On dönüm bostan, yan gel yat Osman!...
01 Haziran 2010 - Marketing Türkiye
Bu lafı ilk kez Ahmet Zorlu’dan duymuştum… Girişimcilik, yatırım zihniyeti ve cesareti ile yarı feodal KOBİ mantığı arasındaki farkı ne güzel de vurguluyordu…
Küçük esnaf zihniyetini Almanlar da “Klein aber mein!” (Küçük olsun ama benim olsun!) sözü ile anlatırlar…
İki reklam ajansının (RPM Radar – Ajans Ultra) birleşme haberi bana bu sözleri çağrıştırdı. Tabii bir de geçen sayı Marketing Türkiye’ye kapak konusu olan, PR şirketlerinin içinde amipler gibi bölünüp ayrılarak çoğalan ‘en uzman ve en yaratıcı iletişim danışmanı’ firmaları haberini hatırlamadan geçemedim…
***
Kapitalist sistem, kurum ve kuruluşları neye zorlar?..
Büyümeye… Gelişmeye… Güçlenmeye… Yani başta insan olmak üzere her türlü kıymet ve kaynağın ‘temerküzüne’ (konsantre bir şekilde birikimine)… Liberalizmin oyun kuralları içinde ‘sürdürülebilirliğin’ birincil koşulu tek kelime ile ‘konsolidasyondur’…
Liberalizm bisiklete binmek gibi bir şeydir… Yavaşladıkça dengenizi tutmak, düşmemek zorlaşır…
Bugün Türkiye’de kriz etkili olsa da eskisi gibi hissedilmiyor… Bunun nedeni hiç şüphesiz bankacılık sisteminin 2000’lerin başında geçirdiği transformasyondur…
Türkiye Bankalar Birliği’nin verdiği rakamlara bir bakalım:
Yıl
Toplam Banka Sayısı
Yurt içi şube sayısı
Yurt dışı şube sayısı
1999
75
7.721
36
2000
81
8.056
58
2010
45
9.040
57
Yıllık cirolara bakarsak, ya da ‘kişi başına düşen gelir’e (per capita income), verimliliğin de arttığı görülecektir…
Aynı kıyaslamayı reklam ve PR sektöründe yaparsak yine göreceğiz ki, kişi başına düşen toplam gelir bir iki PR şirketini hariç tutarsak, halkla ilişkiler sektöründe reklam sektörüyle karşılaştırılmayacak kadar düşüktür… Hani matematikte dendiği gibi ‘ihmal edilebilir’ (negligible) bir durum söz konusudur…
***
Hal böyleyken Hürriyet’in “Reklamın iki devi evlendi ‘tsunami gibi talep’ gördü” başlığı altında verdiği haber dikkatle analiz edilmelidir. Kimin tarafından? İletişim sektörünün tamamı tarafından… Çünkü bu başlık, sürekli bölünme ve ‘ayrılıp bir kısım müşterileri de götürüp kendi ajansını kurma’ haberlerine alışmış bir dünyanın geç kalmış ‘transformasyon’ habercisidir…
Sadece Paul McMillen’ı, Füsun Gençsü’yü (RPM), Faruk Kaptan’ı ve Hakkı Mısırlıoğlu’nu (Ajans Ultra) kutlamak ve anlamak için değil; sektörün KOBİ ve ‘Osman’ sendromundan nasıl kurtulabileceğini kavramak için bu birleşmeyi tartışma masasına yatırmalıyız…
Eşyanın tabiatı gereği daha iyi hizmeti daha ucuza almak isteyen müşterinin kendisine hizmet veren genci ajansından ayırtıp özel hizmet verecek yeni ajans kurmaya teşvik etmesini anlamak durumundayız… Ya da hizmet aldığı PR şirketine ayda 10 lira ‘fee’ ödeyeceğine, hizmeti üreten çalışanı 5 liraya transfer etmeyi ve kendi içinde kurduğu kurum içi iletişim ünitesi ile (house agency) daha etkin iletişim hizmeti oluşturmayı uygun gören şirketlerin ancak günün birinde bu işin ‘rantabl’ olmadığını kavrayacaklarına inanmak durumundayız…
