Onlar dışarıdan biz içeriden…
04 HAZİRAN 2012
Dün bizim gazetede manşet olan arkadaşımız Esin Gedik’in “Olimpiyatı Sivaslı Aldı” başlıklı haberi kesinlikle geçiştirilmemeli. ‘Zamanın ruhu’ ve ‘girişimci ruhun başarısı’ kavramları arasındaki bağlantıyı kavramadan, Münih’teki 7. Perakende Liderleri Konferansı’nda liseden ağabeyim Abdullah Kiğılı’nın altını çizdiği gibi “Bırakın başka ülkeleri kendi ülkende de bir şey olamazsınız”… 2012 Londra Olimpiyatları’nın açılışında giyilecek kıyafetlerin üretimi işinin, 30 yıldır İngiltere’de yaşayan Sivaslı tekstilci Mehmet Sar’ın şirketi Bi City’nin kazanması manşetlik haberdir ama soruna çözüm, yaraya da merhem değildir.
Tabii ki, Bi City’nin İngiltere’de tutunması için verilen mücadeleye, harcanan çabaya şapka çıkarmamak mümkün değil. Sıfırdan, belki de ekside, gelip aralarında Victoria Beckham’ın da bulunduğu ünlü bireysel markalardan müşteriler edinmek, 50 deve dişi gibi şirketin arasından seçilerek 5 milyon Pound’luk işi kazanmak, her babayiğidin harcı değil…
Alman vatandaşı Real Madrid’li Mesut Özil de benzer bir vakadır; Rıfat Özbek de, Fatih Akın da, Ferhan Özpetek de, Londra’daki Özer ve Sofra restoran zincirinin sahibi Hüseyin Özer de, Öger Tour’u Avrupa’nın en büyüklerinden biri haline getirmiş olan Vural Öger ve kızı Nina Öger de…
Bu başarılı girişimciler neyi kanıtlar?
Türklerin millet olarak beceriksiz ve geri zekâlı olmadığını; gerekli ortam sağlanırsa iş dünyasında büyük başarılara imza atılabileceğini mesela. Ancak tamamına yakını, gelişmiş kapitalist ülkelerin girişimcilerine tanıdıkları ekonomik ve finansal ortamlarda neşvünema (gelişme) olanakları bulmuşlardır. Türkiye’nin değil… Bu nedenle de ekonomik varlıklarını ortaya koydukları ülkelerin itibarına ve kendi bireysel marka değerlerine güç katarlar, Türkiye’ninkine değil.
Son yıllarda, örneğin perakendede, Türkiye’nin ülke marka itibarının ve Türkiye’den çıkarak dünyaya açılan markaların değerinin, Münih’te gördüğümüz gibi, hızla yükseliyor olması, Batı’nın mümbit toprağında gelişmiş bu girişimcilere de mutlaka yarayacaktır.
Onlar dışarıdan, bizimkiler içerden… Bu iş olacak sanki…
Tembellik vahşi kapitalizmin ürünüdür
Dünkü Hürriyet’in İK ekinde bir araştırma yayınlandı. Bana biraz 2002 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Daniel Kahneman’ın ünlü araştırmasını çağrıştırdı. Sormuş Kahneman, “En yakın arkadaşınızın kansere yakalanma riski nedir?” Cevap çok net: “%65”… Hemen ardından aynı kişilere ikinci soru yöneltilmiş:”Sizin kansere yakalanma riskiniz ne kadardır?” Bu konuda da tereddüt yokmuş: “%1”… Nasıl?..
