Ortak akıl galip gelmeli…
01 nisan 2016 - TIMREPORT
İçinde yaşadığım ‘İki Yüzyıl’ konusunda kendimi hep şanslı hissetmişimdir. 20. Yüzyıl ve 21. Yüzyıl… Ne çok şeyi ne kadar hızlı yaşadık… Milenyum değişimine tanıklık ettik… Değişimlerin baş döndürücü hızına yetişmek için dili bir karış dışarıda koşturdu benim kuşak…
Buharlı trenlere bindik. Kuşetliyle 13 saatte gittik Ankara’ya. Şimdi saatte 250 km hız ile 4 saatte varıyoruz Ankara’ya. Şimdiden süreyi 1,5 - 2 saate indirmekten söz ediyorlar.
Kabataş’ta saatlerce arabalı beklerdik. Şimdi üçüncü köprü bitti. “Ya yetmezse” diyorlar…
Boğazın altını bir kere raylı sistemle geçtiler. Şimdi ikinci kez, bu defa çift katlı tüple geçmeye hazırlanıyorlar. İzmit köprüsü bitti. 3,5 saatte İzmir’de olacakmışız…
Milliyet’te gazeteciliğe başladığımda Remington marka bir daktiloyu o gün işe çıkan arkadaşla ortaklaşa kullanırdık. Yıllar sonra kendi paramla Facit marka yepyeni bir makina aldığımda ne kadar sevinmiştim. Şimdi Micrososft’un Surface 4’ünü kullanıyorum. Dilimize yeni yeni pelesenk olan ifadeyle bir ‘efsane’!..
Şunun şurasında 25-30 yıl önce sabit hat alabilmek için sıralara yazdırırdık kendimizi; ya da ‘bakan tercihi’ türünden torpiller arardık. Yıllarca sıra bekleyenimiz vardı. Telefon gelirdi belki bir gün; ama bu kez de çevir sesi gelmezdi. Birkaç telefonun ahizesini açıp hat beklediğimizi hatırlarım. Şimdi cep telefonlarına 4 G az geliyor… 5’e geçiş için hazırlıklı olmak adına 4,5 G devrine adım attık…
60’larda babam Ankara’da görevliyken akrabâ taallukat akşamları bize doluşurdu. Tek kanallı devlet televizyonun siyah beyaz parazitli görüntüsünü izlemek için. Şimdi evde Digiturk Plus IQ, D-Smart, Tivibu, Netflix var. Kanal sayısını hatırlamıyorum. Bazı arkadaşlarda Apple TV de var bunlara ek olarak. TV ekranında 3D film izlemek matah bir şey değil artık… Kontrolü elden bırakıp tüketim toplumunun hırsına kapılmayayım diye 4K TV ve çılgın ses düzenleri kurdurmuyorum eve…
Bütün bu teknolojik ve inovatif değişim hızını yaşarken bol darbe, bir o kadar da darbe teşebbüsü gördü benim kuşak… Hepsinde onlarca yıl geri gittiğimiz söylenir. Ne dayanıklı milletmişiz ki, onca geri gitmeye rağmen alt yapıda, ekonomik gelişmede, finans yapısında dünyadan kopmadık, çağın gerisine düşmedik…
Hepsini aşmada milli iradenin yanısıra iş dünyasının sağlam iradesi ve özgüveni korudu bu ülkeyi çağın dışına itilmekten…
Şimdi de bir benzerinin olacağına inanmak istiyorum…
Ancak bu kez biraz daha zorlanacağız sanki… Ne 1960’ın karanlık dehlizlerinde gördüm halktaki bu tedirginliği, ne 1980 sonrasının kıyım günlerinde, ne 12 Mart’ın darbeden beter muhtırası sonrasında, ne 28 Şubat müdahalesinde, ne Gezi’de, ne 17 Aralık – 25 Aralık darbe girişimleri sırasında… Ne de yurt dışında zırt pırt gelen ‘ekonomik krizlerde’…
Hiçbirinde halkın ve reel sektörün bu kadar tedirgin olduğunu hissetmemiştim…
Bu milletin ortak ruhî şekillenmesini, 2018’de meslekte 40’ın yılını tamamlayacak bir iletişim uzmanı olarak bir nebze olsun tanıyorsam, söz konusu ‘tedirginlik’ bir günde, bir hareketle, bir ışıkla tamamen tersine dönüverir. Bütün karanlıklar aydınlığa dönüşüverir…
Siyasî partilerin birleşmesini beklemeden, hatta onlara örnek ve önder olacak şekilde, iş dünyasının birleşmesi bu kilidi bir anda çözebilir. Ve tabii ki ‘smart power’ı (Akıllı Güç’ü) devreye sokarak… Keşke onlara sendikalar da katılsa, diğer sivil toplum örgütleri de bu birliktelikte, Türkiye’nin içine ve tüm dünyaya barış ve kardeşliği haykırırken birlikte olsalar… Keşke… Ama beklenecek takat kalmadı. Bıçak kemiğe dayandı dayanacak.
