Orduma sahip çıkılmasını istiyorum...
01 AĞUSTOS 2011
Ordu’ya güven duymak ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “Cumhuriyet’in bekçisi” konumuna kilitleyip, ülkemizde gerektiği ‘ağırlıkta’ çalışmayan muhalefetin yerine konuşlandırmak arasında dağlar kadar fark vardır.
Neşeden ayakta duramayacak kadar sarhoş olmamak veya hüzünlere garkolup göğüs yumruklamamak için bu farkı gayet iyi görmek gerekiyor. Oysa görünen manzarada ‘efkâr-ı umumiye’ (kamuoyu), çok parçalı bir tutum içindedir; iki bile değil…
***
Komutanların istifası vesilesiyle yapılan bazı değerlendirmeler, darbeler tarihiyle özdeşleştirilmek istenen Türk Ordusu’nun tüm kültür ve değerlerini yadsıyarak, bir kurum olarak ‘ötekileştirilmesi’ haksızlığı ve hadsizliğini güçlendiriyor. Bu yaklaşımın sahipleri, sanki ülkemizde kendiliğinden gelişmiş bir demokrasi ruhu varmış hayalciliğiyle, bu ülkenin gelecek tasarımının olumsuz etkilenmesine de seyirci kalabilecekleri izlenimini veriyorlar.
Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’un zihniyetiyle Türkiye’ye elbette bakılabilir ama buradan değil Almanya’dan... Kendileri cezaevi kapısında iki saat bekleyemediler işte... İzin çıkmış geliyordu. Yoldaydı…
Bu ülkenin mevcut ve potansiyel Başbakanları bile o cezaevlerinde aylarını, yıllarını geçirdiler... Bu demokrasi bahçelerinin güllerini koklamaktan baygın düşen, Türkiye’ye geldiğinde bedenleri yerçekimine isyan eden arkadaşlarımızla, onların dilinden “karaoke” yapanların bakış açılarından hareketle Türkiye’nin gelecek tasarımı ne kadar yapılabilir?
***
‘İç savaş’ı gündemin birinci maddesi yapmaya çalışan bu ‘bakış açısı’, temelde halkıyla birlikte Cumhuriyetin bekçisi, ‘dış tehditlerin korkulu rüyası’ olması gereken orduya, ‘kolluk kuvvetleri’ çerçevesinde hiçbir zaman nihai bir başarı elde edemeyeceği hayali bir rol biçiyor.
Bir de tabii kendi halkını tanıma ve ulus olarak dünyada nasıl bir yer edinme arzusu içinde olduğunu ve bu yolda neler yapılması gerektiğini ifade etme zahmetine bile katlanmadan “armut piş, ağzıma düş” derecesinde, tüm siyasi arzularını gerçekleştirme işini son tahlilde Silahlı Kuvvetler’e delege etmiş izlenimi yaratmaktan öte gidemiyor.
Oysa gerek iktidar ve gerekse de muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Batı’daki siyasetçilerin bebekliklerinden bu yana zihinlerinde oluşan “ordu” tasavvurundan çok farklı yapısıyla değerlendirmek durumundadırlar.
***
Öte yandan Türk Ordusu, iktidar ve muhalefetin desteğiyle, köklü kültür ve değerleri ve tamamen bize özgü yapısıyla, onu ‘darbe’ sözcüğünden sıyıracak bir algı yönetimine işlerlik kazandırmak durumundadır.
Komutanların istifasıyla “daha karpuz kesecektik” diye eğlenenler ya da “son kale de düştü” diye dudağını düşürenler, “iki ruhlu Türkiye” algısının sürmesine katkıda bulunacak tutum ve davranışlarını da, beyanlarını da bir kez daha gözden geçirme ihtiyacını duymalıdır. En yapılmayacak şey, yeni Genelkurmay Başkanı’nı ‘yalnız adam’ durumuna düşürmektir…
Türk Ordusu’nun artık demode bir hal almış olan psikolojik harbe değil, algısını doğru dürüst yönetmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda her türlü bilimsel alt yapı Harp Akademilerinde mevcuttur. Ayrıca Komutanların istifası sonrasında Başbakanlık tarafından yapılan açıklama da, bu ihtiyacı göz önünde bulunduran, basiretli bir üslupla dile getirilmiştir.
Dahaönce dile getirdiğim ‘istekleri’ hatırlamakta yarar var:
“Ben orduma sahip çıkılmasını istiyorum. Bu görev kime düşüyorsa, kim kendini bu görevle yükümlü hissediyorsa, ondan... Bunun için üç adım gerekir:
Bir: Gerçeği olduğu gibi kabullenmek ve gereğini yapmak... Kafayı kuma gömmemek...
İki: Algı yönetiminin bütün öğelerini devreye alarak daha önceki itibar endeksini tekrar elde etmeyi hedeflemek...
Üç: İlk iki hareketin sürdürülebilirliğini sağlamak...
