"Önce şu 10 maddede mutabık olalım"
21 MAYIS 2006
Bütün araştırmalar teyit ediyor: Ak Parti yerini koruyor. Oylarında ciddi bir azalma yok. Karşı tarafta henüz sağlam bir alternatif gözükmüyor. Muhalefet topuyla tüfeğiyle yükleniyor. Ak Parti çakılmış yerinde duruyor. Birkan Erdal Bey’in yönettiği yeni bir araştırmaya baktım. Değişen bir şey yok. Anar’ın rakamları da minör düşüşlerin dışında farklı bir tablo çizmiyor...
Bir ara Selim Oktar’ın yaptırdığı bir araştırmayı görmüştüm. Liderleri sormuşlardı. Partilerinin başından ayrılırlarsa ne olur, diye bakmışlar. Bütün partilerin puanları düşüyormuş. Bir tanesi hariç. Onun lideri başından giderse puanları 12-14 kadar yükseliyormuş. Arife tarif gerekmez. Herkes biliyor hangi parti olduğunu. İnsanın inanası gelmiyor ama gerçek. Türkiye’de siyaset tablosu hiç böyle olmamıştı. Cevabımızı merak eden bazı dostlar soruyorlar, ne yapmalı, diye. ‘Ne yapmalı!yı değil, daha önemli olanı, yani ‘ne yapmamalı’yı 10 maddede özetlemeye çalışalım.
1. Sadece Ak Parti’yi eleştirerek –gizli ajanda, anti laik tutum, kadrolaşma, yolsuzluklar- puan alamazsınız.
2. Gündemin peşine takılarak oylarınızı artıramazsınız.
3. ‘Üç İ’ kuralını çalıştırmadan –İstişare, İkna, İttifak- sempatizanlarınızın sayısını çoğaltamazsınız.
4. Partilerin programlarını yan yana koyun, hangi temel meselede hangi temel farkınız var, sorun kendinize. Yoksa, bir şansınız da yok.
5. Gençlik, kadınlar ve sakatlar arasında örgütlenmediniz, bu gruplar için ‘laf ebeliği değil’ somut bir marka vaadi oluşturamadınız ise; o kesimlerden de bir şey beklemeyin.
6. Ülkede şu anda tek etkili muhalefet yaptığı izlenimi veren sayın Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetlere sırtınızı vermek tek etkili taktiğinizse, iktidarı bilemem ama kesinlikle seçimi kazanamazsınız.
7. Internet ortamını sadece Başkanınızın sayfalar dolusu konuşmalarını yapıştırarak kullanır, etkileşimli dinamizmi getiremezseniz, gençlerle iletişim kuramaz, onların da oylarını alamazsınız.
8. Başkanınız dışında söyleminizi anlatacak, her türlü platformu kullanacak başka etkin kadrolarınız yoksa, güven unsurunu pekiştiremezseniz.
9. “Yahu bekleyelim, yıpranmayalım, seçim hattına girdiğimizde ‘meydanlara akarız’, ülkeyi Başkanımızın posterleriyle, iplere dizilmiş üçgen bayraklarla donatırız, binlerce aracın katılacağı konvoylar düzenleriz, seçim otobüslerinin üzerinden bağıra çağıra sarkarak dolanırız, ünlü bir şarkıcıyı yanımıza alırız, ritmik bir parçasını seçim şarkısı yaparız, dâhi bir reklamcı tutarız, bize hamasi mesajları olan bomba gibi bir reklam filmi yapar, sonra da ekranlara çıkar mevcut iktidara basarız kalayı” diyorsanız; iyi niyetli zahmetinizin karşılığı 1-2 puanı geçmeyecektir.
10. Ve nihayet, “Sadece Başkanımızın kişiliği yeter, eşi de aklı başında biridir” diye düşünüyorsanız, seçimlerden sonra sizi de Başkanınızı da önlenemez bir hüsranın beklediğini üzülerek göreceksiniz, demektir...
Peki, ne mi yapmalı? Önce bu 10 maddede mutabık olalım; sonrasına bakarız.
Arkas’ı ne zaman?
