Nevval Hanım sağ olsun, beni yanıltmadı
15 AĞUSTOS 2007
Şu laflara bayılırım... “Öleceğimi de bileceğim...”, “Halklı çıkmaktan bıktım...”, “Ben bunu yazmıştım...”
Yeri geldiğinde bu lafları edemediğim zaman içim içimi yiyiyor...
Şu sıra olduğu gibi... Nevval Sevindi Hanım ile Sinan Aygün Beyefendi’nin DYP (DP) saflarında seçime katılacağı açıklandığında demişim ki:
“Parti, Sinan Aygün Bey ile gazeteci, TV programcısı, antropolog (bazen de sosyolog olduğu yazılıyor) Nevval Sevindi Hanım’ı saflarına katmış. Publicity (medyada görünürlük) meselesini kökten çözmüşler(!)... Seyredin bakın, bundan sonra medyada kimler öne çıkacak...
(...Bu arada Sinan Bey’e en üst katta muhteşem bir oda vermişler...) Nevval Hanım’a odaya falan gerek yok. Göreceksiniz o, medya medya dolaşacak. ... İki ‘publicity’ ustasını da heyecanla izleyeceğim. Tabii publicity, yani sadece görünmek ne işe yarar? O başka bir tartışma konusu...”
Nevval Hanım beni kesinlikle düş kırıklığına uğratmadı... Seçim sırasında medyanın baş köşesindeydi... Ne ile mi? Hiç önemli değil... Şimdi de aslanlar gibi Başkanlığa aday oldu... Ne için? Bana sorarsanız sadece ve sadece ‘publicity’ için... Başkan falan olamayacağını o hepimizden iyi biliyordur. Zekası yerindedir... Sorun başka yerde...
DP Başkan Yardımcısı Melek Atalay da kalkmış iyi niyetle sormuş: “Bu partinin 61 yıldır şerefle taşıdığı misyonun neresindesiniz? Hangi kademelerde hangi görevlerde bulundunuz? Sahip olduğunuz siyasal birikimler nelerdir? Ağar ekibinde değil miydiniz? Değil idiyseniz kimin ekibindesiniz?”
İlahi Melek Hanım, iki şeyden en azından birini tanımıyorsunuz herhalde...
Bir: Publicity...
İki: Nevval Sevindi...
Belki de ikisini birden...
İşi bilmedikleri için haber olamıyorlar
Dün sabah işe gelirken Açık Radyo’da uzun uzun verdiler… Stockholm’deki Dünya Su Haftası... Şirkete geldim bir de baktım bizim PR şirketinin Genel Müdürü arkadaşımız Ozan Özkan’dan bir e-posta: “Biz Ankara’nın susuzluğunu tartışa duralım, atı alan yine Üsküdar’ı çoktan geçmiş...” Ne olup bittiğini bizim medyanın izlememesinden şikayetçi... Platformda boy gösteren DSİ ve yarışmaya katılan gençlerle de biraz moral bulmuş...
Ömer Madra su meselesine, küresel ısınma konusuna siz deyin 5 ben diyeyim 10 yıldır takmış, söylenip duruyor. Türkiye suya sıkıştı da konu diğer medyanın da gündemine geldi. Mikdat Kadıoğlu Hoca’nın radyoda ve konferanslarda dilinde tüy bitti... Felaket tellalı gibi, “Geldi geliyor, geri dönüşü zor!” diye hırs yaptı...
Kimsede tık yoktu. Felaket kapıyı çalınca biraz kıpırdandılar. En azından su meselesini tek elden yönetme, stratejiyi bir merkezden kurma, elektrik gibi suyu da ‘enterkonekte’ sistem içine alma, şehirleri birbirlerine borularla bağlama gibi konuları, hatta bir bakanlık kurma fikrini gündeme getirdiler.
Türk medyasının konuya Fransız kalıp Ozan Bey’i kızdırmasında bence kabahat mükemmel bir basın dosyası hazırlamış (bkz. http://www.worldwaterweek.org) ve başarılı bir organizasyona imza atmış olmasına rağmen Uluslararası Su Enstitüsü’nde... Türk medyasını da düşünüp Stockholm’e Eda Taşpınar’ı, Helin Avşar’ı ya da Demet Akalın’ı davet edeceklerdi... Siz o zaman görecektiniz medyadaki yansımaları...
