Onlar nasıl yapıyor bu işi?
08 OCAK 2006
Yılbaşı ve bayramlar, iş ve iletişim dünyasında sıradanlıkla özellik yaratmanın yarışı halinde geçer. Örneğin eposta ortamında ya da SMS ile gönderilen tebrik mesajlarının tamamı birer vasatlık simgesidir. Sanki biz değil de Microsoft ya da GSM şirketleri bizim vasıtamızla insanların yeni yıllarını kutlar.
'All users' (tüm kullanıcılara) yollanan 'undisclosed recipients' (toplu gönderim) notu ile gelen mesajlar, hiç bakılmadan doğru çöpe... Bana gelen etebrikler Allah'tan her geçen bayramda ve yılbaşında giderek azalıyor. Kaş yaparken göz çıkarmak istemeyenler, ne kadar sinir olduğumu bildikleri için bu yolu seçmezler.
Dünyadaki tüm ölçümlemeler insanların ilişki biçimlerinde tercihlerini şu sıralamayla yaptıklarını göstermekte: 1. Yüz yüze görüşme; 2. Telefonla görüşme; 3. Islak imzalı yazışma; 4. Altı imzalı faks; 5. eposta, SMS vs...
Şu sıra çok moda. İnsanlara "Nasılsınız?" diye sorun. Alınan yanıt standarttır neredeyse: "Çok yoğunum!" Bizler gibi, 'vasat' insanların tebriklerini ilk üç sıradaki tercihleri kullanarak yapmaları daha kolaydır. Fakat binlerce insanla temas halinde olan bazı 'yoğunlara' ne demeli? Bu yılbaşı ve bayram vesilesiyle aldığım tebriklerde de durum değişmedi. Yine çok meşgul olduğu bilinen işadamı ve üst düzey yöneticilerden telefon ve şahsa özel el yazısı ile yazılmış notlar aldım. Bu 'yoğun' kesime en tipik örnek Ahmet Zorlu'dur, Ali ve Mustafa Koç'tur, ya da Faruk ve Bülent Eczacıbaşı'dır. Kesinlikle onlar kadar 'yoğun' olmayanlar ise kopyala - yapıştır elektronik kart ve SMS'lerle işi geçiştirirler...
'Yoğunların' tanıdıklarının sayısı belki 1000'leri aşar. Nasıl zaman bulurlar da insana kendini 'özel' hissettirmeyi başarırlar, anlaşılır gibi değildir. Bir de bu işadamı ve üst düzey yöneticiler 'ünvan'la, 'görev'le konuşmazlar; 'insanla' konuşurlar. Ya da en azından bu algılamayı yaratmayı başarırlar.
Yeni yılda ve bayramlarda kendinize ve sevdiklerinize 'adam' gibi zaman ayırıp emek vermeniz, 'yoğunluk' yaşamamanız dileğiyle...
Aslolan 'pop klasiği'dir, 'hit' değil
Bir yandan Erol Evgin'i dinliyorum. Bir yandan da bizim 'pop klasiklerini' düşünüyorum. Ne kadar azdırlar aslında... Birileri çıkıp da, bir zamanlar Beatles'ın "Yesterday"i için yapıldığı gibi, örneğin devlet senfoni eşliğinde, Onno Tunç Sezen Aksu klasiklerini, Melih Kibar Çiğdem Talu Erol Evgin üçlüsünün şaheserlerini, Nükhet Duru'nun, Nilüfer'in, Kayahan'ın, MFÖ'nün, Modern Folk'un, Hümeyra'nın, Fikret Kızılok'un, Barış Manço'nun, Leman Sam'ın, Ali Kocatepe'nin, Ajda Pekkan'ın tüm kuşakların duygu derinliklerine köprü kuran 'ever green'lerini (her zaman yeşil kalanlar) yorumlatıp ya da orijinal bantları bulup ölümsüz bir CD hazırlasa...