***
Aslında yapacak fazla bir şey yoktur… Sizin yanınızda çalışan danışmana eğer ‘danışan’ iki üç katı ücret ödeyip almayı bir matah sayıyor, günün birinde bu uyanıklığın ters tepeceğini göremiyorsa hiçbir şey yapamazsınız. Ters tepecektir, çünkü bu mantıkla bakıldığında tüm alınan, dışarıya verilen (outsource) hizmet ve ürünleri kendi bünyesinde üretmesinin doğru olacağı gibi saçma sapan bir sonuca ulaşılabilir ki, sistem bunu zaman içinde mutlaka kusar…
İletişim sektöründe uygulanacak tek strateji, katma değerli hizmet kalitenizi yükseltip gelirinizi artırmak ve danışmanlarınıza daha yüksek ücret ve gelecek tasarımı sunarak ayrılmalarını engellemeye çalışmak olabilir… Kapitalizmin ve liberal ekonominin hiçbir yerinde yazmayan engellemelerle çalışanların rekabete ve müşterilere gitmelerini durdurmaya çalışmak, gidişlerini ‘etik’ değil diye damgalamak akıl dışıdır…
***
Bizim, 120 kişinin çalıştığı şirketler grubunda yaşadığımız tecrübe ortadadır. Bersay’ın bünyesinden bugüne kadar onlarca kişi ayrılmıştır. Rekabete giden pek azdır. Çoğu müşteri tarafına geçmiştir… Örneğin iletişim sektörünün önde gelen bir şirketi en iyi 4 elemanımızı almıştır. Şaka yollu sohbetimizde “İnsan Kaynakları bölümümüz ilk size bakar!” dediklerine tanık olmuşuzdur… Biz de espriye espriyle yanıt verip “Size eleman yetiştirmek için 600 bin Dolar yatırım yapıp Bersay İletişim Enstitüsü’nü kurduk. Gizli kapaklı yapmanıza gerek yok; açıkça söyleyin kimi istiyorsanız verelim!” demişizdir…
Son sayı Marketing Türkiye’de söyleşileri yayınlanan, kendi PR şirketlerini kurmuş 6 şirket sahibinin beşi daha önce bizde danışman olarak çalışıyorlardı… Hal böyleyken onların ayrılışlarının ardından hiçbir zaman gönül koymakla, ya da onların aleyhlerine bir durum yaratmakla uğraşmadık. Tabii ki üzüldük ama arkadaşlarımızı Bersay’dan, ofis partileriyle uğurladık… Bersay’da daha önce çalışmış ve bugün ya patron ya da eleman olarak başka şirketlerde faaliyet gösteren arkadaşların tutkuyla birbirlerine bağlı olmaları ve zaman zaman bir araya gelip geniş katılımlı sohbet yemekleri düzenlemeleri, Enstitü’nün pek çok etkinliğinde yer almaları, doğru yolun ne olduğuna işaret etmektedir…
***
Sonuç olarak, PR sektörünün gidişatında çalışanların suç ve sorumluluk oranı sıfırdır… Yüzde 1 falan değil; SIFIR!.. Onlar tabii ki çıkarları doğrultusunda bildikleri gibi hareket edeceklerdir. Sorumlu olan konsolidasyonu, temerküzü, gücü, gelişimi, AR-GE’yi, yatırımı gerçekleştirmeyen, bir araya gelip meselelerini ve çıkış yollarını tartışamayan PR ajanslarıdır…
Türkiye’de PR ‘yaptığını’ iddia eden 5 binden fazla ajans olduğu söylenir… 19 üyeli İDA’nın (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) uluslar arası çatı örgütü ICCO’ya verdiği rapora göre üye şirketlerin yıllık toplam danışmanlık geliri 2009 -2010 için 15 milyon Avrodur. İDA, üyelerinin sektörün %50’sini oluşturduğunu ifade etmektedir. Yani İDA Türkiye iletişim danışmanlığı sektörünün toplam gelirini 30 milyon Avro olarak tahmin etmektedir (İngiltere: 1,5 milyar Avro)… (Bkz. ICCO World Report, 2010; S.10)
30 Milyonluk sektör ‘parçalanırken’ ve haksız yere çalışanlarını suçlarken, milyarlık reklam sektörü ‘konsolide’ olmaktadır… Size de garip gelmiyor mu?
