Pınar Altuğ’a yazık oluyor!
29 HAZİRAN 2003
Ne acımasızdır şu magazin dünyası. Bir şöhretin ayağı hafifçe kaymasın. “Bu benim özel hayatım! Kimse karışamaz!” diyemez. Çünkü şöhretin özel hayatı da kamu oyunu ilgilendirir. Medya da bunu bilir. Görevini bu doğrultuda yapar.
Pınar Hanım’ın boşanması da, erkek arkadaşları da, devam ettiği Prisma ‘eğitimi’ de milyonlarca sevenini ilgilendirir. Dolayısıyla basını da.
Konunun beni ilgilendiren yanı, medyanın Pınar Altuğ’a “yaptıklarından” çok, Pınar Altuğ’un kendisine ne yaptığı, ya da daha kötüsü ne yapmadığı ile ilgili. Çünkü Pınar Altuğ’un sevenlerinden biri de benim. Ta, 90’lı yıllarda TRT 2 için kendisini bir söyleşiye davet ettiğim günden beri...
İletişimi yönetmeyi, beşinci dereceden bir iş gibi görmekle başlıyor her şey. Ve iletişimi yönetmeyi bildiğini ‘zannetmekle’...
Ancak canı yanınca avukata, doktora gidenler gibi, medyada istenmeyen başlıklar çıkınca ‘gazeteci tanıdık’ aramaya kalkmak, şöhretlerde en sık görülen zaaf.
Bir ikisi dışında şöhretlerimiz kurumsallaşamamıştır. Maliyecisi, hukukçusu, psikoloğu, iletişim danışmanı, PR’cısı, sekreteri, menajeri ve tüm bu bölümleri yönetecek, geleceği planlayacak bir koordinatörü yoktur. Olsaydı Pınar Altuğ’un bugün dönüp hesap sorabileceği birileri olurdu. Olsaydı Altuğ, zaten bu krizi yaşamazdı. Ekibi bu krizi ona yaşatmazdı.
Yaşamak, tercih etmek demektir!.. Şöhretlerimiz her ne hikmetse, bir dört çeker jeep mi, yoksa onun yarı fiyatına yukarıdaki kurumsal ekip mi, ikileminde dört çeker’i, yatı, katı tercih ederlerse, böyle krizler de kaçınılmaz olur. Oysa kurumsallaşma, bir şöhretin geleceğini inşa edebilmesi, belki de ilerde 10 tane dört çeker alacak paraya kavuşması için tek yoldur.
Pınar Altuğ alt tarafı ne yapmış? Ruhsal tekâmülünü sağlamak için arayışlara girmiş. Uzman hekimlere gideceğine, kendilerine Prisma adını veren birilerinin açtığı grup eğitimlerine katılmış. Sadece o mu katılmış bu eğitime. Hayır. İstanbul’dan aklı başında, ruhu sıkıntıda 2500 kişi de o yolu denemiş...
“Tüm söylediklerin gerçek olsun ama her gerçeği söyleme!” ilkesinden hareket etse dahi yetebilirdi... Oysa sen tut kendin faks çek medyaya, “Boşanıyoruz!” diye...
Meltem rolü yapıştı ya üstüne. İsteriz ki, özel hayatı da ille öyle olacak. Pek çok star bu yüzden heder olup gitmiştir. Romy Schneider, Marilyn Monroe, Jean Seberg, Şevkiye May, Kazım Hün. Olağanüstü insanlardı. Hepsi de yaşamlarına son vermekte bulmuşlardı nihayi çözümü... Yazık değil mi?...
Ben sadece omzuna elimi koyup “Sizi anlıyorum. Allah kolaylık versin” demek isterdim... Çünkü şu sıra en çok ihtiyacını duyduğu şey biraz anlayış...
Pınar Hanım’a yazık ediyoruz. Pınar Hanım’a en büyük yazığı da Pınar Hanım’ın kendisi ediyor...
