Olmak ya da olmamak…
12 Ağustos 2023 yeni şafak
İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu 7 Ağustos’ta bir açıklama yapmış ve Meral Akşener’in 26 Ağustos’ta seçim sonuçlarıyla ilgili açıklamalarda bulunacağını duyurmuş. Yani konuşmanın yapılacağı tarihten 19 gün önce konuşmanın anonsunu yaparak büyük bir beklentiyi tetiklemiş.
“Acaba Meral Hanım ne diyecek?..” Herkesin bir tahmini, söyleyeceği bir söz var tabii…
Örneğin eski CHP milletvekili Barış Yarkadaş, Akşener’in çok sert bir konuşma hazırladığını dile getirmiş: “Her yerde kendi adaylarımızla seçime gireceğiz. Ben bir gün bu partinin başından gitsem bile CHP ile hiçbir şekilde ittifak yapmayacaksınız, diyecek."
İYİ Parti Teşkilat Başkanı Buğra Kavuncu’nun açıklamaları ise şöyle: "26 Ağustos’ta önemli bir aktivitemiz olacak. Büyük Taarruz’un 101’inci yıl dönümünde, Afyonkarahisar’da İYİ Parti olarak bütün teşkilatlarımızın da katılacağı bir etkinlik düzenliyoruz. Uzun süredir de sessizliğini muhafaza etmiş olan Genel Başkan’ımızın önemli açıklamalar yapacağı bir toplantı olacak.”
Bu, yorumlardan sadece ikisi… Diğerleri şöyle: “MHP ile ittifak yapacak…Cumhur İttifakı’yla iş birliği yapacak… İstifa edip siyaseti bırakacak” vs…
Bu siyasi iletişim vakası üç ayrı boyutuyla ele alınabilir:
Bir, beklenti yönetimi…
İki, itibar yönetimi…
Üç, vaat-güven ilişkisi…
Bir: Burada, algılama yönetiminin en önemli formüllerinden biri devreye girer: “Tatmin = Algılama-Beklenti”. Yani, beklentiyi kontrolsüz bir şekilde abartır ve yukarı çekerseniz ve nihayetindeki algılama, beklentinin çok altında kalırsa; algılama ile beklenti arasındaki mesafeyle doğru orantılı olarak ortaya tatminsizlik ve düş kırıklığı çıkmasını engelleyemezsiniz.
İki: Tatminsizlik ve düş kırıklığı ile itibar arasında da doğru orantı vardır. Örneğin, Meral Hanım’ın ‘6’lı Masa’dan kalkışı ile oturuşu arasındaki sürede partinin oylarının düşüş hızına bakarak, bilimsel olmasa da 10 puanlık hasar oluştuğundan söz edebiliriz. Kısa sürede böyle bir düşüş, siyaseten kolay kolay bertaraf edilemez. İtibarı, telgraf tellerindeki kuşlara benzetirler… Bir el çırpışıyla hepsini kaçırabilirsiniz. Sonrasında ise aynı kuşları yine aynı yere getirip kondurmak ise imkânsızdır.
Üç: İknaya yönelik iletişimin temelini oluşturan iki parametre vardır: Vaat ve güven… Hedef kitleleri ikna etmek için, iletişimin hiçbir türünde, ‘vaat’ tek başına çalışmaz. Ortaya atılan vaatler bütününün hayata geçirilebileceğine dair güven unsurunun da mutlaka kanıtlanması, içselleştirilmesi, tabiri amiyaneyle satın alınması şarttır. “Vaadi yüksek tut, sonrası Allah kerim” yaklaşımıyla yol alınamaz…
Bu üç unsur bir yana, 19 gün sonra yapılacak bir açıklamaya yönelik merakı tetiklemek için -reklam jargonuyla- ‘tease etmeye’ kalkarsanız, muhaliflerinize müthiş bir oyun alanı bırakarak başınıza bir başka iş daha almış olursunuz. Buna en iyi örnek, Sayın Devlet Bahçeli’nin 10 Ağustos’ta topu göğsünde yumuşatıp inisiyatifi ele alarak yaptığı açıklama olabilir: "Çağırdık dönmediniz yuvaya, yerel iktidarda komşu olalım ülke hayrına.”