Öncelikle meseleye tam da kalbinden yaklaşan Marketing Türkiye’yi kutluyorum. Dergiyi eleştireceğimize işin içinden nasıl çıkacağımıza bakalım… RPM’yi ve Ultra’yı %50 ortalıkla kurdukları yeni şirketleri UltraRPM için ayrıca gönülden kutluyorum… Doğru olanı yapmışlar. Yolları açık olacaktır…
Bu kitabı okumak her iletişimciye ‘vaciptir’…
Bugünlerde aldığım en güzel hediyeyi MPR’nin (Pazarlama Halkla İlişkiler) patronu Meral Saçkan kardeşimiz göndermiş… MPR’nin 15’inci yılı için çıkarmışlar bu kitabı.
“21. Yüzyılda Pazarlama Profesyonelinin Halkla İlişkiler El Kitabı”…
Thomas L. Harris ve Patricia Whalen yazmışlar…
‘El Kitabı’ kavramı ne yazık ki, Türkçede istenilen anlamı vermiyor… El Kitabı (Handbook’tan ya da Handbuch’tan çeviri) içinde o konuyla ilgili (neredeyse) her şeyi bulabileceğiniz kitap demek…
Kitap yazıldıktan sonra üç kez güncellenerek 2009’daki haliyle Prof. Serra Görpe tarafından dilimize kazandırılmış…
İçinde müthiş tavsiye notları var: Burson Marsteller Yön. K. Bşk. Harold Burson, Edelman’ın Kurucu Başkanı Daniel J. Edelman, GolinHarris Yön. K. Bşk. Al Golin, Fleishman-Hillard Yön. K. Bşk. John D. Graham, The Origin of Brands yazarı Al Ries vb…
Philip Kotler’in önsözünü de unutmamak gerekir…
‘İçindekiler’e bir göz atalım:
1. Pazarlama Yönelimli Halkla İlişkileri Anlama (PYHİ patlaması, PYHİ’yi yönlendiren pazar ortamı güçleri, Klasik PYHİ, Güven faktörü, PYHİ nasıl katma değer oluşturur, İtme, çekme, geçme (yol açma), Başarı için koşullar: Harris Grid)
2. PYHİ’nin başarısı için planlama (PYHİ stratejik planlama süreci, Hedef pazarlama: Demografikten yaşam tarzına, Çok kültürlü ve küresel pazarları hedefleme, Kritik bir izleyici kitlesine ulaşma: İç markalama, A’dan Z’ye PYHİ taktikleri, Geleneksel medyada yansıma almak, Online görünürlük sağlamak, En önemli nokta: Ölçümleme ve değerlendirme)
3. PYHİ’yi kullanmak (Yeni ürünleri tanıtmak, Markaları korumak ve reklamı haber yapmak, Sponsorluklar ve özel etkinlikler, Yer pazarlaması, Fısıltı yaratma, ürün yerleştirmek ve deneysel pazarlama, İşletmelere yönelik PYHİ, Amaca yönelik PYHİ, Kurum sözcüleri, PYHİ’nin geleceği)…
Meral aynı yazarın Pazarlama İletişimine yönelik 1991 yılında yazdığı kitabı okuduğunda çok etkilenmiş. Yolunu belirlemiş… Bir zamanlar ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ adlı kitabın insanlar üzerinde yaptığı gibi bir etki herhalde… Hayatı Marketing Public Relation (MPR) olmuş Saçkan’ın…
Onun yolunun uzunca bir bölümüne ben de tanık oldum… Meral Saçkan gibi iletişimcilerin varlıkları sektör için her zaman bir şans olmuştur. İletişimle ilgilenen herkes gibi siz de kitabı edinin ve Meral Saçkan’ın yazdığı önsözü mutlaka okuyun…
Bu ne başarılı PR işidir!...
Eskişehir Anadolu’dan Prof. Dr. Ali Murat Vural Hoca şöyle bir notla bize göndermiş: “Bir kent markasının yönetimi, kentin tanıtımı, algısının ve itibarının yükseltilmesi, bunun için ‘elçiler’in nasıl üretildiğini göstermesi açısından hayli kayda değer bir çalışma örneği olarak gördüm ve bu basın bültenini sizinle de paylaşmak istedim.”
