Neyi hazmedemiyorlar?
07 Ekim 2017 - Yeni Şafak
Türkiye’deki görev süresi sona eren ABD’nin Türkiye Büyükelçisi John Bass, giderayak sert açıklamalar yapmış. FETÖ üyesi emniyet ve yargı mensuplarıyla yoğun görüşme trafiği iddiasıyla tutuklanan ABD İstanbul Konsolosluğunun Türk çalışanına yönelik iddialara tepki gösteren Büyükelçi demiş ki:
"Bu bana adaleti aramak yerine intikam peşinde koşmak gibi geliyor. Hükümetteki bazı isimlerin bu yolu izlemesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı"
Haberi okur okumaz, zihnimdeki düşünceler ve çağrışımlar beni 2011 yılında yazdığım bir köşe yazısına sürükledi. 9 Kasım 2011 tarihinde “Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı’ başlığıyla yazdığım ve bugün içindeki her cümleyle geçerli olan bu yazıyı okumuş olma ihtimalinizin düşüklüğünü göz önünde bulundurarak aynen aktarıyorum:
“Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı…
Bu iddialı tespit cümlesini rahmetli Halit Refiğ, 2003 yılının ortalarında yayınlanan, teması ‘Anti-Amerikanizm’ olan NPQ Türkiye dergisindeki makalesine başlık olarak seçmişti.
Halit Bey’in bu makalesini hatırlatmama vesile olan haber şu:
Colombia Üniversitesi, Pekin, Paris, Bombay gibi kentlerdeki ‘Küresel Merkez’lerinden birini İstanbul’da açmış. Rektörleri Lee C. Bollinger de bu açılış nedeniyle İstanbul’a gelmiş ve Hürriyet’ten Gila Benmayor’a hayli ilginç bir röportaj vermiş.
Bollinger, küreselleşmeyi anlamak isteyenlerin Türkiye’ye bakmaları gerektiğini söylüyor. Dünyanın hiçbir noktası bizim topraklar kadar ilginç değilmiş. Bizim ülkemiz, Batı’dan Doğu’ya doğru kayan gücün, ‘kaymanın ve değişimin gerçekleştiği noktada’ duruyormuş. (Bunu Halit Refiğ yıllar önce hem söylüyor hem de yazıyordu.) Bollinger röportajda şöyle diyor:
“İstanbul, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde olup bitenlerin, Afrika’daki gelişmelerin, Rusya’nın, Doğu Avrupa ülkeleriyle ve Kafkasya’nın kolaylıkla izlenebileceği bir ‘başkent’ diyebilirim. Pekin de aynı şekilde o bölgenin başkenti”
2003 yılında bizler henüz, ‘Amerika sonrası dünya’ ve post-küreselleşmeyi tartışmaya başlamamışken, rahmetli Halit Refiğ, dünya egemenliğinin rolünün İstanbul’dan geçtiğine yönelik öngörüsüyle ‘biraz fazla’ oluyordu (!) elbette. Bu tespiti yaparken Türklerin İstanbul’u aldığı tarihlere dönüp bakıyor ve şöyle diyordu:
“Amerika tarihi dikkatle düşünüldüğünde, İstanbul’un bu ülkenin kaderi üzerinde ne kadar çarpıcı bir rolü bulunduğu görülebilir. Osmanlılar 1453 yılında İstanbul’u ele geçirdikten sonra, egemenliği bilinen üç kıtaya yaymış, çağının en güçlü devleti olma imkanını sağlamışlardı. İskender’in kendi ömrü ile sınırlı fütühatı sayılmazsa Osmanlılardan önce egemenliğini üç kıtaya yayan sadece bir İmparatorluk vardı: Roma...”
Roma İmparatorluğu’nun da başkentini Roma’dan İstanbul’a taşımasıyla içinde yaşadığımız bu büyük metropolün, eski dünyanın tam merkezi olduğunu, Colombia Üniversitesi Rektörü zat-ı muhteremin söyledikleri üzerinden, Türkiye’yi okuma konusunda bir türlü anlaşamadığımız ‘ecnebi Türk’ arkadaşlarımıza anımsatmanın tam sırası... Halit Bey, dünden bugüne gelen bir bakışla İstanbul’u o tarihlerden alıp, iki kutuplu dünya dönemindeki ‘güçler arası denge merkezi’ olarak konumlandığı yıllara ve İkiz Kuleler saldırılarından sonrasına, yazıyı yazdığı tarih olan 2003 başına kadar mercek altında tutuyor.
Refiğ’in tezi ilginç. Bu teze göre Amerika’nın gözü İstanbul’da. Dünya enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını ve de özellikle Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için... 2008 yılına gelindiğinde de Halit Bey, yine NPQ Türkiye’de yayımladığı makalelerinde ‘Amerika sonrası dünya’ koşullarında gücünü yitiren ABD’nin Türkiye siyasetinde değişiklik yapacağına ve ‘çatışmadan’ çok ‘uzlaşmayı’ tercih edeceğine dikkat çekiyor.