Bu arada 5. Dünya Su Forumu 15-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul'da yapılacakmış, bütün dünya basını ve ilgili akademisyenler buraya akın edeceklermiş, ana tema "Farklılıkların Suda İttifakı" olacakmış falan... Kimin umurunda?.. Gene hata yöneticilerde... Yaptıracaklar Müslüm Baba’ya “Bırrrrrrrrr!” diye bir tanıtım filmi, yanına da koyacaklar ‘sosyete güzellerinden’ ya da podyumlardan bir ‘taze’... Bakın ortalık nasıl yıkılacak!.. Bunlar işi bilmiyorlar arkadaş! Sonra da “medya ilgilenmiyor” diye şikâyet ediyorlar...
Kemal Öztürk bir numara büyük gelebilir
Meclis’ten bir yıldız kayıyor... Bir milletvekilinden söz etmiyorum... Başkan da değil... Başkan’ın Baş Danışmanı Kemal Öztürk gerçek bir siyasi iletişim yıldızıydı...
Onun döneminde TBMM farklı bir iletişim ağı kurdu. Hem içeride Meclis üyeleri ve çalışanları arasında, hem de TBMM ile diğer sosyal paydaşları arasında... Tabii ki başta da medya ile...
Bülent Arınç’a iletişim hizmeti vermek kolay iş değildir. Bir profesyonel gibi her zaman ‘seçilmiş davranış’ sergilemez Arınç. İçinden gelen patlamaları, herhangi bir ket vurmaksızın içinden geldiği gibi ortalığa salmasının yarattığı krizlerden minimum hasarla çıkıldıysa, bunda Öztürk’ün başarısı yadsınamaz.
Herkesle ‘yakınlaşmadan’ yakın olmayı başardı Kemal Öztürk. İlişki yönetimi ile iletişim yönetimi arasındaki farkı fark edenlerdendi.
Dün aradım kendisini. Kibarlık etmiş; Köksal Toptan’ın kendi kadrosuyla çalışması için görevi bırakacağını bildirmiş.
Devlet memuru olduğu için verilecek yeni görevi bekleyecekmiş. Eğer Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen Hanım kendisini keşfetmez, Arınç da hükümette aktif bir görev almazsa, Öztürk Ak Parti’ye bir numara büyük gelebilir. O zaman bu siyasi iletişim ustasını bir bakanlık emrinde, maaşını alıp büroya uğramayan ‘müşavirlerden’ biri olarak görmemiz işten bile değildir. Çok var böyleleri...
Yeri geldiğinde bu lafları edemediğim zaman içim içimi yiyiyor...
Şu sıra olduğu gibi... Nevval Sevindi Hanım ile Sinan Aygün Beyefendi’nin DYP (DP) saflarında seçime katılacağı açıklandığında demişim ki:
“Parti, Sinan Aygün Bey ile gazeteci, TV programcısı, antropolog (bazen de sosyolog olduğu yazılıyor) Nevval Sevindi Hanım’ı saflarına katmış. Publicity (medyada görünürlük) meselesini kökten çözmüşler(!)... Seyredin bakın, bundan sonra medyada kimler öne çıkacak...
(...Bu arada Sinan Bey’e en üst katta muhteşem bir oda vermişler...) Nevval Hanım’a odaya falan gerek yok. Göreceksiniz o, medya medya dolaşacak. ... İki ‘publicity’ ustasını da heyecanla izleyeceğim. Tabii publicity, yani sadece görünmek ne işe yarar? O başka bir tartışma konusu...”
Nevval Hanım beni kesinlikle düş kırıklığına uğratmadı... Seçim sırasında medyanın baş köşesindeydi... Ne ile mi? Hiç önemli değil... Şimdi de aslanlar gibi Başkanlığa aday oldu... Ne için? Bana sorarsanız sadece ve sadece ‘publicity’ için... Başkan falan olamayacağını o hepimizden iyi biliyordur. Zekası yerindedir... Sorun başka yerde...
DP Başkan Yardımcısı Melek Atalay da kalkmış iyi niyetle sormuş: “Bu partinin 61 yıldır şerefle taşıdığı misyonun neresindesiniz? Hangi kademelerde hangi görevlerde bulundunuz? Sahip olduğunuz siyasal birikimler nelerdir? Ağar ekibinde değil miydiniz? Değil idiyseniz kimin ekibindesiniz?”
İlahi Melek Hanım, iki şeyden en azından birini tanımıyorsunuz herhalde...
Bir: Publicity...
İki: Nevval Sevindi...
Belki de ikisini birden...