İK araştırmasında ise bizim çalışanlarımızın %94’ü iş yerlerinde tembel iş arkadaşlarının bulunduğunu söylemişler. Eminim kendilerini nasıl bulduklarını sorsalar, “Çok çalışkanız; pire gibi hızlı, tilki gibi zeki, insan gibi yaratıcıyız” gibi yanıtlar alırlardı…
Yenibiriş.com’un araştırmasına göre iş yerlerinde şu tip tembeller varmış: İşi savsaklayan, erteleyen ve başkalarına yıkanlar %66.1, sosyal medyada zaman geçirenler %11, sürekli bahane uyduranlar %9.4, çay kahve molası verip saatlerce dönmeyenler %6.4, geç gelip erken çıkanlar %4.3, sürekli izin isteyenler %3…
Peki bu tembeller, durumlarını nasıl kamufle ediyorlarmış? Şöyle: ÇalışıyorMUŞ gibi yaparak %51.4, yönetime yakın durarak (yağcılık) %20.3, kendini iyi pazarlayarak %16.3, başkalarının başarısını da üstlenerek %7, şirin gözükerek %5…
Şöyle bir düşünün… Oranlar elbette değişebilir… Ancak hangi şirkette Bertolt Brecht’in “Her türlü melanetin başlangıcıdır” dediği ‘tembellik’ mikrobu yok ki… Sistem bunları bulup çıkarabiliyorsa ne âlâ. Yoksa emekliliğe kadar idare ederler, hatta en üst düzeyde pozisyonların kendilerine ait olmasına bile bazen ciddi ciddi kendilerini inandırır ve yakın çevrelerinin de buna inanmasını beklerler…
Her şeyi zekâ ve akılla halledeceğini sanan, ruhun tekâmülünü unutan, bu şekilde giderek ‘maneviyatını’ da yitirdiği söylenen Batı’nın krizlerinin nedenlerinden biri olarak ‘tembellik’ gösterilmiyor mu? Çok uluslu şirketlerin ARGE ve üretim departmanlarında çalışan kadronun dışında kalan bilumum taifenin vahşi kapitalizmin ‘poponu kolla gerisini düşünme’ şeklindeki dehlizlerinin içinde kaybolup gitmeye şartlandığını bizzat Batı bilmiyor mu?..
Bu taifenin çalışıyorMUŞ gibi yaptığı, ilgliyMİŞ gibi, arkadaş canlısıyMIŞ, entelektüelMİŞ, doğacıyMIŞ, spordan sanattan anlarMIŞ gibi yaptığı bizzat Batı’lı izan, irfan, ilim sahibi entelektüellerce iddia edilmiyor mu?
Bu kendini, zeki sanan –çoğu da melun olmalarına rağmen zeki ve akıllıdırlar aslında- tembel takımı zaman içinde ‘popo kollama’ adına ‘mış gibi’ yapmaya öyle odaklanıyorlar ki, ‘yalnız değilMİŞ’ gibi, ‘mutluyMUŞ’ gibi yapmaktan; bu duyguların sahicilerini yaşayamaz hale geliyorlar.
Aslında ‘tembellere’ kızmamak; onlara acımak lazım…
Tabii ki, Bi City’nin İngiltere’de tutunması için verilen mücadeleye, harcanan çabaya şapka çıkarmamak mümkün değil. Sıfırdan, belki de ekside, gelip aralarında Victoria Beckham’ın da bulunduğu ünlü bireysel markalardan müşteriler edinmek, 50 deve dişi gibi şirketin arasından seçilerek 5 milyon Pound’luk işi kazanmak, her babayiğidin harcı değil…
Alman vatandaşı Real Madrid’li Mesut Özil de benzer bir vakadır; Rıfat Özbek de, Fatih Akın da, Ferhan Özpetek de, Londra’daki Özer ve Sofra restoran zincirinin sahibi Hüseyin Özer de, Öger Tour’u Avrupa’nın en büyüklerinden biri haline getirmiş olan Vural Öger ve kızı Nina Öger de…
Bu başarılı girişimciler neyi kanıtlar?
Türklerin millet olarak beceriksiz ve geri zekâlı olmadığını; gerekli ortam sağlanırsa iş dünyasında büyük başarılara imza atılabileceğini mesela. Ancak tamamına yakını, gelişmiş kapitalist ülkelerin girişimcilerine tanıdıkları ekonomik ve finansal ortamlarda neşvünema (gelişme) olanakları bulmuşlardır. Türkiye’nin değil… Bu nedenle de ekonomik varlıklarını ortaya koydukları ülkelerin itibarına ve kendi bireysel marka değerlerine güç katarlar, Türkiye’ninkine değil.