Meral Hanım her şeyi 26 Ağustos’a kilitlemiş gibi. Durduk yerde kendini bir tür “olmak ya da olmamak” durumuna düşürmüş. Oradan ya zaferle çıkacak ya da dağ, bir kez daha fare doğuracak ve siyasi kariyeri büyük yara alacak.
Göreceğiz…
Günün sözü
“Beklentinin kalitesi, aksiyonlarınızın kalitesini belirler.”
Andre Godin (1817-1888)
Fransız yazar ve siyaset kuramcısı
Gözümüze takılanlar…
“Acaba Meral Hanım ne diyecek?..” Herkesin bir tahmini, söyleyeceği bir söz var tabii…
Örneğin eski CHP milletvekili Barış Yarkadaş, Akşener’in çok sert bir konuşma hazırladığını dile getirmiş: “Her yerde kendi adaylarımızla seçime gireceğiz. Ben bir gün bu partinin başından gitsem bile CHP ile hiçbir şekilde ittifak yapmayacaksınız, diyecek."
İYİ Parti Teşkilat Başkanı Buğra Kavuncu’nun açıklamaları ise şöyle: "26 Ağustos’ta önemli bir aktivitemiz olacak. Büyük Taarruz’un 101’inci yıl dönümünde, Afyonkarahisar’da İYİ Parti olarak bütün teşkilatlarımızın da katılacağı bir etkinlik düzenliyoruz. Uzun süredir de sessizliğini muhafaza etmiş olan Genel Başkan’ımızın önemli açıklamalar yapacağı bir toplantı olacak.”
Bu, yorumlardan sadece ikisi… Diğerleri şöyle: “MHP ile ittifak yapacak…Cumhur İttifakı’yla iş birliği yapacak… İstifa edip siyaseti bırakacak” vs…
Bu siyasi iletişim vakası üç ayrı boyutuyla ele alınabilir:
Bir, beklenti yönetimi…
İki, itibar yönetimi…
Üç, vaat-güven ilişkisi…
Bir: Burada, algılama yönetiminin en önemli formüllerinden biri devreye girer: “Tatmin = Algılama-Beklenti”. Yani, beklentiyi kontrolsüz bir şekilde abartır ve yukarı çekerseniz ve nihayetindeki algılama, beklentinin çok altında kalırsa; algılama ile beklenti arasındaki mesafeyle doğru orantılı olarak ortaya tatminsizlik ve düş kırıklığı çıkmasını engelleyemezsiniz.
İki: Tatminsizlik ve düş kırıklığı ile itibar arasında da doğru orantı vardır. Örneğin, Meral Hanım’ın ‘6’lı Masa’dan kalkışı ile oturuşu arasındaki sürede partinin oylarının düşüş hızına bakarak, bilimsel olmasa da 10 puanlık hasar oluştuğundan söz edebiliriz. Kısa sürede böyle bir düşüş, siyaseten kolay kolay bertaraf edilemez. İtibarı, telgraf tellerindeki kuşlara benzetirler… Bir el çırpışıyla hepsini kaçırabilirsiniz. Sonrasında ise aynı kuşları yine aynı yere getirip kondurmak ise imkânsızdır.
Üç: İknaya yönelik iletişimin temelini oluşturan iki parametre vardır: Vaat ve güven… Hedef kitleleri ikna etmek için, iletişimin hiçbir türünde, ‘vaat’ tek başına çalışmaz. Ortaya atılan vaatler bütününün hayata geçirilebileceğine dair güven unsurunun da mutlaka kanıtlanması, içselleştirilmesi, tabiri amiyaneyle satın alınması şarttır. “Vaadi yüksek tut, sonrası Allah kerim” yaklaşımıyla yol alınamaz…
Bu üç unsur bir yana, 19 gün sonra yapılacak bir açıklamaya yönelik merakı tetiklemek için -reklam jargonuyla- ‘tease etmeye’ kalkarsanız, muhaliflerinize müthiş bir oyun alanı bırakarak başınıza bir başka iş daha almış olursunuz. Buna en iyi örnek, Sayın Devlet Bahçeli’nin 10 Ağustos’ta topu göğsünde yumuşatıp inisiyatifi ele alarak yaptığı açıklama olabilir: "Çağırdık dönmediniz yuvaya, yerel iktidarda komşu olalım ülke hayrına.”