Erol Evgin bu yolda kendi çapında önemli bir adım atmış. 1976 ile 1980 yılları arasında Talu-Kibar-Evgin üçlüsünün ürettikleri 20 eserin master bantlarını arşivlerden bulup çıkarmış. Yüksek teknoloji desteğiyle temizletmiş. Kapağı ile, içeriği ile muhteşem bir CD çıkmış ortaya. Evgin CD'yi önce, yeni açılmış olan Etiler Lounge Cafe'ye davet ettiği yakınlarına tanıttı. Mekanı da yaptığı işe, yaşam anlayışına uygun seçmişti. Nükhet Duru, Umur Talu, Hıncal Uluç, Ertekin, Arda Uskan, Faruk Bayhan, Mustafa Oğuz, Melih Kibar'ın en üretici yıllarında yanında olmuş eşi Ethel, Ruhat Mengi, Halit Kıvanç, bir çırpıda gözüme takılan Evgin dostlarıydı. Murat Evgin'in gitarı eşliğinde Erol birkaç parça söyledi. Sonra da Nükhet Duru gönül tellerine dokundu:
"Gün olur da hani bir gün benden bıkarsan / Gün olur da hani bu evden çıkıp gidersen / Sanma ki senden / Senin uğruna verdiklerimden / Geriye bir şey isterim sen ayrılırken / Sanma ki senin için yaptıklarımın / Hesabı sorulacaktır senden / Beni benimle bırak giderken / Başka bir şey istemem ayrılırken / Bana bir tek beni bırak ne olur / Gerisi senin olsun..."
Pop klasikleri, yeni kuşak pop sanatçılarına şunu öğretir aslında: Gerçek ve kalıcı bir star olmak istiyorsan asıl hedeflemen gereken 'hit' çıkarmak değil, 'pop klasikleri' arasına girecek eser yakalamak olmalı. Para kazandıracak 'hit'ler o uğraşın sadece bir yan ürünü olabilir. Ne mutlu Erol Evgin'e ki, onca pop klasiğinin altında imzası var. Bunca yıldır sadece 'varlık' değil, aynı zamanda 'var' olabilmesini buna borçlu olmalı...
Kadınlar! Haydi fındık almaya!..
Hatanın tarifi (aslında hata yerine başka bir kelime kullanılıyor ama biz buraya yakıştıramadık) "aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemekmiş". Fındık Tanıtım Grubu'nun ikinci Aganigi kampanyası da bu tarife iyi bir örnek oluşturuyor.
İlk kampanya 2000'lerin başıydı. Demiştim ki 'Bizim millete sökmez bu numara'. Açıkça cinselliğe gönderme yapan, üstelik kimsenin ağzını açıp söyleyemediği iktidarsızlığa deva olacağını iddia eden bir reklam nasıl olur da Türk toplumunun kültür ve değerlerine uyar? Dahası alışveriş yapanların yüzde 80'ine yakını kadın. Kadın gidecek kuruyemişçiye diyecek ki: "250 gram fındık istiyorum"; tezgahtar hiç sesini çıkarmasa; sadece gülümsese; nasıl hisseder o kadın?.. Ya da aynı kadın "250 gram yeter mi yenge?" türünden 'yalaka' bir soruyla karşılaşsa...
Değerlerle ters bir mesaja yönelirsen büyük risk alırsın. 2000 yılında bu riski almışlardı. Tarih 27 Ağustos 2000. Gazete Milliyet. Sayfa 10. Tam sayfa bir araştırma. Haberi yapan kişi Nedim Şener. Başlıkta koca puntolarla deniyor ki: "Asıl parayı hep Aganigi diye reklam yapanlar kazandı"...
Fındık Tanıtım Grubu, web sitesinde ilk kampanyada yüzde 30 artış sağlandığını söylüyor. Fındık üreticileri de battıklarını... İnşallah bu sefer satarlar da, biz de tükürdüğümüzü yalar, "değerler falan önemli değildir, aslolan reklamın yaratıcı, konuşturan, 'güzel ve çarpıcı' olmasıdır" deriz...
Bir de karışık olmasa
Yine Cem Yılmaz... Yine çok sempatik ve komik bir reklam... Bu sefer içimde tereddüt yok. Çünkü mesaj net: Opet'ten alışveriş yap, sana oyuncak "Konuşan Gitt" vereyim! Bana da bir tane yollamışlar. Çok şirin. Sadece bu şirin oyuncağa nasıl sahip olunacağı anlatılmıyor. Neden anlatılmadığını basın bülteni gelince anladım. Kafa karıştırmak için daha zor bir yol bulunamazdı herhalde: Arabayı 1250 puan karşılığında veriyorlar; isterseniz 250 ya da 500 puan harcayıp 10 YTL veya 7.5 YTL nakit ödeyerek de alabiliyorsunuz. Cem Yılmaz'ın yarış ceketi 3000 puan; isterseniz 250 puana 27.5 YTL ya da 500 puana 25 YTL ödeyerek de sahip olabiliyorsunuz. Cem Yılmaz'ın tokalı kemeri 500 puan, kolyesi 75 puanmış... Çok basit değil mi?.. Herhalde kabahat bizde... Kafamız karışık...
Bu kampanya TV reklamında nasıl söylensin? Ya yalınlaştıracaksın, ya da hiç değilse gazete reklamlarında ayrıntılı anlatacaksın. Bence birinci yol seçilmeliydi.
