‘Nerden baksan tutarsızlık…’
22 Kasım 2016 - Yeni Şafak
Sayın Kılıçdaroğlu, parti örgütlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl’ün düzenlemiş olduğu 5. İl Başkanları Toplantısı’nda, belli ki biraz da basına kapalı bir çalışma olduğu için, profesyonelliğin gereği olan ‘seçilmiş davranış sergilemeyi’ bir kenara bırakıp ‘içinden geldiği gibi’ konuşmayı tercih etmiş. CHP’ye oy çıkmayan mahallelerde daha çok çalışılması gerektiğini söylerken özeleştirinin dik âlâsını yapmış. Demiş ki:
“En büyük zaafımız, bunu yapmıyoruz. Akşam meyhanelere gidiyoruz, açıyoruz rakıları, mezeler geliyor, başlıyoruz genel başkandan, öbür taraftan il başkanı... Ülkeyi kurtarıyoruz, kafalar çok iyi, eve gidiyoruz, kafayı vurup yatıp sabah bir şey yok. Elbette içki içilir ama Türkiye’nin geleceğini de düşünmemiz lazım”
Alın size kevgir gibi su tutmayan bir ‘kurum içi iletişim çalışması’ örneği. Hemen ‘Başım belada’ şarkısıyla rahmetli Ahmet Kaya’yı yâd edip, şu nakaratı aklımıza düşürüyoruz: “Nerden baksan tutarsızlık / Nerden baksan ahmakça”
Oysa bu toplantıda MHP’ye karşı takınılması gereken tutum üzerine de ciddi tespitleri ve önerileri var; ancak kuşkunuz olmasın ki 81 il başkanıyla buluşulan Trabzon’daki bu toplantıya ilişkin akıllarda kalan ‘Rakı sofrasında Türkiye’yi kurtarma muhabbeti’ne Başkan tepkisi olacaktır.
Başkan Kılıçdaroğlu, hazırlıkları süren ve bugünlerde herkesin beklediği Başkanlık Sistemi ön çalışmalarına dair partilileri özellikle MHP’yle olan ilişkiler konusunda uyarmış. Demiş ki:
“Başkanlığa neden karşı olduğumuzu açıklamamız lazım. Ayrıntıya niye girmiyoruz, çünkü ortada bir metin yok. Metin çıktıktan sonra elbette söyleyeceğiz. Onların önerdiği sisteme Bahçeli’nin ‘evet’ diyeceği konusunda hâlâ şüphelerim var. ‘Evet’ demeyebilir. Net ortaya bir tablo çıkmadan kendi kendimize bağırmanın, çağırmanın anlamı yok.”
Belli ki metni görmeden önce ne diyecekleri konusunda aslında pek bir tereddütleri yok. Sayın Bahçeli’nin Başkanlık Sistemi ve Anayasa ile ilgili çıkışını, bu sütunlarda “Bahçeli siyasi iletişim dersi veriyor” başlığıyla 12 Kasım’da yayınlanan yazımızda değerlendirmiş ve şu tespitleri yapmıştık:
“Bahçeli bu yaklaşımıyla CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu iyice köşeye sıkıştırmıştır. MHP lideri:
1. Henüz kendisini ve partisini hazır görmediği bir erken seçimin makul gerekçelerini ortadan kaldırmak istemektedir;
2. Herhangi bir referandumda kaybeden tarafta değil kazanan tarafta olmanın gelecek genel seçimler için de önemli bir yatırım olduğunu düşünmektedir;
3. Tüm Anayasa değişikliklerini onayladıklarını ya da Başkanlık sistemini desteklediklerini söylememekte ancak “Sorunun bir parçası değil, çözümün yol başçısı; kaosun mimarı değil, huzur ve düzenin yol açıcısı” olmayı hedeflediklerinin, halka gidilmesinin önünün açılmasını savunurken sandıktan korkmadıklarının altını çizmektedir…”
Sayın Kılıçdaroğlu ve kurmayları, konjonktürün dayattığı sorunları da, yama yapıla yapıla artık dikiş tutmayan futbol topu misali derhal yenilenmesi gereken, üzerinde çalışıla çalışıla bir hâl olan Anayasa değişikliğinin günümüz Türkiyesi için hayati önem taşıdığını da görmezlikten gelen bir siyasi strateji oluşturma peşinde olduğu izlenimi yaratmaktadırlar. Bir de tabii 12’nci kez kaybedecekleri bir seçimden kaçmak istedikleri…
Fazıl Say’a Almanya’dan büyük (!) ödül
“Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Beethoven Academy Ödülü bu yıl Fazıl Say’a veriliyor!” haber bu…
Almanya bir Türk’e bir ödül verecek olsa, öküz altında buzağı arama durumuna düşmeyi de göze alarak, şöyle bir araştırırım, nedir neyin nesidir, diye…
En son Cumhuriyet gazetesinin, yasal pasaport ile yurt dışına çıktıktan sonra oralarda kendini baskılardan kaçan ‘Exil entelektüeli’ olarak konumlamaya çalışan Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdikleri ödülü de araştırmıştık. Hani Cumhurbaşkanı Joachim Gauck tarafından karşılanarak verilen ödül… Sorun kendinize, hangi ödüldü; hangi kuruluş verdi? Var mı cevabı?.