Popüler spor dallarının hızla endüstrileşmesi firmalar için fırsat mıdır? Evet fırsattır. Pro-aktif davranıp potansiyeli ilk değerlendiren firmalar en büyük itibar kazancını sağlıyorlar. O da ticari kazanca dönüşüyor zaten. Bkz. Vestel Manisa Spor...
Bu iş futbol dışında da bal gibi oluyor. İzmir’in en köklü şirketlerinden Arkas’ın adını taşıyan voleybol takımı marka olmuş rakipleri geride bırakarak ipi göğüsledi. 5 yılda üçüncü ligden gelip Türkiye’nin en iyi voleybol takımı olmayı başarmak her babayiğidin harcı değil. Açıkçası Arkas yönetimi böyle bir sponsorluğu gerçekleştirerek riske girdi ve nitekim başarıya da ulaştı. Şimdi meyveleri toplama zamanı. Ancak şampiyonluğun elde edildiği Mayıs başından beri bakıyorum da Arkas yönetimi rehavete kapılmış gibi. Bir firma böyle bir sponsorluğu niye yapar? Bunca maddi manevi sıkıntıyı niye çeker?..
Başarılı olduğunda bunu marka bilinirliliği ve beğenisinin üstüne koymak, itibarını artırmak için değil mi?.. Marifet, şampiyonluğun gazı kaçmadan bunları yapabilmek. Tam da futbol liginin arasına sıkışma fırsatı varken...
Günde onbinlerce aracın geçtiği Barbaros Bulvarı ile E-5’in kesiştiği yerde koca yönetim binanız var. Arkas’ın şampiyonluğunu kitlelere duyuracak en iyi, en ucuz mecra. En azından oraya, asarsınız dev bir poster, lafın gelişi “Voleybolda da şampiyonuz” dersiniz; gelen geçen hem sizi hem de voleybolu tanır. Acaba “Arkas yönetimi bu başarının iletişimini dijital ortamda yapma stratejisi mi güdüyor?” diye kendime sordum ve firmanın internet sitesine girdim. Orada da tık yok. Arkas’ın şampiyon olduğunu öğrenmek için sitede en az 10 pencere açmak gerekiyor.
Bu kadar büyük başarıya imza at, sonra da iletişimin en standart hareketlerini bile yerine getirme... Yazık ki, ne yazık!
Moralimiz düzeldi
Lütfi Kırdar’ı binlerce davetli tıklım tıklım doldurmuştu. Kadir Has’ı sahnede ilk kez gördüm. Kadir Has Üniversitesi ve Kadir Has Vakfı’nın her yıl düzenlediği Kadir Has Ödülleri töreninde konuşuyordu. Eğitime trilyonlarca lira yatırım; trilyonlarca lira bağış. Onlarca okul. Ve devasa bir üniversite. Ödüller almış muhteşem bir tarihi bina... Akbank hisselerini üniversitenin emrine vermiş Kadir Bey. 10 yılda 1,5 milyar dolarlık bir fon bekleniyor. Buna rağmen müthiş bir tevazu ve dozunda bir özgüven.
Binlerce insan yekvücut olup Kadir Bey’i ayakta alkışladı. Ailenin diğer fertleri Rezan, Can ve Nuri Has da ödül vermek için sahneye geldiler. Rezan Has Müzesi’nin yöneticisi Ahu Has da oradaydı. Ülkemizin bütün varlıklı aileleri keşke orada olsalardı. En azından Kadir Bey kadar ülkeye mal olmuş bir sanatçının, Sezen Aksu’nun doyumsuz konserini izler; ülkede birçok sinir bozucu şey olurken, bazı güzelliklerin de yaşandığını görür, morallerini düzeltirlerdi.
Farklı bir Küba
Sponsorluk alanındaki en etkili ve kalıcı işlerden biri kitap alanında yapılan çalışmalarda görülür. Tek bir koşulla: Süreklilik. Leica’nın Türkiye genel distribütörlüğünü alan Panatel, muhteşem bir kitapla bunun yeni bir örneğini veriyor. Özcan Ağaoğlu’nun ‘Sokakların Sesi – Küba’ adlı fotoğraf kitabı beni aldı götürdü. Nereye mi? Özellikle benim kuşağıma yakınsanız, “Fidel ölmeden mutlaka Küba’yı yaşamalı” diyenlerdenseniz, yayıncı kuruluş [email protected]’a yazın, kitaptan bir tane edinin; o zaman nerelere götürdüğünü siz de anlayacaksınız... Küba’ya gitmiş olmama rağmen, onu hiç böyle görmemiştim.