Bu arada Pınar o muhteşem 'konuşan organların' bebeklerini piyasaya çıkaracak da göreceğiz. Atı alan Üsküdar'ı geçiyor...
'All users' (tüm kullanıcılara) yollanan 'undisclosed recipients' (toplu gönderim) notu ile gelen mesajlar, hiç bakılmadan doğru çöpe... Bana gelen etebrikler Allah'tan her geçen bayramda ve yılbaşında giderek azalıyor. Kaş yaparken göz çıkarmak istemeyenler, ne kadar sinir olduğumu bildikleri için bu yolu seçmezler.
Dünyadaki tüm ölçümlemeler insanların ilişki biçimlerinde tercihlerini şu sıralamayla yaptıklarını göstermekte: 1. Yüz yüze görüşme; 2. Telefonla görüşme; 3. Islak imzalı yazışma; 4. Altı imzalı faks; 5. eposta, SMS vs...
Şu sıra çok moda. İnsanlara "Nasılsınız?" diye sorun. Alınan yanıt standarttır neredeyse: "Çok yoğunum!" Bizler gibi, 'vasat' insanların tebriklerini ilk üç sıradaki tercihleri kullanarak yapmaları daha kolaydır. Fakat binlerce insanla temas halinde olan bazı 'yoğunlara' ne demeli? Bu yılbaşı ve bayram vesilesiyle aldığım tebriklerde de durum değişmedi. Yine çok meşgul olduğu bilinen işadamı ve üst düzey yöneticilerden telefon ve şahsa özel el yazısı ile yazılmış notlar aldım. Bu 'yoğun' kesime en tipik örnek Ahmet Zorlu'dur, Ali ve Mustafa Koç'tur, ya da Faruk ve Bülent Eczacıbaşı'dır. Kesinlikle onlar kadar 'yoğun' olmayanlar ise kopyala - yapıştır elektronik kart ve SMS'lerle işi geçiştirirler...
'Yoğunların' tanıdıklarının sayısı belki 1000'leri aşar. Nasıl zaman bulurlar da insana kendini 'özel' hissettirmeyi başarırlar, anlaşılır gibi değildir. Bir de bu işadamı ve üst düzey yöneticiler 'ünvan'la, 'görev'le konuşmazlar; 'insanla' konuşurlar. Ya da en azından bu algılamayı yaratmayı başarırlar.
Yeni yılda ve bayramlarda kendinize ve sevdiklerinize 'adam' gibi zaman ayırıp emek vermeniz, 'yoğunluk' yaşamamanız dileğiyle...
Aslolan 'pop klasiği'dir, 'hit' değil
Bir yandan Erol Evgin'i dinliyorum. Bir yandan da bizim 'pop klasiklerini' düşünüyorum. Ne kadar azdırlar aslında... Birileri çıkıp da, bir zamanlar Beatles'ın "Yesterday"i için yapıldığı gibi, örneğin devlet senfoni eşliğinde, Onno Tunç Sezen Aksu klasiklerini, Melih Kibar Çiğdem Talu Erol Evgin üçlüsünün şaheserlerini, Nükhet Duru'nun, Nilüfer'in, Kayahan'ın, MFÖ'nün, Modern Folk'un, Hümeyra'nın, Fikret Kızılok'un, Barış Manço'nun, Leman Sam'ın, Ali Kocatepe'nin, Ajda Pekkan'ın tüm kuşakların duygu derinliklerine köprü kuran 'ever green'lerini (her zaman yeşil kalanlar) yorumlatıp ya da orijinal bantları bulup ölümsüz bir CD hazırlasa...
Erol Evgin bu yolda kendi çapında önemli bir adım atmış. 1976 ile 1980 yılları arasında Talu-Kibar-Evgin üçlüsünün ürettikleri 20 eserin master bantlarını arşivlerden bulup çıkarmış. Yüksek teknoloji desteğiyle temizletmiş. Kapağı ile, içeriği ile muhteşem bir CD çıkmış ortaya. Evgin CD'yi önce, yeni açılmış olan Etiler Lounge Cafe'ye davet ettiği yakınlarına tanıttı. Mekanı da yaptığı işe, yaşam anlayışına uygun seçmişti. Nükhet Duru, Umur Talu, Hıncal Uluç, Ertekin, Arda Uskan, Faruk Bayhan, Mustafa Oğuz, Melih Kibar'ın en üretici yıllarında yanında olmuş eşi Ethel, Ruhat Mengi, Halit Kıvanç, bir çırpıda gözüme takılan Evgin dostlarıydı. Murat Evgin'in gitarı eşliğinde Erol birkaç parça söyledi. Sonra da Nükhet Duru gönül tellerine dokundu:
"Gün olur da hani bir gün benden bıkarsan / Gün olur da hani bu evden çıkıp gidersen / Sanma ki senden / Senin uğruna verdiklerimden / Geriye bir şey isterim sen ayrılırken / Sanma ki senin için yaptıklarımın / Hesabı sorulacaktır senden / Beni benimle bırak giderken / Başka bir şey istemem ayrılırken / Bana bir tek beni bırak ne olur / Gerisi senin olsun..."