Hoca yerden göğe kadar haklı… Hem gelen bültenin vaat müthiş; hem de fotoğraflar… Hele de benim gibi Eskişehir’in ve Porsuk’un eski halini bilenler kim bilir ne kadar etkilenmişlerdir…
Basın bülteni kısa ve iyi tasarlanmış… Biraz erken gelse, bir ihtimal bizi İstanbul’dan kalkan o trene koyabilirdi…
“Değerli Basın Mensubu,
Aşkın ve sevginin yeni şehri olmaya hazırlanan ‘Şehr-i Aşk’ Eskişehir, 22-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında iki gün boyunca; sevgileriyle Türkiye’ye örnek olmuş çiftleri ağırlayacak! Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in davetlisi olarak İstanbul’dan Eskişehir’e gidecek olan davetliler, Porsuk Nehri üzerinde bulunan ‘Şehr-i Aşk’ adasının açılışını da gerçekleştirecekler!
Aysun - Ali Kocatepe, Anjelika Akbar – Batu Tarman, Ayça Bingöl - Ali Altuğ, Aydan - Yalım Eralp, Ebru Cündübeyoğlu - Güçlü Mete, Belma - Gani Müjde, Aylin - Gökhan Kırdar, Cengiz Semercioğlu – Berna Bayık, Göksel Kortay, Gül - Ekrem Bora, Gürbüz - İlhami Atalay, Haldun Dormen, Ilgın - İskender Paydaş, Ebru - Levent Üzümcü, Nevra - Metin Serezli, Mustafa Alabora, Müge - Serdar Denktaş, Nedret Güvenç - Okan Bilgütay, Nur - Murat Aysan, Ceyhan Gölcek, Nuran - Güngör Uras, Orhan Birgit, Pınar Öğün - Memet Ali Alabora, Suna - Erol Keskin, Suzan - Aydın Boysan, Şebnem Özinal, Vahide - Altan Gördüm, Gülsen Tuncer – Engin Ayça, Hayrettin Karaca ve daha birçok değerli sürpriz ismin aralarında bulunduğu davetliler; modern şehircilik anlayışının yanı sıra genç ve enerjik şehir kimliğini yeni boyutlara taşıyan bir şehir olan Eskişehir’de romantizm dolu iki gün geçirecekler.
Saygılarımla,
Aslı GÜNGÖR,
BKZ., Banu K. Zeytinoğlu İletişim…”
Hem Eskişehir’i Yeni Eskişehir yapan bu büyük adamı hem de BKZ’yi tebrik ediyorum…
Küçük esnaf zihniyetini Almanlar da “Klein aber mein!” (Küçük olsun ama benim olsun!) sözü ile anlatırlar…
İki reklam ajansının (RPM Radar – Ajans Ultra) birleşme haberi bana bu sözleri çağrıştırdı. Tabii bir de geçen sayı Marketing Türkiye’ye kapak konusu olan, PR şirketlerinin içinde amipler gibi bölünüp ayrılarak çoğalan ‘en uzman ve en yaratıcı iletişim danışmanı’ firmaları haberini hatırlamadan geçemedim…
***
Kapitalist sistem, kurum ve kuruluşları neye zorlar?..
Büyümeye… Gelişmeye… Güçlenmeye… Yani başta insan olmak üzere her türlü kıymet ve kaynağın ‘temerküzüne’ (konsantre bir şekilde birikimine)… Liberalizmin oyun kuralları içinde ‘sürdürülebilirliğin’ birincil koşulu tek kelime ile ‘konsolidasyondur’…
Liberalizm bisiklete binmek gibi bir şeydir… Yavaşladıkça dengenizi tutmak, düşmemek zorlaşır…
Bugün Türkiye’de kriz etkili olsa da eskisi gibi hissedilmiyor… Bunun nedeni hiç şüphesiz bankacılık sisteminin 2000’lerin başında geçirdiği transformasyondur…
Türkiye Bankalar Birliği’nin verdiği rakamlara bir bakalım:
Yıl
Toplam Banka Sayısı
Yurt içi şube sayısı
Yurt dışı şube sayısı
1999
75
7.721
36
2000
81
8.056
58
2010
45
9.040
57
Yıllık cirolara bakarsak, ya da ‘kişi başına düşen gelir’e (per capita income), verimliliğin de arttığı görülecektir…