Colombia Üniversitesi Rektörü çok haklı... “
Evet, köprülerin altından çok sular aktı ve mekân değişmedi. ABD Büyükelçisi’ni anlıyorum. Kendi çıkarları doğrultusundaki stratejileri, bu türden açıklamaları gerektiriyor. Zaman içinde değişen ve bir türlü hazmedemedikleri tek konu var:
Türkiye’nin milli bağımsızlık stratejileri…
"Bu bana adaleti aramak yerine intikam peşinde koşmak gibi geliyor. Hükümetteki bazı isimlerin bu yolu izlemesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı"
Haberi okur okumaz, zihnimdeki düşünceler ve çağrışımlar beni 2011 yılında yazdığım bir köşe yazısına sürükledi. 9 Kasım 2011 tarihinde “Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı’ başlığıyla yazdığım ve bugün içindeki her cümleyle geçerli olan bu yazıyı okumuş olma ihtimalinizin düşüklüğünü göz önünde bulundurarak aynen aktarıyorum:
“Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı…
Bu iddialı tespit cümlesini rahmetli Halit Refiğ, 2003 yılının ortalarında yayınlanan, teması ‘Anti-Amerikanizm’ olan NPQ Türkiye dergisindeki makalesine başlık olarak seçmişti.
Halit Bey’in bu makalesini hatırlatmama vesile olan haber şu:
Colombia Üniversitesi, Pekin, Paris, Bombay gibi kentlerdeki ‘Küresel Merkez’lerinden birini İstanbul’da açmış. Rektörleri Lee C. Bollinger de bu açılış nedeniyle İstanbul’a gelmiş ve Hürriyet’ten Gila Benmayor’a hayli ilginç bir röportaj vermiş.
Bollinger, küreselleşmeyi anlamak isteyenlerin Türkiye’ye bakmaları gerektiğini söylüyor. Dünyanın hiçbir noktası bizim topraklar kadar ilginç değilmiş. Bizim ülkemiz, Batı’dan Doğu’ya doğru kayan gücün, ‘kaymanın ve değişimin gerçekleştiği noktada’ duruyormuş. (Bunu Halit Refiğ yıllar önce hem söylüyor hem de yazıyordu.) Bollinger röportajda şöyle diyor:
“İstanbul, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde olup bitenlerin, Afrika’daki gelişmelerin, Rusya’nın, Doğu Avrupa ülkeleriyle ve Kafkasya’nın kolaylıkla izlenebileceği bir ‘başkent’ diyebilirim. Pekin de aynı şekilde o bölgenin başkenti”
2003 yılında bizler henüz, ‘Amerika sonrası dünya’ ve post-küreselleşmeyi tartışmaya başlamamışken, rahmetli Halit Refiğ, dünya egemenliğinin rolünün İstanbul’dan geçtiğine yönelik öngörüsüyle ‘biraz fazla’ oluyordu (!) elbette. Bu tespiti yaparken Türklerin İstanbul’u aldığı tarihlere dönüp bakıyor ve şöyle diyordu:
“Amerika tarihi dikkatle düşünüldüğünde, İstanbul’un bu ülkenin kaderi üzerinde ne kadar çarpıcı bir rolü bulunduğu görülebilir. Osmanlılar 1453 yılında İstanbul’u ele geçirdikten sonra, egemenliği bilinen üç kıtaya yaymış, çağının en güçlü devleti olma imkanını sağlamışlardı. İskender’in kendi ömrü ile sınırlı fütühatı sayılmazsa Osmanlılardan önce egemenliğini üç kıtaya yayan sadece bir İmparatorluk vardı: Roma...”
Roma İmparatorluğu’nun da başkentini Roma’dan İstanbul’a taşımasıyla içinde yaşadığımız bu büyük metropolün, eski dünyanın tam merkezi olduğunu, Colombia Üniversitesi Rektörü zat-ı muhteremin söyledikleri üzerinden, Türkiye’yi okuma konusunda bir türlü anlaşamadığımız ‘ecnebi Türk’ arkadaşlarımıza anımsatmanın tam sırası... Halit Bey, dünden bugüne gelen bir bakışla İstanbul’u o tarihlerden alıp, iki kutuplu dünya dönemindeki ‘güçler arası denge merkezi’ olarak konumlandığı yıllara ve İkiz Kuleler saldırılarından sonrasına, yazıyı yazdığı tarih olan 2003 başına kadar mercek altında tutuyor.
Refiğ’in tezi ilginç. Bu teze göre Amerika’nın gözü İstanbul’da. Dünya enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını ve de özellikle Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için... 2008 yılına gelindiğinde de Halit Bey, yine NPQ Türkiye’de yayımladığı makalelerinde ‘Amerika sonrası dünya’ koşullarında gücünü yitiren ABD’nin Türkiye siyasetinde değişiklik yapacağına ve ‘çatışmadan’ çok ‘uzlaşmayı’ tercih edeceğine dikkat çekiyor.
Colombia Üniversitesi Rektörü çok haklı... “
Evet, köprülerin altından çok sular aktı ve mekân değişmedi. ABD Büyükelçisi’ni anlıyorum. Kendi çıkarları doğrultusundaki stratejileri, bu türden açıklamaları gerektiriyor. Zaman içinde değişen ve bir türlü hazmedemedikleri tek konu var:
Türkiye’nin milli bağımsızlık stratejileri…