Nihat Özdemir beraat etse de bir şey değişmez
28 EKİM 2007
Ne Nihat Bey’i şahsen tanırım; ne de yaptığı işlerden haberim vardır… Yine de gazetelerde tutuklandığı haberini okuduğumda üzüldüm… Mesleki olarak rahatsız oldum… Şöhret iletişimi, insanın medyanın gündemine oturması ile itibar yönetimi arasındaki ince çizginin usulü gereği yönetilmemesinin sonuçlarına kim bilir kaçıncı kez tanık oluyorum?
Nihat Özdemir deyince herkesin aklına yıllarca ne geldi? Fenerbahçe yöneticisi, özelleştirmelere de katılan başarılı bir işadamı… Peki, bundan sonra ne gelecek? Enerji ihaleleri… Yolsuzluklar… Şu sıra basın haberi göstermelik bir şekilde adının ve soyadının baş harflerini kullanarak verse bile; değil mi ki herkesin tanıdığı fotoğrafları medyada yer aldı… Ok yaydan bir kere çıktı artık…
Zeki Çakan… Koray Aydın… Nihat Özdemir…
Nihat Bey de beraat edebilir. Kendisine yöneltilmiş tüm suçlamalardan aklanabilir… Peki sonra? İnsanların kafasındaki algı ne olacak?.. Her şey eskisi gibi olacak mı?.. Bana sorarsanız hayır…
İşte insan esas buna üzülüyor. Nihat Özdemir Bey’in mahkûm edilip edilmemesi artık hiç önemli değil. O zaten çoktan mahkûm edildi…
Yıllar önceydi. Ünlüce bir iş adamına itibar yönetimi kavramından söz etmiştim. Sinirlenmişti. “Sen şimdi bana itibarsız mı diyorsun?” diye çıkışmıştı… Öyle ya onun da adı futbolla ilgili olarak basında sıkça yer alıyordu. İş hayatında da başarılıydı. Tanınıyordu ya… İtibarı yönetmek de neyin nesiydi…
Umarım Nihat Özdemir olayı, bazı ünlülerin aklını başına getirir. Tanınmanın bir şey demek olmadığını belki kavrarlar. İtibarlarının bir anda yara alabilmesini engellemek için yönetmeleri gerektiğini anlarlar… Şöhret olmak ile marka olmak meselesini kavramasalar da en azından ‘sorgulamaya’ başlarlar…
Nihat Özdemir Beyin başına gelenler gerçekten çok üzücü…
Krizde aynı kanalı kullanmak gerekir
Dünkü gazeteler çok ilginç ilanlar doluydu. Bazen böyle olur. ‘Garabet’ tek başına gelmez. Toplu giriş yapar…
Tema Holding’in verdiği zarif olmasına zarif, ancak tamamen yanlış ‘ilan’ bu örneklerin en şiriniydi. Hiçbir işe yaramadığını, tersine sahibine zarar verme kabiliyeti bulunduğunu burada sık sık tekrarladığımız bir Kamuoyuna Duyuru ilanı…
Deniyor ki, internette dolaşan bazı e-postalarda ve mesaj programlarında (ne demekse) LC Wakiki markasının satıldığı yönünde bir iddia yer almaktadır. Yalandır… Bunların amacı itibarımızı sarsmak, şirketlerinin başarısını gölgelemektir. Bu iddiaları yayanlarla ilgili yasal işlem başlatılmıştır…
Çevreme sordum soruşturdum. Tahmin ettiğim gibi kimsenin daha önceden haberi yokmuş. Bu ilan vasıtasıyla haberleri olmuş. Böyle olur. Kendi ayağına ateş edersin. Haberi olmayanları da uyandırırsın… Tek yolu vardır. Kriz ve/veya atak hangi kanaldan geliyorsa o kanaldan reaksiyon vermek. Yoksa kendi kendine krizin etkisini artırırsın. Siz bu haberi okuduktan sonra durduk yerde ne düşüneceksiniz?.. Bir düşünsenize…
Nokia yarışmasını izlemek gerek
Bir halkla ilişkiler kampanyası reklamla ancak bu kadar iyi entegre edilebilir. Nokia Nseries, Kısa Film Yarışması projesi çerçevesinde son derece başarılı bir iletişim çalışması yürütüyor şu sıra…
Basın reklamlarının sloganı süper: Cebimde kısa film var…
Eğer birazcık iş ve iletişim yönetimiyle ilgiliyseniz mutlaka bu etkinliğin web sitesine bir uğrayın: www.nserieskisafilm.com.
Bu kadar yalın ve hedefe doğrudan kilitlenmiş bir entegre iletişim modeliyle Türkiye’de çok sık karşılaşmanız mümkün değildir. Yarışma tarihleri 6 Ekim 2007 – 25 Mart 2008 olarak verilmiş… Daha zaman var… İncelemeye devam edeceğiz. İnovasyonu tutarlılıkla bütünleştirdikleri kadar süreklilikle de tamamlayabilecekler mi, göreceğiz…
Her Türk iletişimci olarak doğmuyor
Hükümetin Kuzey Irak konusundaki ‘Milli İletişim Politikaları’ nedir? Bilen var mı? Ben bilmiyorum… Haydi diyelim ki, benim yeterli istihbarat kaynağım yok. Peki, kimin var? Bilen beri gelsin…
Hani şunu da diyebilirsiniz: Milli İletişim Politikası da neyin nesi?.. Bu üç kavram nasıl yan yana gelir?..