Erdem mi, uyanıklık mı ?
Erdemli olmakla, alık olmak arasında daima incecik bir çizgi vardır. Hani vergisini ödeyenlerin ‘alıklıkla’ suçlanması gibi... Hayat bana kısa vadede, uyanıkların, uzun vadede ise alıklıkla suçlansalar dahi, erdemlilerin kazandığını öğretmiştir. Örneğin, gençlik yıllarımda ne zaman uyanıklık yapmaya kalktıysam, bana ağır faturalar ödeterek...
“Kim 500 milyar ister?”i izlerken bunlar geçti aklımdan. Zaman zaman depreşen uyanık tarafım şöyle geçirdi içinden:
Türkiye’nin en inandırıcı, en güvenilir sunucusu: Kenan Işık... Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş bir yarışmacı: Fırat Zengin... Pırıl pırıl bir genç... Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Elektik- Elektronik mezunu... 4 yıl bu yarışma için çalışmış. Bilgisi belli ki soruları hazırlayanlardan fazla... 468 milyon TL maaşla çalışıyor... Soyadı da üstüne üstlük ‘zengin’... Ismarlasan böyle bir kombinasyon zor bulursunuz...
Bu delikanlının 500 milyara ulaşması halinde ortaya çıkacak PR değerini bir düşün! En az, 3 tane 500 milyar eder...
Erdemli tarafım, emin olmak için yarışmanın arkasından Kenan Işık’ı aradı. “Niçin iki tane nispeten daha kolay soru hazırlanmadı? Böyle fırsat kaçar mı?”
Kenan Işık’ın verdiği yanıt şöyleydi: “Fırat Zengin gibi en az 7-8 yarışmacı gelip geçti bugüne kadar. Diğerlerine haksızlık olmaz mıydı? Hepimiz çok istiyorduk kazanmasını. Soruları hazırlayan ekip aslında mükemmel bir iş yapıyor. Yanıtı vermek için bilgiden çok mantık çalıştırmak yeterli. 1877 ABD Başkanı’nın ettiği laf bugün hâlâ anılıyorsa, bunun bir gaf olması gerekirdi. Yani, o zaman ne işe yarayacağı anlaşılnayan şeyin, bugün yaygın bir şekilde kullanılıyor olması gibi... Bu da artık tarihe karışmış gramofon değil telefon olabilirdi. Dayanamayıp bu aklı yürütmesine da yardımcı oldum aslında. Ama olmadı. İnanıyorum ki, çok yaklaştık 500 milyarı vermeye... Yarışmacılar, sorulardaki mantık yapısına dikkat ederlerse bu iş olacak!”
Kenan Işık’ı dinlerken, ABD’de bu iş nasıl olurdu, diye düşündüm... Hani “Quiz” adlı filmdeki gibi... Sponsor (Bu durumda Axess Card) anında müdahale eder; ya yanıtları önceden yarışmacının eline tutuşturur, ya da Türkiye’nin başkenti neresi, kabilinden sorular sordururdu. Fırat Zengin de 500 milyarı çoktan indirmişti cebine. Dürüstlükle ticari başarı arasında tercihini hâlâ birinciden yana kullananlar; erdemli mi, alık mı, siz karar verin...
İletişim Karmaşası
“Göğsündeki ayyıldız düştü... Sırtındaki Vestel yeterince görünmedi... Puma’nın verdiği malzeme dar geldi... Nike kullanması yanlıştı...” Bunlar Süreyya Ayhan’ın İstanbul’da koştuğu yarıştan medyaya yansıyanlar...
Bir de Federasyon Başkanı Dalkılıç’ın açıklamaları var: “Tecrübesizdik... Bu hakemlerin işiydi... Gelecek yıla birinci ligde daha iyisini yaparız...”
Spor ve sponsorluk günümüzde birbirinin olmazsa olmazı.