Son yıllarda, örneğin perakendede, Türkiye’nin ülke marka itibarının ve Türkiye’den çıkarak dünyaya açılan markaların değerinin, Münih’te gördüğümüz gibi, hızla yükseliyor olması, Batı’nın mümbit toprağında gelişmiş bu girişimcilere de mutlaka yarayacaktır.
Onlar dışarıdan, bizimkiler içerden… Bu iş olacak sanki…
Tembellik vahşi kapitalizmin ürünüdür
Dünkü Hürriyet’in İK ekinde bir araştırma yayınlandı. Bana biraz 2002 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Daniel Kahneman’ın ünlü araştırmasını çağrıştırdı. Sormuş Kahneman, “En yakın arkadaşınızın kansere yakalanma riski nedir?” Cevap çok net: “%65”… Hemen ardından aynı kişilere ikinci soru yöneltilmiş:”Sizin kansere yakalanma riskiniz ne kadardır?” Bu konuda da tereddüt yokmuş: “%1”… Nasıl?..
İK araştırmasında ise bizim çalışanlarımızın %94’ü iş yerlerinde tembel iş arkadaşlarının bulunduğunu söylemişler. Eminim kendilerini nasıl bulduklarını sorsalar, “Çok çalışkanız; pire gibi hızlı, tilki gibi zeki, insan gibi yaratıcıyız” gibi yanıtlar alırlardı…
Yenibiriş.com’un araştırmasına göre iş yerlerinde şu tip tembeller varmış: İşi savsaklayan, erteleyen ve başkalarına yıkanlar %66.1, sosyal medyada zaman geçirenler %11, sürekli bahane uyduranlar %9.4, çay kahve molası verip saatlerce dönmeyenler %6.4, geç gelip erken çıkanlar %4.3, sürekli izin isteyenler %3…
Peki bu tembeller, durumlarını nasıl kamufle ediyorlarmış? Şöyle: ÇalışıyorMUŞ gibi yaparak %51.4, yönetime yakın durarak (yağcılık) %20.3, kendini iyi pazarlayarak %16.3, başkalarının başarısını da üstlenerek %7, şirin gözükerek %5…
Şöyle bir düşünün… Oranlar elbette değişebilir… Ancak hangi şirkette Bertolt Brecht’in “Her türlü melanetin başlangıcıdır” dediği ‘tembellik’ mikrobu yok ki… Sistem bunları bulup çıkarabiliyorsa ne âlâ. Yoksa emekliliğe kadar idare ederler, hatta en üst düzeyde pozisyonların kendilerine ait olmasına bile bazen ciddi ciddi kendilerini inandırır ve yakın çevrelerinin de buna inanmasını beklerler…
Her şeyi zekâ ve akılla halledeceğini sanan, ruhun tekâmülünü unutan, bu şekilde giderek ‘maneviyatını’ da yitirdiği söylenen Batı’nın krizlerinin nedenlerinden biri olarak ‘tembellik’ gösterilmiyor mu? Çok uluslu şirketlerin ARGE ve üretim departmanlarında çalışan kadronun dışında kalan bilumum taifenin vahşi kapitalizmin ‘poponu kolla gerisini düşünme’ şeklindeki dehlizlerinin içinde kaybolup gitmeye şartlandığını bizzat Batı bilmiyor mu?..
Bu taifenin çalışıyorMUŞ gibi yaptığı, ilgliyMİŞ gibi, arkadaş canlısıyMIŞ, entelektüelMİŞ, doğacıyMIŞ, spordan sanattan anlarMIŞ gibi yaptığı bizzat Batı’lı izan, irfan, ilim sahibi entelektüellerce iddia edilmiyor mu?
Bu kendini, zeki sanan –çoğu da melun olmalarına rağmen zeki ve akıllıdırlar aslında- tembel takımı zaman içinde ‘popo kollama’ adına ‘mış gibi’ yapmaya öyle odaklanıyorlar ki, ‘yalnız değilMİŞ’ gibi, ‘mutluyMUŞ’ gibi yapmaktan; bu duyguların sahicilerini yaşayamaz hale geliyorlar.
Aslında ‘tembellere’ kızmamak; onlara acımak lazım…