Bal gibi yan yana gelir. Milli Savunma Politikası, Milli Eğitim Politikası, Milli Enerji Politikası, Milli Kültür Politikası (Bkz. Mustafa Kemal Atatürk) nasıl oluyorsa; nasıl olması gerekiyorsa; Milli İletişim Politikası da olur. Olması gerekir…
Günlerdir Public Diplomacy (Kamu Diplomasisi) diye yazıp duruyorum ya. Hani Prof. Dr. Ali Atıf Bir de “Kamu deme halk de” diye karşı çıkıyor ya… İşte o… O kavramın bir ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda uzun vadeli stratejiler kapsamında hayata geçirilmesi için yapılacak çalışmalardan biri de Türkiye’nin Milli İletişim Politikalarını geliştirmesidir. Yıllardır söylüyoruz. Artık neredeyse ‘söyleme’ boyutundan ‘söylenme’ boyutuna geçtik: “Türkiye’nin marka vaadi konusunda bir milli mutabakat yok. Ülke markası doğru dürüst yönetilmiyor. Turizm pazarlamasıyla, ülke markasının yönetilmesini birbirine karıştırmayın!” diye yırtınıp duruyoruz. İşte bunun için… Milli İletişim Politikalarını oluşturmak adına…
Şimdi en çok ihtiyacımız olduğu dönemde, şu kavramları bir daha hatırlayalım: Türkiye markası, marka vaadi, milli iletişim politikası, kamu diplomasisi, konu yönetimi, gündem yönetimi…
Bu kavramlar bizim gibi sıradan insanların aklına gelmeyebilir ancak başta Dışişleri Bakanı Ali Babacan olmak üzere, bu işin sorumluluğuna soyunmuş kadroların aklından hiç çıkmaması gerekir.
Ancak o zaman bazı köşe yazarlarının ve politikacıların aklına gelen ve mevcut durumda haklı olarak endişe duydukları, “PKK’nın oyununa gelme ve Türk kamu oyunun provokasyon sonucu yeni bir 6-7 Eylül yaratması” gibi endişelere, yurt dışı desteği nasıl sağlanır gibi sorunlarla uğraşmaya gerek duyulmayabilir…
İletişim öğrenilen bir şeydir. Ve ne yazık ki her Türk iletişimci olarak doğmamaktadır… Bunu bir kavrasak…
Nihat Özdemir deyince herkesin aklına yıllarca ne geldi? Fenerbahçe yöneticisi, özelleştirmelere de katılan başarılı bir işadamı… Peki, bundan sonra ne gelecek? Enerji ihaleleri… Yolsuzluklar… Şu sıra basın haberi göstermelik bir şekilde adının ve soyadının baş harflerini kullanarak verse bile; değil mi ki herkesin tanıdığı fotoğrafları medyada yer aldı… Ok yaydan bir kere çıktı artık…
Zeki Çakan… Koray Aydın… Nihat Özdemir…
Nihat Bey de beraat edebilir. Kendisine yöneltilmiş tüm suçlamalardan aklanabilir… Peki sonra? İnsanların kafasındaki algı ne olacak?.. Her şey eskisi gibi olacak mı?.. Bana sorarsanız hayır…
İşte insan esas buna üzülüyor. Nihat Özdemir Bey’in mahkûm edilip edilmemesi artık hiç önemli değil. O zaten çoktan mahkûm edildi…
Yıllar önceydi. Ünlüce bir iş adamına itibar yönetimi kavramından söz etmiştim. Sinirlenmişti. “Sen şimdi bana itibarsız mı diyorsun?” diye çıkışmıştı… Öyle ya onun da adı futbolla ilgili olarak basında sıkça yer alıyordu. İş hayatında da başarılıydı. Tanınıyordu ya… İtibarı yönetmek de neyin nesiydi…
Umarım Nihat Özdemir olayı, bazı ünlülerin aklını başına getirir. Tanınmanın bir şey demek olmadığını belki kavrarlar. İtibarlarının bir anda yara alabilmesini engellemek için yönetmeleri gerektiğini anlarlar… Şöhret olmak ile marka olmak meselesini kavramasalar da en azından ‘sorgulamaya’ başlarlar…
Nihat Özdemir Beyin başına gelenler gerçekten çok üzücü…
Krizde aynı kanalı kullanmak gerekir
Dünkü gazeteler çok ilginç ilanlar doluydu. Bazen böyle olur. ‘Garabet’ tek başına gelmez. Toplu giriş yapar…
Tema Holding’in verdiği zarif olmasına zarif, ancak tamamen yanlış ‘ilan’ bu örneklerin en şiriniydi. Hiçbir işe yaramadığını, tersine sahibine zarar verme kabiliyeti bulunduğunu burada sık sık tekrarladığımız bir Kamuoyuna Duyuru ilanı…
