Operayı sevmeyi öğrenmek şarttır!
27.02.2010
İnsan operayı doğuştan sever mi? Hayır sevmez… Opera, çikolata gibi popüler müzik gibi keyifle, zevkle, ilk karşılaştığınız anda tat alıp sindirebileceğiniz bir sanat alanı değildir. Caz gibi… Nonfigüratif resim gibi ya da postmodern her türden akım gibi… Opera ‘sevmeyi öğrenmek’ gereken sanat dallarından biridir…
Her ne kadar “Diyeceğini adam gibi söylesene kardeşim. Bir saat şarkı söylemenin ne anlamı var?” şeklinde eleştirilerle karşılaşsa da, operayı da diğerlerinde olduğu gibi ‘sevmeyi öğrenmek’ mümkündür. Peki şart mıdır? Evet şarttır… Ruhun zenginliği için operayı sevmeyi öğrenmek şarttır. Cazı ve sanat sinemasını, klasik Türk musikisini, Divan edebiyatını, soyut şiiri sevmeyi öğrenmenin şart olduğu gibi…
Operayı sevmeyi öğrenmeye Mozart’la başlamakta yarar vardır. Operalarından herhangi birini izlemeden önce Milos Forman’ın Amadeus adlı filmiyle haşır neşir olmayı tavsiye ederiz. Entelektüel ile popülerin birleştiği noktada ortaya çıkan klasik olgusuna en uygun başyapıtlardan olan bu filmde Forman, Mozart’ın operaya bakışını çok güzel anlatır. Hele tüm otoritelerce ‘operaların operası’ olarak kabul edilen Don Giovanni’nin sunuluşu bambaşkadır.
Figaro’nun Düğünü ise operayı halka sevdirmek için çırpınan Mozart’ın en başarılı komik eserlerinden biridir. İlerde salon komedilerini, vodvillere temel teşkil edecek her türlü yapı taşını, bu muhteşem eserde gözlemlemek mümkündür. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Figaro’nun Düğünü operasını Kadıköy’de Belediye’nin, Başkanın yedi ceddine dua ettirecek bir titizlik ve kültürel derinlikle renove ettiği Süreyya Operası’nın rüya gibi salonunda sergiliyor.
Biletleri bir ay önceden aldık. Salon tıklım tıklım… İğne atsanız yere düşmeyecek. Bizim klasik müzik, opera, bale konusunda zayıf kaldığımızı düşünen tüm Batı hayranı entelijansiyanın parmağını ısırtacak bir performans izledik.
Değişerek oynuyorlar. Bize düşen kadro şöyleydi: Figaro (Cengiz Sayın), Susanna (Ayten Telek), Kont (Caner Akgün), Kontes (Otilia M. İpek)
Hepsi muhteşemdi… Hele kostümleri tasarlamış olan Sevtaç Demirer’in eserleri… Nefis… Keşke 5 TL’ye satılan çok güzel hazırlanmış program kitabını operayı izlemeye gitmeden önce okusaymışız. Çok daha fazla tat alırmışız.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen’i ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan’ı yürekten kutluyorum.
Kaçırmayın…
Hatanın şanslısı olur mu?
Krizin ‘geliyorum’ dediğini iddia etseler de, siz inanmayın. Kriz “geliyorum” deseydi, bu kadar insan ve/veya kuruluş iflas bayrağını çeker miydi?.. Krizi önceden görmek çok zor iştir…
Örneğin, kimin aklına gelirdi Yalçın Ayaydın bir gün ailesiyle alışverişe gidecek, asırlık marka Chanel’den eşi ve kızı için ayakkabı alacak, bir de faturaya bakacak ki KDV yüzde 8 olması gerekirken yüzde 18’den kesilmiş. Olay, ciddi sayılacak oranda bir mürekkep payıyla basına yansıyacak, Türkiye’de bir temsilcisi ya da franchise’ı olmayan Chanel’in Fransa’daki merkezi ayağa kalkacak, araştırmalar, soruşturmalar derken KDV hesabının yanlış yapılması sonucu teknik bir sorun yaşandığı ortaya çıkıp, nur topu gibi bir kriziniz olacak…
Öte yandan kriz, kara kitapta yazdığı gibi nasıl yönetilmesi gerekiyorsa öyle yönetiliyor. Chanel Türkiye Direktörü Cangül Soydemir Avdan çıkıyor ve özetle şu açıklamayı yapıyor: “Merkezle temasa geçtik. Hemen bir çalışma başlatıldı. Mali açıdan danıştığımız yerlerin KDV hesaplamasında hata yaptığı ortaya çıktı… Bu tamamen şanssız bir hata. Böyle bir şey yaşandığı için çok üzgünüz… Üzerimize düşeni yapacağız. Chanel’e yakışan da budur. Bütün çalışmaları tamamlayıp zarara uğramış her bir müşteriyi butiğe davet edeceğiz. Fazla alınmış KDV tutarını onlara iade edeceğiz…”
Kriz durumlarında krizin sözcüsü nasıl bir açıklama yapmalı, diye sorsanız pek çok iletişimci benzer bir metin hazırlardı. Doğrusu da hasar oranında reaksiyon vermek, sürekli ve mağdur müşterinin bağını zedelemeden hatayı telafi etmek, sorumluyu ilan etmek ve hatta gerekirse özür dilemek!
Şu ana kadar Chanel’in attığı her adım tebrik edilmeyi hak ediyor.