O fotoğraf için bile değer...
Davetiyeyi ilk gördüğümde heyecanlandım. Sabancı Holding’den medya ilişkileri danışmanı arkadaşımız Suat Özyaprak’ı aradım. Bilgi istedim. Sonrasında bize ait ne varsa görülebilecek bir fotoğraf ulaştı elime. Çok şey anlatıyordu.
Her şeyden önce yıllardır kendi imkanları ile ayakta durmaya çalışan, kültürümüzün en önemli unsurlarından birini korumak ve yaşatmak için mücadele eden halk oyunları toplulukları kendine iyi bir hâmi bulmuştu. İkincisi, Sabancı Holding ve Vaksa 14. Halk Oyunları Yarışması’nın destekçisi olarak önemli bir işe daha imza atmışlardı. Son olarak da kazanan “kültür ve değerlerimiz” olmuştu. Sadece bu fotoğraf için bile değdi. Aklınıza emeğinize sağlık...
Bu reklam filmi izlenir
Reklamların tekrar tekrar izlenebilir olabilmeleri kritik başarı faktörüdür. Bakın reklama. Kaçıncı izleyişte bıkmaya başlıyorsanız tespit edin. O rakam ne kadar yüksekse reklam o kadar başarılıdır. Buradan bakıldığında Ülker’in Magnum’a rakip olarak çıkardığı Golf Bravo’nun reklamı koskoca bir bravoyu hak ediyor doğrusu. Kendisini anlatmak için Anadolu Ateşi’nin süper dansçılarını ve muhteşem müziğini seçmesi çok akıllıca bir iş. Ülker bu filmi dilediği kadar gösterebilir. Bu arada, aman Mustafa Erdoğan dikkat! Çocukları her yere salma; çünkü ‘güç kirlenmesi’ (power polution) sendromuna çeyrek var...
‘Kükreyen’ iletişim
Sevgili Suat Soysal, reklam filmlerini gördükten sonra demişti ki, “Hangi erkek Kemal Kükrer sirkelerini eve sokar?” Öyle ya, filmler ‘yanlış anlama’ üzerine kurulmuştu. Hanımlar Kemal Kükrer’e duydukları hayranlığı dile getiriyor. Onsuz bir yaşam düşünemediklerini söylüyorlardı. Erkekler de ‘Kim ulan bu Kemal Kükrer?” diye isyan ediyorlardı. Filmler estetik açıdan neredeyse yerlerde sürünüyordu. Oysa Kemal Kükrer’in web sitesi mükemmel. Bir girip bakın. Sorun, markada ya da üründe değil yani. İletişimde, konumlandırmada...
Bizde çalışmaz
Adam yavaşça kadına yaklaşır. Nefis bir kanepede erkeğini beklediği anlaşılan kadının –ne hikmetse- gözleri siyah bir bantla bağlıdır. Fantazi meraklıları için iç gıcıklayıcı bir durum... Adam tam kadına doğru giderken birden yolunu değiştirir ve diğer kapıdan çıkıp balkona yönelir. Adamın gerçek ilgi odağı balkonun altında park etmiş duran bir arabadır. Bu bir Hyundai Santa Fe’dir... Reklamın kilit mesajı ise erkeklerin bu aracı en çekici kadınlara tercih edecekleri yolundadır. Der Spiegel dergisinde okumuştum. Alman erkeklerinin %45’i arabalarını karılarından daha çok seviyorlarmış... İthal olduğu belli bu film oralarda iş yapabilir. Ama biz de yemez. Bizim kadınlarımız her şeyin üstündedir. Bir de Türkiye’de araba satın alma kararlarında kadınların hayli sözünün geçtiği hiç unutulmamalı...