Hiç önemi yok. Geçici Alman pasaportu da verdiler ya… Onun gibi bir ödül işte…
‘Beethovenpreis’ Beethoven Ödülü’ne de baktık… Avusturya ve Almanya’da verilen çok sayıda Beethoven Ödülü var. Bunlar genellikle besteci yarışmalarından sonra veriliyor. Hayli saygın olanları da var tabii. Mesela Avusturya’da 1875’ten beri Viyana Müzik Dostları Derneği tarafından verilen ödül çok meşhur…
Fazıl Say’a en prestijli ödülü (!) veren Beethoven Academy ise bu yılın Mart ayında kurulmuş. Mart ayından bu yana ne yapmış da ‘Dünyanın En Prestijli Ödülü’ oluvermiş, anlamak zor… Adamlar kendilerine öyle demiyorlar tabii. Bizim ‘candaş’ların şişirmesi…
Ödül 17 Aralık’ta Bonn’daki bir kilisede verilecekmiş. Piyano virtüözlüğünü ve besteciliğini tartışma konusu yapmak haddimize değil, ancak Fazıl Say’ın böyle bir ‘Set-Up’a (dümene, numaraya, tabiri amiyane ile antin kuntin işlere) gerçekten ihtiyacı yok.
Ödül programına girip bir göz atmadan, ilk ödülü alan çocuğun fotoğrafına bir göz atmadan ve dünyada Beethoven Ödülleri hakkında mesela en azından Vikipedi’de küçük bir araştırma yapmadan bu işe ‘atlamanın’, gerekçesini bulmak zordur. Tabii eğer ortada bir kasıt yoksa...
Almanya’nın kastı açıktır. İşine gelmediğine karar verdikleri, Türkiye’de halkın oylarıyla işbaşına gelmiş yasal iktidarı ve Cumhurbaşkanını yıpratmak, yıkmak… Bunun için bir Batı basınını kullanıyorlar; bir de bizim ‘İçimizdeki İrlandalıları’ (zamanın Türk Milli Takımı Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin tanımı)…
Kurumun web sitesinde açıklanan Program şöyle: Türkiye’deki insan hakları ve özgürlükler için konser. (Savaş Bölgelerindeki müzik projelerine destek için)
Giriş: 42 € / 22 €; Ludatio (Latince Resmi açılış konuşması): Can Dündar
Federal Kalkınma Bakanı Dr. Gerd Müller’in (FC Bayern’in eski oyuncusu değil) himayelerinde…
Fazıl Say’a üzülsek mi kızsak mı?.. Kiminle nerede hangi karede fotoğraf çektirdiğine iyice dikkat etmeli insan. O atasözünü unutmamakta her zaman yarar var: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” …
“En büyük zaafımız, bunu yapmıyoruz. Akşam meyhanelere gidiyoruz, açıyoruz rakıları, mezeler geliyor, başlıyoruz genel başkandan, öbür taraftan il başkanı... Ülkeyi kurtarıyoruz, kafalar çok iyi, eve gidiyoruz, kafayı vurup yatıp sabah bir şey yok. Elbette içki içilir ama Türkiye’nin geleceğini de düşünmemiz lazım”
Alın size kevgir gibi su tutmayan bir ‘kurum içi iletişim çalışması’ örneği. Hemen ‘Başım belada’ şarkısıyla rahmetli Ahmet Kaya’yı yâd edip, şu nakaratı aklımıza düşürüyoruz: “Nerden baksan tutarsızlık / Nerden baksan ahmakça”
Oysa bu toplantıda MHP’ye karşı takınılması gereken tutum üzerine de ciddi tespitleri ve önerileri var; ancak kuşkunuz olmasın ki 81 il başkanıyla buluşulan Trabzon’daki bu toplantıya ilişkin akıllarda kalan ‘Rakı sofrasında Türkiye’yi kurtarma muhabbeti’ne Başkan tepkisi olacaktır.
Başkan Kılıçdaroğlu, hazırlıkları süren ve bugünlerde herkesin beklediği Başkanlık Sistemi ön çalışmalarına dair partilileri özellikle MHP’yle olan ilişkiler konusunda uyarmış. Demiş ki:
“Başkanlığa neden karşı olduğumuzu açıklamamız lazım. Ayrıntıya niye girmiyoruz, çünkü ortada bir metin yok. Metin çıktıktan sonra elbette söyleyeceğiz. Onların önerdiği sisteme Bahçeli’nin ‘evet’ diyeceği konusunda hâlâ şüphelerim var. ‘Evet’ demeyebilir. Net ortaya bir tablo çıkmadan kendi kendimize bağırmanın, çağırmanın anlamı yok.”
