümünü tıka basa doldurmuştum… Sabaha karşı beş sularında şeytan dürttü, uyandım. Elektrik kesikti. Sekizde elektrik hâlâ gelmemişti. Buzluktaki her şey erimeye başlamıştı.
Elektrik arızasıyla ilgili başvurabileceğim numarayı öğrenip 186’yı tuşladım. Kulağımda, ‘değerli abonemiz’ falan gibi bir hitaba gerek duymadan ukalâ, çok bilmiş tavırlı bir hanımın sert sesiyle hazırlanmış bant kaydı…
BEDAŞ’ın programlı çalışması nedeniyle ‘tahminen 9:00’da’ enerji verilebileceğini öğrendim. Kulağım rahatsız olsa da, haber alabilmiştim…
9:00’u yarım saat geçtiği halde elektrik gelmemesine hazırlıklıydım. Yine aynı numarayı tuşladım. Neredeyse döven ses tonuyla konuşan hanım, bu kez 10:00 sularında enerji verilebileceğini söyledi. Buzluktaki ürünlere artık güvenip güvenemeyeceğimi bilemesem de dedikleri gibi enerjiyi verdiler; elektrik geldi.
Bunlar iş yapıyorlardı yapmasına, ancak parasını alarak hizmet verdikleri abonelerine nasıl hitap edeceklerini bilemiyorlardı. Gerekli önlemi almışlardı ama ruhları yoktu.”
Kurumun “işleyen demir” gibi çalışan sistemiyle, dolayısıyla gerçekleriyle, algısı arasındaki farkı nasıl kapatabileceği üzerine pek fazla düşünmemişler anlaşılan. O ses, müşterisine nasıl hitap etmesi gerektiğini bilen bir üslupla “kaydedilmiş” olsaydı, yani yaptıkları işe biraz “ruh” katabilselerdi, hedef kitle nezdinde daha “sahici ve sıcak” bir kabullenme görmezler miydi?