Müptezellik tehlikelidir
Dünyanın en pahalı futbolcusu Ronaldinho iki reklamda birden boy gösteriyor. Nike ve Trident Fresh. Her ikisi de son derece sempatik. Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nde kupayı alması az da olsa risk alan iki markaya da yaradı. Öte yandan Nike’daki hikâye çok daha etkili. Ronaldinho’nun çocukluk görüntüleri mükemmel yerleştirilmiş. Ronaldinho, Beckham ile kıyaslandığında pek öyle müptezel bir duruş sergilemezdi. ‘Güç kirlenmesi’nden kaçınırdı. Para nelere kadir, değil mi?..
Vitrin mankeni, deyip geçmeyin
Bana sorarsanız Ali Tara tüm zamanların en iyi reklam filmi yönetmeniydi. Eşi Lale Tara onun yaşamında çok önemli bir yer alıyordu. Toplumsal varoluşunu olduğu gibi geri plana atma pahasına eşinin yanında kayalar gibi durdu. Lale’nin yıllarca içinde sakladığı yaratıcılığı Ali’nin vefatından sonra ortaya çıkıyor. İlk fotoğraf kitabı Yediayyedigün geçen yıl yayınlandı. Tara şimdi de bir sergi açıyor. "Canlı/Live" adını taşıyan ve vitrin mankenlerinin görüntülendiği sergiyi 1 Haziran – 8 Temmuz arasında Beyoğlu’nda Bilsar'da izlemek mümkün.
İletişim dehası
Hükümetin ‘kendi iletişim krizini kendin yarat ve çıkan krizleri yönetememe kampanyası’ devam ediyor. AK Parti yıllar önce kurduğu ittifakları birer birer yitiriyor. 82’lik Dede, Lig’den düşmenin kaldırılması, Kürşat Tüzmen krizi, Abdüllatif Şener krizi, Bülent Arınç krizi, soğumaya başlasa da Unakıtan krizi. Ve nihayet Danıştay’daki katliam krizi... Hangi birini yönetemediklerini yazalım derken hiçbirini yazmamayı uygun gördük. Çünkü zaten başbakanımız, yakınlarının ifadesiyle ‘iletişim dehası’ ya... Bizim yazacaklarımıza ihtiyacı yok... Allah selamet versin...
Bütün araştırmalar teyit ediyor: Ak Parti yerini koruyor. Oylarında ciddi bir azalma yok. Karşı tarafta henüz sağlam bir alternatif gözükmüyor. Muhalefet topuyla tüfeğiyle yükleniyor. Ak Parti çakılmış yerinde duruyor. Birkan Erdal Bey’in yönettiği yeni bir araştırmaya baktım. Değişen bir şey yok. Anar’ın rakamları da minör düşüşlerin dışında farklı bir tablo çizmiyor...
Bir ara Selim Oktar’ın yaptırdığı bir araştırmayı görmüştüm. Liderleri sormuşlardı. Partilerinin başından ayrılırlarsa ne olur, diye bakmışlar. Bütün partilerin puanları düşüyormuş. Bir tanesi hariç. Onun lideri başından giderse puanları 12-14 kadar yükseliyormuş. Arife tarif gerekmez. Herkes biliyor hangi parti olduğunu. İnsanın inanası gelmiyor ama gerçek. Türkiye’de siyaset tablosu hiç böyle olmamıştı. Cevabımızı merak eden bazı dostlar soruyorlar, ne yapmalı, diye. ‘Ne yapmalı!yı değil, daha önemli olanı, yani ‘ne yapmamalı’yı 10 maddede özetlemeye çalışalım.
1. Sadece Ak Parti’yi eleştirerek –gizli ajanda, anti laik tutum, kadrolaşma, yolsuzluklar- puan alamazsınız.
2. Gündemin peşine takılarak oylarınızı artıramazsınız.
3. ‘Üç İ’ kuralını çalıştırmadan –İstişare, İkna, İttifak- sempatizanlarınızın sayısını çoğaltamazsınız.
4. Partilerin programlarını yan yana koyun, hangi temel meselede hangi temel farkınız var, sorun kendinize. Yoksa, bir şansınız da yok.
5. Gençlik, kadınlar ve sakatlar arasında örgütlenmediniz, bu gruplar için ‘laf ebeliği değil’ somut bir marka vaadi oluşturamadınız ise; o kesimlerden de bir şey beklemeyin.