Aynı kıyaslamayı reklam ve PR sektöründe yaparsak yine göreceğiz ki, kişi başına düşen toplam gelir bir iki PR şirketini hariç tutarsak, halkla ilişkiler sektöründe reklam sektörüyle karşılaştırılmayacak kadar düşüktür… Hani matematikte dendiği gibi ‘ihmal edilebilir’ (negligible) bir durum söz konusudur…
***
Hal böyleyken Hürriyet’in “Reklamın iki devi evlendi ‘tsunami gibi talep’ gördü” başlığı altında verdiği haber dikkatle analiz edilmelidir. Kimin tarafından? İletişim sektörünün tamamı tarafından… Çünkü bu başlık, sürekli bölünme ve ‘ayrılıp bir kısım müşterileri de götürüp kendi ajansını kurma’ haberlerine alışmış bir dünyanın geç kalmış ‘transformasyon’ habercisidir…
Sadece Paul McMillen’ı, Füsun Gençsü’yü (RPM), Faruk Kaptan’ı ve Hakkı Mısırlıoğlu’nu (Ajans Ultra) kutlamak ve anlamak için değil; sektörün KOBİ ve ‘Osman’ sendromundan nasıl kurtulabileceğini kavramak için bu birleşmeyi tartışma masasına yatırmalıyız…
Eşyanın tabiatı gereği daha iyi hizmeti daha ucuza almak isteyen müşterinin kendisine hizmet veren genci ajansından ayırtıp özel hizmet verecek yeni ajans kurmaya teşvik etmesini anlamak durumundayız… Ya da hizmet aldığı PR şirketine ayda 10 lira ‘fee’ ödeyeceğine, hizmeti üreten çalışanı 5 liraya transfer etmeyi ve kendi içinde kurduğu kurum içi iletişim ünitesi ile (house agency) daha etkin iletişim hizmeti oluşturmayı uygun gören şirketlerin ancak günün birinde bu işin ‘rantabl’ olmadığını kavrayacaklarına inanmak durumundayız…
***
Aslında yapacak fazla bir şey yoktur… Sizin yanınızda çalışan danışmana eğer ‘danışan’ iki üç katı ücret ödeyip almayı bir matah sayıyor, günün birinde bu uyanıklığın ters tepeceğini göremiyorsa hiçbir şey yapamazsınız. Ters tepecektir, çünkü bu mantıkla bakıldığında tüm alınan, dışarıya verilen (outsource) hizmet ve ürünleri kendi bünyesinde üretmesinin doğru olacağı gibi saçma sapan bir sonuca ulaşılabilir ki, sistem bunu zaman içinde mutlaka kusar…
İletişim sektöründe uygulanacak tek strateji, katma değerli hizmet kalitenizi yükseltip gelirinizi artırmak ve danışmanlarınıza daha yüksek ücret ve gelecek tasarımı sunarak ayrılmalarını engellemeye çalışmak olabilir… Kapitalizmin ve liberal ekonominin hiçbir yerinde yazmayan engellemelerle çalışanların rekabete ve müşterilere gitmelerini durdurmaya çalışmak, gidişlerini ‘etik’ değil diye damgalamak akıl dışıdır…
***
Bizim, 120 kişinin çalıştığı şirketler grubunda yaşadığımız tecrübe ortadadır. Bersay’ın bünyesinden bugüne kadar onlarca kişi ayrılmıştır. Rekabete giden pek azdır. Çoğu müşteri tarafına geçmiştir… Örneğin iletişim sektörünün önde gelen bir şirketi en iyi 4 elemanımızı almıştır. Şaka yollu sohbetimizde “İnsan Kaynakları bölümümüz ilk size bakar!” dediklerine tanık olmuşuzdur… Biz de espriye espriyle yanıt verip “Size eleman yetiştirmek için 600 bin Dolar yatırım yapıp Bersay İletişim Enstitüsü’nü kurduk. Gizli kapaklı yapmanıza gerek yok; açıkça söyleyin kimi istiyorsanız verelim!” demişizdir…