Pop klasikleri, yeni kuşak pop sanatçılarına şunu öğretir aslında: Gerçek ve kalıcı bir star olmak istiyorsan asıl hedeflemen gereken 'hit' çıkarmak değil, 'pop klasikleri' arasına girecek eser yakalamak olmalı. Para kazandıracak 'hit'ler o uğraşın sadece bir yan ürünü olabilir. Ne mutlu Erol Evgin'e ki, onca pop klasiğinin altında imzası var. Bunca yıldır sadece 'varlık' değil, aynı zamanda 'var' olabilmesini buna borçlu olmalı...
Kadınlar! Haydi fındık almaya!..
Hatanın tarifi (aslında hata yerine başka bir kelime kullanılıyor ama biz buraya yakıştıramadık) "aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemekmiş". Fındık Tanıtım Grubu'nun ikinci Aganigi kampanyası da bu tarife iyi bir örnek oluşturuyor.
İlk kampanya 2000'lerin başıydı. Demiştim ki 'Bizim millete sökmez bu numara'. Açıkça cinselliğe gönderme yapan, üstelik kimsenin ağzını açıp söyleyemediği iktidarsızlığa deva olacağını iddia eden bir reklam nasıl olur da Türk toplumunun kültür ve değerlerine uyar? Dahası alışveriş yapanların yüzde 80'ine yakını kadın. Kadın gidecek kuruyemişçiye diyecek ki: "250 gram fındık istiyorum"; tezgahtar hiç sesini çıkarmasa; sadece gülümsese; nasıl hisseder o kadın?.. Ya da aynı kadın "250 gram yeter mi yenge?" türünden 'yalaka' bir soruyla karşılaşsa...
Değerlerle ters bir mesaja yönelirsen büyük risk alırsın. 2000 yılında bu riski almışlardı. Tarih 27 Ağustos 2000. Gazete Milliyet. Sayfa 10. Tam sayfa bir araştırma. Haberi yapan kişi Nedim Şener. Başlıkta koca puntolarla deniyor ki: "Asıl parayı hep Aganigi diye reklam yapanlar kazandı"...
Fındık Tanıtım Grubu, web sitesinde ilk kampanyada yüzde 30 artış sağlandığını söylüyor. Fındık üreticileri de battıklarını... İnşallah bu sefer satarlar da, biz de tükürdüğümüzü yalar, "değerler falan önemli değildir, aslolan reklamın yaratıcı, konuşturan, 'güzel ve çarpıcı' olmasıdır" deriz...
Bir de karışık olmasa
Yine Cem Yılmaz... Yine çok sempatik ve komik bir reklam... Bu sefer içimde tereddüt yok. Çünkü mesaj net: Opet'ten alışveriş yap, sana oyuncak "Konuşan Gitt" vereyim! Bana da bir tane yollamışlar. Çok şirin. Sadece bu şirin oyuncağa nasıl sahip olunacağı anlatılmıyor. Neden anlatılmadığını basın bülteni gelince anladım. Kafa karıştırmak için daha zor bir yol bulunamazdı herhalde: Arabayı 1250 puan karşılığında veriyorlar; isterseniz 250 ya da 500 puan harcayıp 10 YTL veya 7.5 YTL nakit ödeyerek de alabiliyorsunuz. Cem Yılmaz'ın yarış ceketi 3000 puan; isterseniz 250 puana 27.5 YTL ya da 500 puana 25 YTL ödeyerek de sahip olabiliyorsunuz. Cem Yılmaz'ın tokalı kemeri 500 puan, kolyesi 75 puanmış... Çok basit değil mi?.. Herhalde kabahat bizde... Kafamız karışık...
Bu kampanya TV reklamında nasıl söylensin? Ya yalınlaştıracaksın, ya da hiç değilse gazete reklamlarında ayrıntılı anlatacaksın. Bence birinci yol seçilmeliydi.
Bu arada Pınar o muhteşem 'konuşan organların' bebeklerini piyasaya çıkaracak da göreceğiz. Atı alan Üsküdar'ı geçiyor...