Anlamadığım iki şey var:
1. Cangül hanım açıklamasında “Bu tamamen şanssız bir hata” demiş. Hatanın ‘şanslısı’ olur mu?
2. Bu olay medyaya nasıl yansımış, yansıtılmış?
Her ne kadar “Diyeceğini adam gibi söylesene kardeşim. Bir saat şarkı söylemenin ne anlamı var?” şeklinde eleştirilerle karşılaşsa da, operayı da diğerlerinde olduğu gibi ‘sevmeyi öğrenmek’ mümkündür. Peki şart mıdır? Evet şarttır… Ruhun zenginliği için operayı sevmeyi öğrenmek şarttır. Cazı ve sanat sinemasını, klasik Türk musikisini, Divan edebiyatını, soyut şiiri sevmeyi öğrenmenin şart olduğu gibi…
Operayı sevmeyi öğrenmeye Mozart’la başlamakta yarar vardır. Operalarından herhangi birini izlemeden önce Milos Forman’ın Amadeus adlı filmiyle haşır neşir olmayı tavsiye ederiz. Entelektüel ile popülerin birleştiği noktada ortaya çıkan klasik olgusuna en uygun başyapıtlardan olan bu filmde Forman, Mozart’ın operaya bakışını çok güzel anlatır. Hele tüm otoritelerce ‘operaların operası’ olarak kabul edilen Don Giovanni’nin sunuluşu bambaşkadır.
Figaro’nun Düğünü ise operayı halka sevdirmek için çırpınan Mozart’ın en başarılı komik eserlerinden biridir. İlerde salon komedilerini, vodvillere temel teşkil edecek her türlü yapı taşını, bu muhteşem eserde gözlemlemek mümkündür. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Figaro’nun Düğünü operasını Kadıköy’de Belediye’nin, Başkanın yedi ceddine dua ettirecek bir titizlik ve kültürel derinlikle renove ettiği Süreyya Operası’nın rüya gibi salonunda sergiliyor.
Biletleri bir ay önceden aldık. Salon tıklım tıklım… İğne atsanız yere düşmeyecek. Bizim klasik müzik, opera, bale konusunda zayıf kaldığımızı düşünen tüm Batı hayranı entelijansiyanın parmağını ısırtacak bir performans izledik.
Değişerek oynuyorlar. Bize düşen kadro şöyleydi: Figaro (Cengiz Sayın), Susanna (Ayten Telek), Kont (Caner Akgün), Kontes (Otilia M. İpek)
Hepsi muhteşemdi… Hele kostümleri tasarlamış olan Sevtaç Demirer’in eserleri… Nefis… Keşke 5 TL’ye satılan çok güzel hazırlanmış program kitabını operayı izlemeye gitmeden önce okusaymışız. Çok daha fazla tat alırmışız.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen’i ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan’ı yürekten kutluyorum.
Kaçırmayın…
Hatanın şanslısı olur mu?
Krizin ‘geliyorum’ dediğini iddia etseler de, siz inanmayın. Kriz “geliyorum” deseydi, bu kadar insan ve/veya kuruluş iflas bayrağını çeker miydi?.. Krizi önceden görmek çok zor iştir…
Örneğin, kimin aklına gelirdi Yalçın Ayaydın bir gün ailesiyle alışverişe gidecek, asırlık marka Chanel’den eşi ve kızı için ayakkabı alacak, bir de faturaya bakacak ki KDV yüzde 8 olması gerekirken yüzde 18’den kesilmiş. Olay, ciddi sayılacak oranda bir mürekkep payıyla basına yansıyacak, Türkiye’de bir temsilcisi ya da franchise’ı olmayan Chanel’in Fransa’daki merkezi ayağa kalkacak, araştırmalar, soruşturmalar derken KDV hesabının yanlış yapılması sonucu teknik bir sorun yaşandığı ortaya çıkıp, nur topu gibi bir kriziniz olacak…
Öte yandan kriz, kara kitapta yazdığı gibi nasıl yönetilmesi gerekiyorsa öyle yönetiliyor. Chanel Türkiye Direktörü Cangül Soydemir Avdan çıkıyor ve özetle şu açıklamayı yapıyor: “Merkezle temasa geçtik. Hemen bir çalışma başlatıldı. Mali açıdan danıştığımız yerlerin KDV hesaplamasında hata yaptığı ortaya çıktı… Bu tamamen şanssız bir hata. Böyle bir şey yaşandığı için çok üzgünüz… Üzerimize düşeni yapacağız. Chanel’e yakışan da budur. Bütün çalışmaları tamamlayıp zarara uğramış her bir müşteriyi butiğe davet edeceğiz. Fazla alınmış KDV tutarını onlara iade edeceğiz…”
Kriz durumlarında krizin sözcüsü nasıl bir açıklama yapmalı, diye sorsanız pek çok iletişimci benzer bir metin hazırlardı. Doğrusu da hasar oranında reaksiyon vermek, sürekli ve mağdur müşterinin bağını zedelemeden hatayı telafi etmek, sorumluyu ilan etmek ve hatta gerekirse özür dilemek!
Şu ana kadar Chanel’in attığı her adım tebrik edilmeyi hak ediyor.
Anlamadığım iki şey var:
1. Cangül hanım açıklamasında “Bu tamamen şanssız bir hata” demiş. Hatanın ‘şanslısı’ olur mu?
2. Bu olay medyaya nasıl yansımış, yansıtılmış?