OMO yine alıp götürdü
15 Ocak 2007 - Marketing Türkiye
Son söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim: OMO üç yılda sınıfı geçti...
OMO’nun kendini farklılaştırma çabası içinde “kirlenmek güzeldir” mesajını vermesinin üzerinden tam üç yıl geçmiş. Unilever, ilk çıktığı günden itibaren OMO’nun hem marka itibarına hem de satışlarına vitamin etkisi yapan stratejiyi ilk günün heyecanıyla sürdürüyor. Ders bir: Süreklilik...
Unilever’in stratejisini ilk günden bu yana heyecanla izliyorum. Her biri birbirine benzeyen, “ben daha iyi yıkarım”, “ben daha beyazım” diyen deterjan firmalarından ayrışmak için cesur olmak ve farklı düşünmek gerekiyordu. Bir erkek olarak o tip reklamları görünce nasıl oluyor da hedef kitlesi olan kadınlar bu reklamlardan etkilenebiliyorlar diye düşünüyordum. Bir iletişimci olarak ise kirlenmenin güzel olduğunu gösteren, insanın adeta çamuru sevmesini sağlayan reklam filmleri beni etkilemişti: Ders iki: Yenilikçilik... (İnovasyon)
Bu arada “Birçok iyi reklam gibi sadece ekranlarda mı kalacak yoksa PR faaliyetleri ile desteklenerek OMO’nun duygusal mesajının geniş kitlelere yayılması sağlanabilecek mi?” diye de düşünmeden edememiştim.
O zamandan bu yana OMO’nun adının geçtiği yerlerde dikkat kesilir, ‘oluşturmaya çalıştıkları marka vaadine uygun hareket ediyorlar mı?’ diye incelerim. Ders üç: Tutarlılık...
(Bu arada Levent Erdem’in kulakları çınlasın benim bu süreklilik – tutarlılık – yenilikçilik üçlemesini tekrar etmemden sıkıldığını söylerdi... Leventçiğim, haklısın ama hedef kitlem sen değilsin... Bu nedenle ne kadar tekrarlasak azdır...)
Dönemlim Omo’ya... Son iletişim çalışmalarında sırtlarını sadece, herkesi içten fetheden Mazhar Alanson şarkısının olduğu reklama dayamadılar. Reklamdaki “sporun çocukların hayatındaki olumlu etkileri konusunda toplumu bilinçlendirme” hedefini entegre iletişim faaliyetleri ile destekliyorlar. Bir buçuk yıldır 20’den fazla ilde yapılan SporOmo Çocuk Şenlikleri ile yüz binlerce çocuk ve dolayısıyla onların ebeveyni ile buluşmak doğrudan pazarlama alanında örnek alınacak bir vaka.
OMO’cular bununla da yetinmemiş, bilgisayar çağı çocuklarına bizim zamanımızın oyunlarını öğretme misyonunu üstlenmiş. Feneryolu (Kadıköy) sokaklarında kısa şortlu bir çocukken oynadığım yakar top, istop, çömel kurtul oyunlarının kurallarını ferah bir tasarımla kartlara basılmış şekilde karşımda bulunca ister istemez o günlere döndüm.
Bir Bülent Şenver yetmez
“Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın...”
Finans dünyasının duayen isimlerinden Bülent Şenver ile geçtiğimiz sene bu zamanlarda kitap projesi için görüştüğümüzde bana ilk söylediği söz bu olmuştu. Zaten böylesine etkili ve dört kelimede her şeyi anlatan bir cümleye kayıtsız kalmam mümkün olamazdı. Ben de tamamı iletişim sektöründe edinilen tecrübemi gençlerle paylaşmak ve onlara dilimin döndüğünce iş hayatında başarılı olmanın temel maddeleri üzerinde iki çift kelam etmenin keyfi ile naçizane fikrimi dile getirmiştim.
Sadece ben mi? Şenver’in Ekim ayında piyasaya çıkan “Gençlere Mektup” kitabı Türkiye’nin kendi alanlarında en parlak 52 isminin tecrübe transferini içeriyor.
Bu kişilerin yaptıkları işleri yazmaya sayfalar yetmez ama Rahmi Koç, Sakıp Sabancı, Hüsnü Özyeğin, Hazım Kantarcı gibi profesyonellerin Mustafa Sarıgül, Mehmet Ali Birand gibi isimlerin deneyim, anı ve yorumlarını ilettiği bu kitap özellikle kariyer yolunun başındaki gençler için bir hazine.
Kitap ile ilgili hep kafamın bir yerini kurcalayan “her şey çok güzel de, okumayı ve kendini geliştirmeyi zul sayan gençler ya ilgi göstermezse?” düşüncesi, adeta şeytanın avukatlığını yapıyordu. Ama iki ay içinde kitabın ikinci baskı yaptığını öğrenmem ve büyük kitapçıların çok satanlar listesine kurulması, ne yalan söyleyeyim yeni nesile olan inancımı artırdı.
Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi’nde de tabiri caizse ‘kitabını yazdığı’ bankacılık konusunda ders veren Şenver’in memlekete faydalı genç liderler yetiştirme azmi heyecan verici. Kişisel servetten ziyade gençleri “usta” yapmanın en büyük zenginlik olduğunu düşünen üstadın www.turklider.org sitesinde de öncü olduğunu ispatlayan kanaat önderleri, fikir, görüş ve tecrübelerini siteye giren binlerce kişiyle paylaşıyor.
“Gençlere Mektup” kitabının geliri Şenver’in kurduğu “Türklider Eğitim Fonu”na bağışlanıyor. Böylece satın alanlar sadece kendilerine büyük bir iyilik yapmayacak aynı zamanda aydınlık yarınların da önünü açacak.
Şimdi Effie zamanı
İletişim sektörünü ilgilendiren yarışmaları kendi açımdan sıralarsam ilk sırayı Effie alır. Bunu bir çok kez, bir çok yerde dile getirdim. Reklamcılıkta, yaratıcılıktan ziyade etkililiği öne çıkaran Effie, ABD’den gecikmeyle de gelse, geçen yılki ilk tecrübesi bazı aksaklıklar olmasına rağmen iyi geçmişti. Bu yıl daha da olgunlaşan Effie’ye başvurular başladı. Son başvuru tarihi 2 Şubat 2007.
Reklamı, pazarlama hedeflerine ulaşmadaki yardım gücü ve rolüyle değerlendiren Effie’yi Türkiye’ye getiren ve devam ettirme başarısı gösteren Reklamverenler Derneği ve Reklamcılar Derneği’ni cesaretinden dolayı kutlamak gerekir.
İletişim sektörünün dinamiklerini oluşturan reklamveren, reklam ajansı, araştırma, halkla ilişkiler, medya yöneticileriyle akademik görevlilerden oluşan Effie jürisi reklamverenin parasını kendi parasını kullanıyormuş gibi sonuç odaklı kullanan, ve ona katma değer sağlayan reklamları ödüllendirecek.
Effie’nin ne menem bir şey olduğunu merak edenler ve sektöre nasıl bir açılım getireceğinden emin olamayanlar Reklamcılar ve Reklamverenler Derneği’nin ortak çalışması olan “1. Effie Türkiye Reklam Etkinliği Yarışması Kazananlar” kitabından bir an önce edinmeliler. Bu kitap hem kriterleri anlamak hem de geçen yılın kazananlarını incelemek adına tüm iletişimcilerin başucu kitabı olmalı.
Kristal Elma’ya katılmayı reddeden ‘senior’ reklam ajanslarını anlamam mümkündü. Bunlar eğer Effie’ye katılmazlarsa nedenini hiç kimse bana açıklayamaz...
OMO’nun kendini farklılaştırma çabası içinde “kirlenmek güzeldir” mesajını vermesinin üzerinden tam üç yıl geçmiş. Unilever, ilk çıktığı günden itibaren OMO’nun hem marka itibarına hem de satışlarına vitamin etkisi yapan stratejiyi ilk günün heyecanıyla sürdürüyor. Ders bir: Süreklilik...
Unilever’in stratejisini ilk günden bu yana heyecanla izliyorum. Her biri birbirine benzeyen, “ben daha iyi yıkarım”, “ben daha beyazım” diyen deterjan firmalarından ayrışmak için cesur olmak ve farklı düşünmek gerekiyordu. Bir erkek olarak o tip reklamları görünce nasıl oluyor da hedef kitlesi olan kadınlar bu reklamlardan etkilenebiliyorlar diye düşünüyordum. Bir iletişimci olarak ise kirlenmenin güzel olduğunu gösteren, insanın adeta çamuru sevmesini sağlayan reklam filmleri beni etkilemişti: Ders iki: Yenilikçilik... (İnovasyon)
Bu arada “Birçok iyi reklam gibi sadece ekranlarda mı kalacak yoksa PR faaliyetleri ile desteklenerek OMO’nun duygusal mesajının geniş kitlelere yayılması sağlanabilecek mi?” diye de düşünmeden edememiştim.
O zamandan bu yana OMO’nun adının geçtiği yerlerde dikkat kesilir, ‘oluşturmaya çalıştıkları marka vaadine uygun hareket ediyorlar mı?’ diye incelerim. Ders üç: Tutarlılık...
(Bu arada Levent Erdem’in kulakları çınlasın benim bu süreklilik – tutarlılık – yenilikçilik üçlemesini tekrar etmemden sıkıldığını söylerdi... Leventçiğim, haklısın ama hedef kitlem sen değilsin... Bu nedenle ne kadar tekrarlasak azdır...)
Dönemlim Omo’ya... Son iletişim çalışmalarında sırtlarını sadece, herkesi içten fetheden Mazhar Alanson şarkısının olduğu reklama dayamadılar. Reklamdaki “sporun çocukların hayatındaki olumlu etkileri konusunda toplumu bilinçlendirme” hedefini entegre iletişim faaliyetleri ile destekliyorlar. Bir buçuk yıldır 20’den fazla ilde yapılan SporOmo Çocuk Şenlikleri ile yüz binlerce çocuk ve dolayısıyla onların ebeveyni ile buluşmak doğrudan pazarlama alanında örnek alınacak bir vaka.