Belli ki metni görmeden önce ne diyecekleri konusunda aslında pek bir tereddütleri yok. Sayın Bahçeli’nin Başkanlık Sistemi ve Anayasa ile ilgili çıkışını, bu sütunlarda “Bahçeli siyasi iletişim dersi veriyor” başlığıyla 12 Kasım’da yayınlanan yazımızda değerlendirmiş ve şu tespitleri yapmıştık:
“Bahçeli bu yaklaşımıyla CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu iyice köşeye sıkıştırmıştır. MHP lideri:
1. Henüz kendisini ve partisini hazır görmediği bir erken seçimin makul gerekçelerini ortadan kaldırmak istemektedir;
2. Herhangi bir referandumda kaybeden tarafta değil kazanan tarafta olmanın gelecek genel seçimler için de önemli bir yatırım olduğunu düşünmektedir;
3. Tüm Anayasa değişikliklerini onayladıklarını ya da Başkanlık sistemini desteklediklerini söylememekte ancak “Sorunun bir parçası değil, çözümün yol başçısı; kaosun mimarı değil, huzur ve düzenin yol açıcısı” olmayı hedeflediklerinin, halka gidilmesinin önünün açılmasını savunurken sandıktan korkmadıklarının altını çizmektedir…”
Sayın Kılıçdaroğlu ve kurmayları, konjonktürün dayattığı sorunları da, yama yapıla yapıla artık dikiş tutmayan futbol topu misali derhal yenilenmesi gereken, üzerinde çalışıla çalışıla bir hâl olan Anayasa değişikliğinin günümüz Türkiyesi için hayati önem taşıdığını da görmezlikten gelen bir siyasi strateji oluşturma peşinde olduğu izlenimi yaratmaktadırlar. Bir de tabii 12’nci kez kaybedecekleri bir seçimden kaçmak istedikleri…
Fazıl Say’a Almanya’dan büyük (!) ödül
“Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan Beethoven Academy Ödülü bu yıl Fazıl Say’a veriliyor!” haber bu…
Almanya bir Türk’e bir ödül verecek olsa, öküz altında buzağı arama durumuna düşmeyi de göze alarak, şöyle bir araştırırım, nedir neyin nesidir, diye…
En son Cumhuriyet gazetesinin, yasal pasaport ile yurt dışına çıktıktan sonra oralarda kendini baskılardan kaçan ‘Exil entelektüeli’ olarak konumlamaya çalışan Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdikleri ödülü de araştırmıştık. Hani Cumhurbaşkanı Joachim Gauck tarafından karşılanarak verilen ödül… Sorun kendinize, hangi ödüldü; hangi kuruluş verdi? Var mı cevabı?.
Hiç önemi yok. Geçici Alman pasaportu da verdiler ya… Onun gibi bir ödül işte…
‘Beethovenpreis’ Beethoven Ödülü’ne de baktık… Avusturya ve Almanya’da verilen çok sayıda Beethoven Ödülü var. Bunlar genellikle besteci yarışmalarından sonra veriliyor. Hayli saygın olanları da var tabii. Mesela Avusturya’da 1875’ten beri Viyana Müzik Dostları Derneği tarafından verilen ödül çok meşhur…
Fazıl Say’a en prestijli ödülü (!) veren Beethoven Academy ise bu yılın Mart ayında kurulmuş. Mart ayından bu yana ne yapmış da ‘Dünyanın En Prestijli Ödülü’ oluvermiş, anlamak zor… Adamlar kendilerine öyle demiyorlar tabii. Bizim ‘candaş’ların şişirmesi…
Ödül 17 Aralık’ta Bonn’daki bir kilisede verilecekmiş. Piyano virtüözlüğünü ve besteciliğini tartışma konusu yapmak haddimize değil, ancak Fazıl Say’ın böyle bir ‘Set-Up’a (dümene, numaraya, tabiri amiyane ile antin kuntin işlere) gerçekten ihtiyacı yok.
Ödül programına girip bir göz atmadan, ilk ödülü alan çocuğun fotoğrafına bir göz atmadan ve dünyada Beethoven Ödülleri hakkında mesela en azından Vikipedi’de küçük bir araştırma yapmadan bu işe ‘atlamanın’, gerekçesini bulmak zordur. Tabii eğer ortada bir kasıt yoksa...
Almanya’nın kastı açıktır. İşine gelmediğine karar verdikleri, Türkiye’de halkın oylarıyla işbaşına gelmiş yasal iktidarı ve Cumhurbaşkanını yıpratmak, yıkmak… Bunun için bir Batı basınını kullanıyorlar; bir de bizim ‘İçimizdeki İrlandalıları’ (zamanın Türk Milli Takımı Teknik Direktörü Mustafa Denizli’nin tanımı)…
Kurumun web sitesinde açıklanan Program şöyle: Türkiye’deki insan hakları ve özgürlükler için konser. (Savaş Bölgelerindeki müzik projelerine destek için)
Giriş: 42 € / 22 €; Ludatio (Latince Resmi açılış konuşması): Can Dündar
Federal Kalkınma Bakanı Dr. Gerd Müller’in (FC Bayern’in eski oyuncusu değil) himayelerinde…
Fazıl Say’a üzülsek mi kızsak mı?.. Kiminle nerede hangi karede fotoğraf çektirdiğine iyice dikkat etmeli insan. O atasözünü unutmamakta her zaman yarar var: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” …