6. Ülkede şu anda tek etkili muhalefet yaptığı izlenimi veren sayın Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetlere sırtınızı vermek tek etkili taktiğinizse, iktidarı bilemem ama kesinlikle seçimi kazanamazsınız.
7. Internet ortamını sadece Başkanınızın sayfalar dolusu konuşmalarını yapıştırarak kullanır, etkileşimli dinamizmi getiremezseniz, gençlerle iletişim kuramaz, onların da oylarını alamazsınız.
8. Başkanınız dışında söyleminizi anlatacak, her türlü platformu kullanacak başka etkin kadrolarınız yoksa, güven unsurunu pekiştiremezseniz.
9. “Yahu bekleyelim, yıpranmayalım, seçim hattına girdiğimizde ‘meydanlara akarız’, ülkeyi Başkanımızın posterleriyle, iplere dizilmiş üçgen bayraklarla donatırız, binlerce aracın katılacağı konvoylar düzenleriz, seçim otobüslerinin üzerinden bağıra çağıra sarkarak dolanırız, ünlü bir şarkıcıyı yanımıza alırız, ritmik bir parçasını seçim şarkısı yaparız, dâhi bir reklamcı tutarız, bize hamasi mesajları olan bomba gibi bir reklam filmi yapar, sonra da ekranlara çıkar mevcut iktidara basarız kalayı” diyorsanız; iyi niyetli zahmetinizin karşılığı 1-2 puanı geçmeyecektir.
10. Ve nihayet, “Sadece Başkanımızın kişiliği yeter, eşi de aklı başında biridir” diye düşünüyorsanız, seçimlerden sonra sizi de Başkanınızı da önlenemez bir hüsranın beklediğini üzülerek göreceksiniz, demektir...
Peki, ne mi yapmalı? Önce bu 10 maddede mutabık olalım; sonrasına bakarız.
Arkas’ı ne zaman?
Popüler spor dallarının hızla endüstrileşmesi firmalar için fırsat mıdır? Evet fırsattır. Pro-aktif davranıp potansiyeli ilk değerlendiren firmalar en büyük itibar kazancını sağlıyorlar. O da ticari kazanca dönüşüyor zaten. Bkz. Vestel Manisa Spor...
Bu iş futbol dışında da bal gibi oluyor. İzmir’in en köklü şirketlerinden Arkas’ın adını taşıyan voleybol takımı marka olmuş rakipleri geride bırakarak ipi göğüsledi. 5 yılda üçüncü ligden gelip Türkiye’nin en iyi voleybol takımı olmayı başarmak her babayiğidin harcı değil. Açıkçası Arkas yönetimi böyle bir sponsorluğu gerçekleştirerek riske girdi ve nitekim başarıya da ulaştı. Şimdi meyveleri toplama zamanı. Ancak şampiyonluğun elde edildiği Mayıs başından beri bakıyorum da Arkas yönetimi rehavete kapılmış gibi. Bir firma böyle bir sponsorluğu niye yapar? Bunca maddi manevi sıkıntıyı niye çeker?..
Başarılı olduğunda bunu marka bilinirliliği ve beğenisinin üstüne koymak, itibarını artırmak için değil mi?.. Marifet, şampiyonluğun gazı kaçmadan bunları yapabilmek. Tam da futbol liginin arasına sıkışma fırsatı varken...
Günde onbinlerce aracın geçtiği Barbaros Bulvarı ile E-5’in kesiştiği yerde koca yönetim binanız var. Arkas’ın şampiyonluğunu kitlelere duyuracak en iyi, en ucuz mecra. En azından oraya, asarsınız dev bir poster, lafın gelişi “Voleybolda da şampiyonuz” dersiniz; gelen geçen hem sizi hem de voleybolu tanır. Acaba “Arkas yönetimi bu başarının iletişimini dijital ortamda yapma stratejisi mi güdüyor?” diye kendime sordum ve firmanın internet sitesine girdim. Orada da tık yok. Arkas’ın şampiyon olduğunu öğrenmek için sitede en az 10 pencere açmak gerekiyor.