Deniyor ki, internette dolaşan bazı e-postalarda ve mesaj programlarında (ne demekse) LC Wakiki markasının satıldığı yönünde bir iddia yer almaktadır. Yalandır… Bunların amacı itibarımızı sarsmak, şirketlerinin başarısını gölgelemektir. Bu iddiaları yayanlarla ilgili yasal işlem başlatılmıştır…
Çevreme sordum soruşturdum. Tahmin ettiğim gibi kimsenin daha önceden haberi yokmuş. Bu ilan vasıtasıyla haberleri olmuş. Böyle olur. Kendi ayağına ateş edersin. Haberi olmayanları da uyandırırsın… Tek yolu vardır. Kriz ve/veya atak hangi kanaldan geliyorsa o kanaldan reaksiyon vermek. Yoksa kendi kendine krizin etkisini artırırsın. Siz bu haberi okuduktan sonra durduk yerde ne düşüneceksiniz?.. Bir düşünsenize…
Nokia yarışmasını izlemek gerek
Bir halkla ilişkiler kampanyası reklamla ancak bu kadar iyi entegre edilebilir. Nokia Nseries, Kısa Film Yarışması projesi çerçevesinde son derece başarılı bir iletişim çalışması yürütüyor şu sıra…
Basın reklamlarının sloganı süper: Cebimde kısa film var…
Eğer birazcık iş ve iletişim yönetimiyle ilgiliyseniz mutlaka bu etkinliğin web sitesine bir uğrayın: www.nserieskisafilm.com.
Bu kadar yalın ve hedefe doğrudan kilitlenmiş bir entegre iletişim modeliyle Türkiye’de çok sık karşılaşmanız mümkün değildir. Yarışma tarihleri 6 Ekim 2007 – 25 Mart 2008 olarak verilmiş… Daha zaman var… İncelemeye devam edeceğiz. İnovasyonu tutarlılıkla bütünleştirdikleri kadar süreklilikle de tamamlayabilecekler mi, göreceğiz…
Her Türk iletişimci olarak doğmuyor
Hükümetin Kuzey Irak konusundaki ‘Milli İletişim Politikaları’ nedir? Bilen var mı? Ben bilmiyorum… Haydi diyelim ki, benim yeterli istihbarat kaynağım yok. Peki, kimin var? Bilen beri gelsin…
Hani şunu da diyebilirsiniz: Milli İletişim Politikası da neyin nesi?.. Bu üç kavram nasıl yan yana gelir?..
Bal gibi yan yana gelir. Milli Savunma Politikası, Milli Eğitim Politikası, Milli Enerji Politikası, Milli Kültür Politikası (Bkz. Mustafa Kemal Atatürk) nasıl oluyorsa; nasıl olması gerekiyorsa; Milli İletişim Politikası da olur. Olması gerekir…
Günlerdir Public Diplomacy (Kamu Diplomasisi) diye yazıp duruyorum ya. Hani Prof. Dr. Ali Atıf Bir de “Kamu deme halk de” diye karşı çıkıyor ya… İşte o… O kavramın bir ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda uzun vadeli stratejiler kapsamında hayata geçirilmesi için yapılacak çalışmalardan biri de Türkiye’nin Milli İletişim Politikalarını geliştirmesidir. Yıllardır söylüyoruz. Artık neredeyse ‘söyleme’ boyutundan ‘söylenme’ boyutuna geçtik: “Türkiye’nin marka vaadi konusunda bir milli mutabakat yok. Ülke markası doğru dürüst yönetilmiyor. Turizm pazarlamasıyla, ülke markasının yönetilmesini birbirine karıştırmayın!” diye yırtınıp duruyoruz. İşte bunun için… Milli İletişim Politikalarını oluşturmak adına…
Şimdi en çok ihtiyacımız olduğu dönemde, şu kavramları bir daha hatırlayalım: Türkiye markası, marka vaadi, milli iletişim politikası, kamu diplomasisi, konu yönetimi, gündem yönetimi…
Bu kavramlar bizim gibi sıradan insanların aklına gelmeyebilir ancak başta Dışişleri Bakanı Ali Babacan olmak üzere, bu işin sorumluluğuna soyunmuş kadroların aklından hiç çıkmaması gerekir.
Ancak o zaman bazı köşe yazarlarının ve politikacıların aklına gelen ve mevcut durumda haklı olarak endişe duydukları, “PKK’nın oyununa gelme ve Türk kamu oyunun provokasyon sonucu yeni bir 6-7 Eylül yaratması” gibi endişelere, yurt dışı desteği nasıl sağlanır gibi sorunlarla uğraşmaya gerek duyulmayabilir…
İletişim öğrenilen bir şeydir. Ve ne yazık ki her Türk iletişimci olarak doğmamaktadır… Bunu bir kavrasak…