OMO’cular bununla da yetinmemiş, bilgisayar çağı çocuklarına bizim zamanımızın oyunlarını öğretme misyonunu üstlenmiş. Feneryolu (Kadıköy) sokaklarında kısa şortlu bir çocukken oynadığım yakar top, istop, çömel kurtul oyunlarının kurallarını ferah bir tasarımla kartlara basılmış şekilde karşımda bulunca ister istemez o günlere döndüm.
Bir Bülent Şenver yetmez
“Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın...”
Finans dünyasının duayen isimlerinden Bülent Şenver ile geçtiğimiz sene bu zamanlarda kitap projesi için görüştüğümüzde bana ilk söylediği söz bu olmuştu. Zaten böylesine etkili ve dört kelimede her şeyi anlatan bir cümleye kayıtsız kalmam mümkün olamazdı. Ben de tamamı iletişim sektöründe edinilen tecrübemi gençlerle paylaşmak ve onlara dilimin döndüğünce iş hayatında başarılı olmanın temel maddeleri üzerinde iki çift kelam etmenin keyfi ile naçizane fikrimi dile getirmiştim.
Sadece ben mi? Şenver’in Ekim ayında piyasaya çıkan “Gençlere Mektup” kitabı Türkiye’nin kendi alanlarında en parlak 52 isminin tecrübe transferini içeriyor.
Bu kişilerin yaptıkları işleri yazmaya sayfalar yetmez ama Rahmi Koç, Sakıp Sabancı, Hüsnü Özyeğin, Hazım Kantarcı gibi profesyonellerin Mustafa Sarıgül, Mehmet Ali Birand gibi isimlerin deneyim, anı ve yorumlarını ilettiği bu kitap özellikle kariyer yolunun başındaki gençler için bir hazine.
Kitap ile ilgili hep kafamın bir yerini kurcalayan “her şey çok güzel de, okumayı ve kendini geliştirmeyi zul sayan gençler ya ilgi göstermezse?” düşüncesi, adeta şeytanın avukatlığını yapıyordu. Ama iki ay içinde kitabın ikinci baskı yaptığını öğrenmem ve büyük kitapçıların çok satanlar listesine kurulması, ne yalan söyleyeyim yeni nesile olan inancımı artırdı.
Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi’nde de tabiri caizse ‘kitabını yazdığı’ bankacılık konusunda ders veren Şenver’in memlekete faydalı genç liderler yetiştirme azmi heyecan verici. Kişisel servetten ziyade gençleri “usta” yapmanın en büyük zenginlik olduğunu düşünen üstadın www.turklider.org sitesinde de öncü olduğunu ispatlayan kanaat önderleri, fikir, görüş ve tecrübelerini siteye giren binlerce kişiyle paylaşıyor.
“Gençlere Mektup” kitabının geliri Şenver’in kurduğu “Türklider Eğitim Fonu”na bağışlanıyor. Böylece satın alanlar sadece kendilerine büyük bir iyilik yapmayacak aynı zamanda aydınlık yarınların da önünü açacak.
Şimdi Effie zamanı
İletişim sektörünü ilgilendiren yarışmaları kendi açımdan sıralarsam ilk sırayı Effie alır. Bunu bir çok kez, bir çok yerde dile getirdim. Reklamcılıkta, yaratıcılıktan ziyade etkililiği öne çıkaran Effie, ABD’den gecikmeyle de gelse, geçen yılki ilk tecrübesi bazı aksaklıklar olmasına rağmen iyi geçmişti. Bu yıl daha da olgunlaşan Effie’ye başvurular başladı. Son başvuru tarihi 2 Şubat 2007.
Reklamı, pazarlama hedeflerine ulaşmadaki yardım gücü ve rolüyle değerlendiren Effie’yi Türkiye’ye getiren ve devam ettirme başarısı gösteren Reklamverenler Derneği ve Reklamcılar Derneği’ni cesaretinden dolayı kutlamak gerekir.
İletişim sektörünün dinamiklerini oluşturan reklamveren, reklam ajansı, araştırma, halkla ilişkiler, medya yöneticileriyle akademik görevlilerden oluşan Effie jürisi reklamverenin parasını kendi parasını kullanıyormuş gibi sonuç odaklı kullanan, ve ona katma değer sağlayan reklamları ödüllendirecek.
Effie’nin ne menem bir şey olduğunu merak edenler ve sektöre nasıl bir açılım getireceğinden emin olamayanlar Reklamcılar ve Reklamverenler Derneği’nin ortak çalışması olan “1. Effie Türkiye Reklam Etkinliği Yarışması Kazananlar” kitabından bir an önce edinmeliler. Bu kitap hem kriterleri anlamak hem de geçen yılın kazananlarını incelemek adına tüm iletişimcilerin başucu kitabı olmalı.
Kristal Elma’ya katılmayı reddeden ‘senior’ reklam ajanslarını anlamam mümkündü. Bunlar eğer Effie’ye katılmazlarsa nedenini hiç kimse bana açıklayamaz...