Meral Hanım her şeyi 26 Ağustos’a kilitlemiş gibi. Durduk yerde kendini bir tür “olmak ya da olmamak” durumuna düşürmüş. Oradan ya zaferle çıkacak ya da dağ, bir kez daha fare doğuracak ve siyasi kariyeri büyük yara alacak.
Göreceğiz…
Günün sözü
“Beklentinin kalitesi, aksiyonlarınızın kalitesini belirler.”
Andre Godin (1817-1888)
Fransız yazar ve siyaset kuramcısı
Gözümüze takılanlar…
- Zoom bile çalışanlarını ofise çağırmış! Şirket, ofisin 80 km yakınında yaşayan çalışanların haftada en az iki gün ofise gelmelerini talep ediyormuş. Bir şirket sözcüsü, açıklamasında, ofisin yakınında çalışanların belirli günler işe gelmelerinin Zoom için daha verimli olacağını söylemiş (pazarlamasyon.com). Uzaktan çalışma meselesinin ortak aklı, yenilikçiliği, şirket kültürünü benimsemeyi son derece olumsuz etkilediğinin yakın bir şahidi olarak Zoom’u gayet iyi anladığımı itiraf etmeliyim. Ancak bazı, özellikle de işe yeni başlayacak ve genç çalışanlara bu olumsuz yanların kendilerini de doğrudan etkilediğini anlatmak gerek. Geçenlerde bizim ajans başkanının başına gelmiş. İş başvurusu yapan bir adayla görüşüyorlarmış. Aday, “Çalışma şekliniz hakkında bilgi alabilir miyim” diye sormuş. Başkan da Eylül’den itibaren haftanın beş günü ofisten çalışmaya dönüldüğünü söyleyince, adayın cevabı şu olmuş: “O zaman maaşa göre karar veririm!” Görüşmenin orada sonlandığını söylemeye gerek yok herhâlde…
- Sabancı Vakfı’nın ana destekçisi olarak kuruluşuna katkıda bulunduğu, konservatuarlarda okuyan 73 genç müzisyenden oluşan Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), Türkiye ve İtalya’da toplam 9 konser verecekmiş. 23 Ağustos’ta İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde, 24 Ağustos’ta Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu’nda konserler verecek olan TUGFO, sonra İtalya’ya gidecekmiş. Hem ülkemizin genç yeteneklerinin desteklenmesi hem de ülkemizin tanıtımına ve yumuşak gücüne (soft power) katkı sağlayacak bu organizasyonda emeği geçenleri kutlarız. (Serdar Çeşen, cpartner.com)
- Google, arama motorunu kullanırken yapılan yazım yanlışlarını düzelten yapay zekâ özelliğini geliştirmiş. Bu özellik şimdilik sadece İngilizce aramalarda kullanılabiliyormuş (marketingturkiye.com). Türkçe’de yapılan ‘en popüler’ yazım yanlışı herhâlde dahi anlamında, ayrı yazılan -de -da eklerinin kullanımıdır… Bu derdimizin çaresi aslında Türk Dil Kurumu’nun sürekli geliştirilen 88 yıllık sözlüğünde var. TDK’nın yazım kurallarını okumuş, anlamış, uygulayan kaç kişi var etrafınızda bir bakının. Hocalarımızın, arkadaşlarımızın tenkitleri, internetteki şakayla karışık uyarılar bile bugüne kadar uygulamada bu sorunu kökten çözmeyi başaramadı. İnşallah Google başarır.