Bu kadar büyük başarıya imza at, sonra da iletişimin en standart hareketlerini bile yerine getirme... Yazık ki, ne yazık!
Moralimiz düzeldi
Lütfi Kırdar’ı binlerce davetli tıklım tıklım doldurmuştu. Kadir Has’ı sahnede ilk kez gördüm. Kadir Has Üniversitesi ve Kadir Has Vakfı’nın her yıl düzenlediği Kadir Has Ödülleri töreninde konuşuyordu. Eğitime trilyonlarca lira yatırım; trilyonlarca lira bağış. Onlarca okul. Ve devasa bir üniversite. Ödüller almış muhteşem bir tarihi bina... Akbank hisselerini üniversitenin emrine vermiş Kadir Bey. 10 yılda 1,5 milyar dolarlık bir fon bekleniyor. Buna rağmen müthiş bir tevazu ve dozunda bir özgüven.
Binlerce insan yekvücut olup Kadir Bey’i ayakta alkışladı. Ailenin diğer fertleri Rezan, Can ve Nuri Has da ödül vermek için sahneye geldiler. Rezan Has Müzesi’nin yöneticisi Ahu Has da oradaydı. Ülkemizin bütün varlıklı aileleri keşke orada olsalardı. En azından Kadir Bey kadar ülkeye mal olmuş bir sanatçının, Sezen Aksu’nun doyumsuz konserini izler; ülkede birçok sinir bozucu şey olurken, bazı güzelliklerin de yaşandığını görür, morallerini düzeltirlerdi.
Farklı bir Küba
Sponsorluk alanındaki en etkili ve kalıcı işlerden biri kitap alanında yapılan çalışmalarda görülür. Tek bir koşulla: Süreklilik. Leica’nın Türkiye genel distribütörlüğünü alan Panatel, muhteşem bir kitapla bunun yeni bir örneğini veriyor. Özcan Ağaoğlu’nun ‘Sokakların Sesi – Küba’ adlı fotoğraf kitabı beni aldı götürdü. Nereye mi? Özellikle benim kuşağıma yakınsanız, “Fidel ölmeden mutlaka Küba’yı yaşamalı” diyenlerdenseniz, yayıncı kuruluş [email protected]’a yazın, kitaptan bir tane edinin; o zaman nerelere götürdüğünü siz de anlayacaksınız... Küba’ya gitmiş olmama rağmen, onu hiç böyle görmemiştim.
O fotoğraf için bile değer...
Davetiyeyi ilk gördüğümde heyecanlandım. Sabancı Holding’den medya ilişkileri danışmanı arkadaşımız Suat Özyaprak’ı aradım. Bilgi istedim. Sonrasında bize ait ne varsa görülebilecek bir fotoğraf ulaştı elime. Çok şey anlatıyordu.
Her şeyden önce yıllardır kendi imkanları ile ayakta durmaya çalışan, kültürümüzün en önemli unsurlarından birini korumak ve yaşatmak için mücadele eden halk oyunları toplulukları kendine iyi bir hâmi bulmuştu. İkincisi, Sabancı Holding ve Vaksa 14. Halk Oyunları Yarışması’nın destekçisi olarak önemli bir işe daha imza atmışlardı. Son olarak da kazanan “kültür ve değerlerimiz” olmuştu. Sadece bu fotoğraf için bile değdi. Aklınıza emeğinize sağlık...
Bu reklam filmi izlenir
Reklamların tekrar tekrar izlenebilir olabilmeleri kritik başarı faktörüdür. Bakın reklama. Kaçıncı izleyişte bıkmaya başlıyorsanız tespit edin. O rakam ne kadar yüksekse reklam o kadar başarılıdır. Buradan bakıldığında Ülker’in Magnum’a rakip olarak çıkardığı Golf Bravo’nun reklamı koskoca bir bravoyu hak ediyor doğrusu. Kendisini anlatmak için Anadolu Ateşi’nin süper dansçılarını ve muhteşem müziğini seçmesi çok akıllıca bir iş. Ülker bu filmi dilediği kadar gösterebilir. Bu arada, aman Mustafa Erdoğan dikkat! Çocukları her yere salma; çünkü ‘güç kirlenmesi’ (power polution) sendromuna çeyrek var...