İşi bilmedikleri için haber olamıyorlar
Dün sabah işe gelirken Açık Radyo’da uzun uzun verdiler… Stockholm’deki Dünya Su Haftası... Şirkete geldim bir de baktım bizim PR şirketinin Genel Müdürü arkadaşımız Ozan Özkan’dan bir e-posta: “Biz Ankara’nın susuzluğunu tartışa duralım, atı alan yine Üsküdar’ı çoktan geçmiş...” Ne olup bittiğini bizim medyanın izlememesinden şikayetçi... Platformda boy gösteren DSİ ve yarışmaya katılan gençlerle de biraz moral bulmuş...
Ömer Madra su meselesine, küresel ısınma konusuna siz deyin 5 ben diyeyim 10 yıldır takmış, söylenip duruyor. Türkiye suya sıkıştı da konu diğer medyanın da gündemine geldi. Mikdat Kadıoğlu Hoca’nın radyoda ve konferanslarda dilinde tüy bitti... Felaket tellalı gibi, “Geldi geliyor, geri dönüşü zor!” diye hırs yaptı...
Kimsede tık yoktu. Felaket kapıyı çalınca biraz kıpırdandılar. En azından su meselesini tek elden yönetme, stratejiyi bir merkezden kurma, elektrik gibi suyu da ‘enterkonekte’ sistem içine alma, şehirleri birbirlerine borularla bağlama gibi konuları, hatta bir bakanlık kurma fikrini gündeme getirdiler.
Türk medyasının konuya Fransız kalıp Ozan Bey’i kızdırmasında bence kabahat mükemmel bir basın dosyası hazırlamış (bkz. http://www.worldwaterweek.org) ve başarılı bir organizasyona imza atmış olmasına rağmen Uluslararası Su Enstitüsü’nde... Türk medyasını da düşünüp Stockholm’e Eda Taşpınar’ı, Helin Avşar’ı ya da Demet Akalın’ı davet edeceklerdi... Siz o zaman görecektiniz medyadaki yansımaları...
Bu arada 5. Dünya Su Forumu 15-22 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul'da yapılacakmış, bütün dünya basını ve ilgili akademisyenler buraya akın edeceklermiş, ana tema "Farklılıkların Suda İttifakı" olacakmış falan... Kimin umurunda?.. Gene hata yöneticilerde... Yaptıracaklar Müslüm Baba’ya “Bırrrrrrrrr!” diye bir tanıtım filmi, yanına da koyacaklar ‘sosyete güzellerinden’ ya da podyumlardan bir ‘taze’... Bakın ortalık nasıl yıkılacak!.. Bunlar işi bilmiyorlar arkadaş! Sonra da “medya ilgilenmiyor” diye şikâyet ediyorlar...
Kemal Öztürk bir numara büyük gelebilir
Meclis’ten bir yıldız kayıyor... Bir milletvekilinden söz etmiyorum... Başkan da değil... Başkan’ın Baş Danışmanı Kemal Öztürk gerçek bir siyasi iletişim yıldızıydı...
Onun döneminde TBMM farklı bir iletişim ağı kurdu. Hem içeride Meclis üyeleri ve çalışanları arasında, hem de TBMM ile diğer sosyal paydaşları arasında... Tabii ki başta da medya ile...
Bülent Arınç’a iletişim hizmeti vermek kolay iş değildir. Bir profesyonel gibi her zaman ‘seçilmiş davranış’ sergilemez Arınç. İçinden gelen patlamaları, herhangi bir ket vurmaksızın içinden geldiği gibi ortalığa salmasının yarattığı krizlerden minimum hasarla çıkıldıysa, bunda Öztürk’ün başarısı yadsınamaz.
Herkesle ‘yakınlaşmadan’ yakın olmayı başardı Kemal Öztürk. İlişki yönetimi ile iletişim yönetimi arasındaki farkı fark edenlerdendi.
Dün aradım kendisini. Kibarlık etmiş; Köksal Toptan’ın kendi kadrosuyla çalışması için görevi bırakacağını bildirmiş.
Devlet memuru olduğu için verilecek yeni görevi bekleyecekmiş. Eğer Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen Hanım kendisini keşfetmez, Arınç da hükümette aktif bir görev almazsa, Öztürk Ak Parti’ye bir numara büyük gelebilir. O zaman bu siyasi iletişim ustasını bir bakanlık emrinde, maaşını alıp büroya uğramayan ‘müşavirlerden’ biri olarak görmemiz işten bile değildir. Çok var böyleleri...