Yukarıda sözünü ettiğim değişimlerin tümünden daha önemli değişim ‘iletişim’ alanında yaşandı. Yaşanıyor… İşte bu etkili, güçlü silahı devreye sokmalı iş dünyası. Kamu Diplomasisi (Public Diplomacy) denen aracı yani… Reklamıyla, halkla ilişkileriyle, birer birer temaslarla… Bir kere, beş kere, on kere değil; bu mesele çözülene kadar gerçekleri anlatmalı; hem kendi halkına hem de dünya halklarına. Kimsenin bizi yalnızlığa, tedirginliğe mahkûm etmesine izin vermemeli…
Ortak akıl, tekil çıkarlara karşı bir kez daha galip gelmeli. Geçmişte olduğu gibi…
Buharlı trenlere bindik. Kuşetliyle 13 saatte gittik Ankara’ya. Şimdi saatte 250 km hız ile 4 saatte varıyoruz Ankara’ya. Şimdiden süreyi 1,5 - 2 saate indirmekten söz ediyorlar.
Kabataş’ta saatlerce arabalı beklerdik. Şimdi üçüncü köprü bitti. “Ya yetmezse” diyorlar…
Boğazın altını bir kere raylı sistemle geçtiler. Şimdi ikinci kez, bu defa çift katlı tüple geçmeye hazırlanıyorlar. İzmit köprüsü bitti. 3,5 saatte İzmir’de olacakmışız…
Milliyet’te gazeteciliğe başladığımda Remington marka bir daktiloyu o gün işe çıkan arkadaşla ortaklaşa kullanırdık. Yıllar sonra kendi paramla Facit marka yepyeni bir makina aldığımda ne kadar sevinmiştim. Şimdi Micrososft’un Surface 4’ünü kullanıyorum. Dilimize yeni yeni pelesenk olan ifadeyle bir ‘efsane’!..
Şunun şurasında 25-30 yıl önce sabit hat alabilmek için sıralara yazdırırdık kendimizi; ya da ‘bakan tercihi’ türünden torpiller arardık. Yıllarca sıra bekleyenimiz vardı. Telefon gelirdi belki bir gün; ama bu kez de çevir sesi gelmezdi. Birkaç telefonun ahizesini açıp hat beklediğimizi hatırlarım. Şimdi cep telefonlarına 4 G az geliyor… 5’e geçiş için hazırlıklı olmak adına 4,5 G devrine adım attık…
60’larda babam Ankara’da görevliyken akrabâ taallukat akşamları bize doluşurdu. Tek kanallı devlet televizyonun siyah beyaz parazitli görüntüsünü izlemek için. Şimdi evde Digiturk Plus IQ, D-Smart, Tivibu, Netflix var. Kanal sayısını hatırlamıyorum. Bazı arkadaşlarda Apple TV de var bunlara ek olarak. TV ekranında 3D film izlemek matah bir şey değil artık… Kontrolü elden bırakıp tüketim toplumunun hırsına kapılmayayım diye 4K TV ve çılgın ses düzenleri kurdurmuyorum eve…
Bütün bu teknolojik ve inovatif değişim hızını yaşarken bol darbe, bir o kadar da darbe teşebbüsü gördü benim kuşak… Hepsinde onlarca yıl geri gittiğimiz söylenir. Ne dayanıklı milletmişiz ki, onca geri gitmeye rağmen alt yapıda, ekonomik gelişmede, finans yapısında dünyadan kopmadık, çağın gerisine düşmedik…
Hepsini aşmada milli iradenin yanısıra iş dünyasının sağlam iradesi ve özgüveni korudu bu ülkeyi çağın dışına itilmekten…
Şimdi de bir benzerinin olacağına inanmak istiyorum…
Ancak bu kez biraz daha zorlanacağız sanki… Ne 1960’ın karanlık dehlizlerinde gördüm halktaki bu tedirginliği, ne 1980 sonrasının kıyım günlerinde, ne 12 Mart’ın darbeden beter muhtırası sonrasında, ne 28 Şubat müdahalesinde, ne Gezi’de, ne 17 Aralık – 25 Aralık darbe girişimleri sırasında… Ne de yurt dışında zırt pırt gelen ‘ekonomik krizlerde’…
Hiçbirinde halkın ve reel sektörün bu kadar tedirgin olduğunu hissetmemiştim…
Bu milletin ortak ruhî şekillenmesini, 2018’de meslekte 40’ın yılını tamamlayacak bir iletişim uzmanı olarak bir nebze olsun tanıyorsam, söz konusu ‘tedirginlik’ bir günde, bir hareketle, bir ışıkla tamamen tersine dönüverir. Bütün karanlıklar aydınlığa dönüşüverir…
Siyasî partilerin birleşmesini beklemeden, hatta onlara örnek ve önder olacak şekilde, iş dünyasının birleşmesi bu kilidi bir anda çözebilir. Ve tabii ki ‘smart power’ı (Akıllı Güç’ü) devreye sokarak… Keşke onlara sendikalar da katılsa, diğer sivil toplum örgütleri de bu birliktelikte, Türkiye’nin içine ve tüm dünyaya barış ve kardeşliği haykırırken birlikte olsalar… Keşke… Ama beklenecek takat kalmadı. Bıçak kemiğe dayandı dayanacak.
Yukarıda sözünü ettiğim değişimlerin tümünden daha önemli değişim ‘iletişim’ alanında yaşandı. Yaşanıyor… İşte bu etkili, güçlü silahı devreye sokmalı iş dünyası. Kamu Diplomasisi (Public Diplomacy) denen aracı yani… Reklamıyla, halkla ilişkileriyle, birer birer temaslarla… Bir kere, beş kere, on kere değil; bu mesele çözülene kadar gerçekleri anlatmalı; hem kendi halkına hem de dünya halklarına. Kimsenin bizi yalnızlığa, tedirginliğe mahkûm etmesine izin vermemeli…
Ortak akıl, tekil çıkarlara karşı bir kez daha galip gelmeli. Geçmişte olduğu gibi…