‘Kükreyen’ iletişim
Sevgili Suat Soysal, reklam filmlerini gördükten sonra demişti ki, “Hangi erkek Kemal Kükrer sirkelerini eve sokar?” Öyle ya, filmler ‘yanlış anlama’ üzerine kurulmuştu. Hanımlar Kemal Kükrer’e duydukları hayranlığı dile getiriyor. Onsuz bir yaşam düşünemediklerini söylüyorlardı. Erkekler de ‘Kim ulan bu Kemal Kükrer?” diye isyan ediyorlardı. Filmler estetik açıdan neredeyse yerlerde sürünüyordu. Oysa Kemal Kükrer’in web sitesi mükemmel. Bir girip bakın. Sorun, markada ya da üründe değil yani. İletişimde, konumlandırmada...
Bizde çalışmaz
Adam yavaşça kadına yaklaşır. Nefis bir kanepede erkeğini beklediği anlaşılan kadının –ne hikmetse- gözleri siyah bir bantla bağlıdır. Fantazi meraklıları için iç gıcıklayıcı bir durum... Adam tam kadına doğru giderken birden yolunu değiştirir ve diğer kapıdan çıkıp balkona yönelir. Adamın gerçek ilgi odağı balkonun altında park etmiş duran bir arabadır. Bu bir Hyundai Santa Fe’dir... Reklamın kilit mesajı ise erkeklerin bu aracı en çekici kadınlara tercih edecekleri yolundadır. Der Spiegel dergisinde okumuştum. Alman erkeklerinin %45’i arabalarını karılarından daha çok seviyorlarmış... İthal olduğu belli bu film oralarda iş yapabilir. Ama biz de yemez. Bizim kadınlarımız her şeyin üstündedir. Bir de Türkiye’de araba satın alma kararlarında kadınların hayli sözünün geçtiği hiç unutulmamalı...
Müptezellik tehlikelidir
Dünyanın en pahalı futbolcusu Ronaldinho iki reklamda birden boy gösteriyor. Nike ve Trident Fresh. Her ikisi de son derece sempatik. Barcelona’nın Şampiyonlar Ligi’nde kupayı alması az da olsa risk alan iki markaya da yaradı. Öte yandan Nike’daki hikâye çok daha etkili. Ronaldinho’nun çocukluk görüntüleri mükemmel yerleştirilmiş. Ronaldinho, Beckham ile kıyaslandığında pek öyle müptezel bir duruş sergilemezdi. ‘Güç kirlenmesi’nden kaçınırdı. Para nelere kadir, değil mi?..
Vitrin mankeni, deyip geçmeyin
Bana sorarsanız Ali Tara tüm zamanların en iyi reklam filmi yönetmeniydi. Eşi Lale Tara onun yaşamında çok önemli bir yer alıyordu. Toplumsal varoluşunu olduğu gibi geri plana atma pahasına eşinin yanında kayalar gibi durdu. Lale’nin yıllarca içinde sakladığı yaratıcılığı Ali’nin vefatından sonra ortaya çıkıyor. İlk fotoğraf kitabı Yediayyedigün geçen yıl yayınlandı. Tara şimdi de bir sergi açıyor. "Canlı/Live" adını taşıyan ve vitrin mankenlerinin görüntülendiği sergiyi 1 Haziran – 8 Temmuz arasında Beyoğlu’nda Bilsar'da izlemek mümkün.
İletişim dehası
Hükümetin ‘kendi iletişim krizini kendin yarat ve çıkan krizleri yönetememe kampanyası’ devam ediyor. AK Parti yıllar önce kurduğu ittifakları birer birer yitiriyor. 82’lik Dede, Lig’den düşmenin kaldırılması, Kürşat Tüzmen krizi, Abdüllatif Şener krizi, Bülent Arınç krizi, soğumaya başlasa da Unakıtan krizi. Ve nihayet Danıştay’daki katliam krizi... Hangi birini yönetemediklerini yazalım derken hiçbirini yazmamayı uygun gördük. Çünkü zaten başbakanımız, yakınlarının ifadesiyle ‘iletişim dehası’ ya... Bizim yazacaklarımıza ihtiyacı yok... Allah selamet versin...