Son sayı Marketing Türkiye’de söyleşileri yayınlanan, kendi PR şirketlerini kurmuş 6 şirket sahibinin beşi daha önce bizde danışman olarak çalışıyorlardı… Hal böyleyken onların ayrılışlarının ardından hiçbir zaman gönül koymakla, ya da onların aleyhlerine bir durum yaratmakla uğraşmadık. Tabii ki üzüldük ama arkadaşlarımızı Bersay’dan, ofis partileriyle uğurladık… Bersay’da daha önce çalışmış ve bugün ya patron ya da eleman olarak başka şirketlerde faaliyet gösteren arkadaşların tutkuyla birbirlerine bağlı olmaları ve zaman zaman bir araya gelip geniş katılımlı sohbet yemekleri düzenlemeleri, Enstitü’nün pek çok etkinliğinde yer almaları, doğru yolun ne olduğuna işaret etmektedir…
***
Sonuç olarak, PR sektörünün gidişatında çalışanların suç ve sorumluluk oranı sıfırdır… Yüzde 1 falan değil; SIFIR!.. Onlar tabii ki çıkarları doğrultusunda bildikleri gibi hareket edeceklerdir. Sorumlu olan konsolidasyonu, temerküzü, gücü, gelişimi, AR-GE’yi, yatırımı gerçekleştirmeyen, bir araya gelip meselelerini ve çıkış yollarını tartışamayan PR ajanslarıdır…
Türkiye’de PR ‘yaptığını’ iddia eden 5 binden fazla ajans olduğu söylenir… 19 üyeli İDA’nın (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) uluslar arası çatı örgütü ICCO’ya verdiği rapora göre üye şirketlerin yıllık toplam danışmanlık geliri 2009 -2010 için 15 milyon Avrodur. İDA, üyelerinin sektörün %50’sini oluşturduğunu ifade etmektedir. Yani İDA Türkiye iletişim danışmanlığı sektörünün toplam gelirini 30 milyon Avro olarak tahmin etmektedir (İngiltere: 1,5 milyar Avro)… (Bkz. ICCO World Report, 2010; S.10)
30 Milyonluk sektör ‘parçalanırken’ ve haksız yere çalışanlarını suçlarken, milyarlık reklam sektörü ‘konsolide’ olmaktadır… Size de garip gelmiyor mu?
Öncelikle meseleye tam da kalbinden yaklaşan Marketing Türkiye’yi kutluyorum. Dergiyi eleştireceğimize işin içinden nasıl çıkacağımıza bakalım… RPM’yi ve Ultra’yı %50 ortalıkla kurdukları yeni şirketleri UltraRPM için ayrıca gönülden kutluyorum… Doğru olanı yapmışlar. Yolları açık olacaktır…
Bu kitabı okumak her iletişimciye ‘vaciptir’…
Bugünlerde aldığım en güzel hediyeyi MPR’nin (Pazarlama Halkla İlişkiler) patronu Meral Saçkan kardeşimiz göndermiş… MPR’nin 15’inci yılı için çıkarmışlar bu kitabı.
“21. Yüzyılda Pazarlama Profesyonelinin Halkla İlişkiler El Kitabı”…
Thomas L. Harris ve Patricia Whalen yazmışlar…
‘El Kitabı’ kavramı ne yazık ki, Türkçede istenilen anlamı vermiyor… El Kitabı (Handbook’tan ya da Handbuch’tan çeviri) içinde o konuyla ilgili (neredeyse) her şeyi bulabileceğiniz kitap demek…
Kitap yazıldıktan sonra üç kez güncellenerek 2009’daki haliyle Prof. Serra Görpe tarafından dilimize kazandırılmış…
İçinde müthiş tavsiye notları var: Burson Marsteller Yön. K. Bşk. Harold Burson, Edelman’ın Kurucu Başkanı Daniel J. Edelman, GolinHarris Yön. K. Bşk. Al Golin, Fleishman-Hillard Yön. K. Bşk. John D. Graham, The Origin of Brands yazarı Al Ries vb…
Philip Kotler’in önsözünü de unutmamak gerekir…
‘İçindekiler’e bir göz atalım:
1. Pazarlama Yönelimli Halkla İlişkileri Anlama (PYHİ patlaması, PYHİ’yi yönlendiren pazar ortamı güçleri, Klasik PYHİ, Güven faktörü, PYHİ nasıl katma değer oluşturur, İtme, çekme, geçme (yol açma), Başarı için koşullar: Harris Grid)
2. PYHİ’nin başarısı için planlama (PYHİ stratejik planlama süreci, Hedef pazarlama: Demografikten yaşam tarzına, Çok kültürlü ve küresel pazarları hedefleme, Kritik bir izleyici kitlesine ulaşma: İç markalama, A’dan Z’ye PYHİ taktikleri, Geleneksel medyada yansıma almak, Online görünürlük sağlamak, En önemli nokta: Ölçümleme ve değerlendirme)