Sivil demokrasiyi inşa edeyim derken Türk halkının ortak ruhi şekillenmesinin en önemli unsurunu yok etmek ya da buna izin vermek, kimsenin ne hakkıdır ne de haddi...”
Neşeden ayakta duramayacak kadar sarhoş olmamak veya hüzünlere garkolup göğüs yumruklamamak için bu farkı gayet iyi görmek gerekiyor. Oysa görünen manzarada ‘efkâr-ı umumiye’ (kamuoyu), çok parçalı bir tutum içindedir; iki bile değil…
***
Komutanların istifası vesilesiyle yapılan bazı değerlendirmeler, darbeler tarihiyle özdeşleştirilmek istenen Türk Ordusu’nun tüm kültür ve değerlerini yadsıyarak, bir kurum olarak ‘ötekileştirilmesi’ haksızlığı ve hadsizliğini güçlendiriyor. Bu yaklaşımın sahipleri, sanki ülkemizde kendiliğinden gelişmiş bir demokrasi ruhu varmış hayalciliğiyle, bu ülkenin gelecek tasarımının olumsuz etkilenmesine de seyirci kalabilecekleri izlenimini veriyorlar.
Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’un zihniyetiyle Türkiye’ye elbette bakılabilir ama buradan değil Almanya’dan... Kendileri cezaevi kapısında iki saat bekleyemediler işte... İzin çıkmış geliyordu. Yoldaydı…
Bu ülkenin mevcut ve potansiyel Başbakanları bile o cezaevlerinde aylarını, yıllarını geçirdiler... Bu demokrasi bahçelerinin güllerini koklamaktan baygın düşen, Türkiye’ye geldiğinde bedenleri yerçekimine isyan eden arkadaşlarımızla, onların dilinden “karaoke” yapanların bakış açılarından hareketle Türkiye’nin gelecek tasarımı ne kadar yapılabilir?
***
‘İç savaş’ı gündemin birinci maddesi yapmaya çalışan bu ‘bakış açısı’, temelde halkıyla birlikte Cumhuriyetin bekçisi, ‘dış tehditlerin korkulu rüyası’ olması gereken orduya, ‘kolluk kuvvetleri’ çerçevesinde hiçbir zaman nihai bir başarı elde edemeyeceği hayali bir rol biçiyor.
Bir de tabii kendi halkını tanıma ve ulus olarak dünyada nasıl bir yer edinme arzusu içinde olduğunu ve bu yolda neler yapılması gerektiğini ifade etme zahmetine bile katlanmadan “armut piş, ağzıma düş” derecesinde, tüm siyasi arzularını gerçekleştirme işini son tahlilde Silahlı Kuvvetler’e delege etmiş izlenimi yaratmaktan öte gidemiyor.
Oysa gerek iktidar ve gerekse de muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Batı’daki siyasetçilerin bebekliklerinden bu yana zihinlerinde oluşan “ordu” tasavvurundan çok farklı yapısıyla değerlendirmek durumundadırlar.
***
Öte yandan Türk Ordusu, iktidar ve muhalefetin desteğiyle, köklü kültür ve değerleri ve tamamen bize özgü yapısıyla, onu ‘darbe’ sözcüğünden sıyıracak bir algı yönetimine işlerlik kazandırmak durumundadır.
Komutanların istifasıyla “daha karpuz kesecektik” diye eğlenenler ya da “son kale de düştü” diye dudağını düşürenler, “iki ruhlu Türkiye” algısının sürmesine katkıda bulunacak tutum ve davranışlarını da, beyanlarını da bir kez daha gözden geçirme ihtiyacını duymalıdır. En yapılmayacak şey, yeni Genelkurmay Başkanı’nı ‘yalnız adam’ durumuna düşürmektir…
Türk Ordusu’nun artık demode bir hal almış olan psikolojik harbe değil, algısını doğru dürüst yönetmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda her türlü bilimsel alt yapı Harp Akademilerinde mevcuttur. Ayrıca Komutanların istifası sonrasında Başbakanlık tarafından yapılan açıklama da, bu ihtiyacı göz önünde bulunduran, basiretli bir üslupla dile getirilmiştir.
Dahaönce dile getirdiğim ‘istekleri’ hatırlamakta yarar var:
“Ben orduma sahip çıkılmasını istiyorum. Bu görev kime düşüyorsa, kim kendini bu görevle yükümlü hissediyorsa, ondan... Bunun için üç adım gerekir:
Bir: Gerçeği olduğu gibi kabullenmek ve gereğini yapmak... Kafayı kuma gömmemek...
İki: Algı yönetiminin bütün öğelerini devreye alarak daha önceki itibar endeksini tekrar elde etmeyi hedeflemek...
Üç: İlk iki hareketin sürdürülebilirliğini sağlamak...
Sivil demokrasiyi inşa edeyim derken Türk halkının ortak ruhi şekillenmesinin en önemli unsurunu yok etmek ya da buna izin vermek, kimsenin ne hakkıdır ne de haddi...”