3. PYHİ’yi kullanmak (Yeni ürünleri tanıtmak, Markaları korumak ve reklamı haber yapmak, Sponsorluklar ve özel etkinlikler, Yer pazarlaması, Fısıltı yaratma, ürün yerleştirmek ve deneysel pazarlama, İşletmelere yönelik PYHİ, Amaca yönelik PYHİ, Kurum sözcüleri, PYHİ’nin geleceği)…
Meral aynı yazarın Pazarlama İletişimine yönelik 1991 yılında yazdığı kitabı okuduğunda çok etkilenmiş. Yolunu belirlemiş… Bir zamanlar ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ adlı kitabın insanlar üzerinde yaptığı gibi bir etki herhalde… Hayatı Marketing Public Relation (MPR) olmuş Saçkan’ın…
Onun yolunun uzunca bir bölümüne ben de tanık oldum… Meral Saçkan gibi iletişimcilerin varlıkları sektör için her zaman bir şans olmuştur. İletişimle ilgilenen herkes gibi siz de kitabı edinin ve Meral Saçkan’ın yazdığı önsözü mutlaka okuyun…
Bu ne başarılı PR işidir!...
Eskişehir Anadolu’dan Prof. Dr. Ali Murat Vural Hoca şöyle bir notla bize göndermiş: “Bir kent markasının yönetimi, kentin tanıtımı, algısının ve itibarının yükseltilmesi, bunun için ‘elçiler’in nasıl üretildiğini göstermesi açısından hayli kayda değer bir çalışma örneği olarak gördüm ve bu basın bültenini sizinle de paylaşmak istedim.”
Hoca yerden göğe kadar haklı… Hem gelen bültenin vaat müthiş; hem de fotoğraflar… Hele de benim gibi Eskişehir’in ve Porsuk’un eski halini bilenler kim bilir ne kadar etkilenmişlerdir…
Basın bülteni kısa ve iyi tasarlanmış… Biraz erken gelse, bir ihtimal bizi İstanbul’dan kalkan o trene koyabilirdi…
“Değerli Basın Mensubu,
Aşkın ve sevginin yeni şehri olmaya hazırlanan ‘Şehr-i Aşk’ Eskişehir, 22-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında iki gün boyunca; sevgileriyle Türkiye’ye örnek olmuş çiftleri ağırlayacak! Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in davetlisi olarak İstanbul’dan Eskişehir’e gidecek olan davetliler, Porsuk Nehri üzerinde bulunan ‘Şehr-i Aşk’ adasının açılışını da gerçekleştirecekler!
Aysun - Ali Kocatepe, Anjelika Akbar – Batu Tarman, Ayça Bingöl - Ali Altuğ, Aydan - Yalım Eralp, Ebru Cündübeyoğlu - Güçlü Mete, Belma - Gani Müjde, Aylin - Gökhan Kırdar, Cengiz Semercioğlu – Berna Bayık, Göksel Kortay, Gül - Ekrem Bora, Gürbüz - İlhami Atalay, Haldun Dormen, Ilgın - İskender Paydaş, Ebru - Levent Üzümcü, Nevra - Metin Serezli, Mustafa Alabora, Müge - Serdar Denktaş, Nedret Güvenç - Okan Bilgütay, Nur - Murat Aysan, Ceyhan Gölcek, Nuran - Güngör Uras, Orhan Birgit, Pınar Öğün - Memet Ali Alabora, Suna - Erol Keskin, Suzan - Aydın Boysan, Şebnem Özinal, Vahide - Altan Gördüm, Gülsen Tuncer – Engin Ayça, Hayrettin Karaca ve daha birçok değerli sürpriz ismin aralarında bulunduğu davetliler; modern şehircilik anlayışının yanı sıra genç ve enerjik şehir kimliğini yeni boyutlara taşıyan bir şehir olan Eskişehir’de romantizm dolu iki gün geçirecekler.
Saygılarımla,
Aslı GÜNGÖR,
BKZ., Banu K. Zeytinoğlu İletişim…”
Hem Eskişehir’i Yeni Eskişehir yapan bu büyük adamı hem de BKZ’yi tebrik ediyorum…