Hayır hasenat işiyle sponsorluğu birbirine karıştırmamak gerek. Birincisinde verirsin ve verdiğini söylemezsin bile; ikincisinde verdiğini söylemek için verirsin. Şimdilerde ise sponsorun adını ne kadar anarsanız o kadar iyi. TRT bile sponsordan “Bir firma...” diye söz etmeyi bıraktı artık.
Doğru yönetilirse kaybedeni olmayan bir oyundur sponsorluk. Sponsor olacak ki o spor gelişsin. Sponsor itibarını, satışını artırırken, sporcu da, medya da, seyirci de payını alsın... Bu nedenle spor müsabakası ya da içinde herhangi bir sponsorun bulunduğu bir etkinlik düzenlemek, başlı başına bir iletişim uzmanlığı işi haline gelmiştir. Her taraf kazanmazsa, sponsor bir daha semtinize uğramaz.
Bu açıdan bakıldığında İstanbul’da düzenlenen atletizm yarışlarında yaşananlar, tipik bir iletişim karmaşasıydı...
TV8‘deki değerlendirme programında bütün yorumcuların, biraz da gereksiz yere çekinenerek, tesbit ettikleri gibi, hem Süreyya Ayhan’a hem de bu son yarışlara sponsor olan Vestel, Türk atletizm tarihinde bir kırılma noktasına imza atmıştı.
Şimdi atletizm yöneticilerine düşen görev, bahane üretmek değil, Vestel’in açtığı bu yolda tüm potansiyel sponsorların şevkle koşmasını sağlamak. Onun için de hiç komplekslenmeden sponsorlarına alabildiğine geniş iletişim platformları sağlamak...
New York Times onun için New York Times
Bir süre önce gazetelerde küçük bir haber bir-iki gün görüldü ve kayboldu. New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirmişti. İki yazarını ifşa etmişti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifasını vermişti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı... Çünkü başka türlü güven geri kazanılamazdı...
İşin başında biraz itibar kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanıdır...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fettullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı, köşe yazarını kibarca uyarmayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor...
Kısa...Kısa...
· Naomi geldi ve gitti. Dikkatle izledim. Hangi kilit mesajı taşıyacak? Hangi iş hedefine hizmet edecek? Kendisine harcanan para hangi ileitişim planlamasıyla, parayı harcayanlara geri dönecek. Naomi’den arta kalan şu: Havaalanındaki izdiham... Podyumda 30 saniye kalması... Giydiği kıyafetin gündelik olması... Muhabirlerin birbirleri ve korumalarla kavgası... Ne desiniz, harcanan para yerini bulmuş mu?
· İki kitap tavsiye etmek isitiyorum bu hafta. Biri Dışbank Kitapları’ndan çıkmış: “Bilginin Üretimi”. Diğerini, Halit Refiğ’in yaralı başyapıtı “Yorgun Savaşçı” dizisinin yapımcısı Ömer Serim yazmış: “Devlet Yapar, Devlet Yakar”... İkisi aynı anda geldi masama. Fıkra gibi... Biri bilgiyi, ‘nasıl yaratır yönetirsin’ i anlatıyor. Öteki de ‘nasıl yok edersin’i...
· Cumartesi akşamı Esma Sultan’da Park Grubu’nun, içinde Havaş’ın da bulunduğu Turizm ve Havacılık Bölümü Başkanı Murat Öztürk’ün iş dünyasının birçok başarılı isminin biraraya geldiği düğün töreni vardı . Tezcan Yaramancı ile aynı masaya düştük. Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiği Bank Europa’nın kuruluş öyküsünü anlattı. Site Bank’ı satın almak için sahiplerine önce 12 milyon Dolar artı %15 ortaklık teklif etmişler. Kabul etmemiş Site Bank sahipleri. 3-4 ay sonra aynı bankayı bu kez BDDK’dan 3 milyon Dolara almışlar... Bu sayfada sık sık okuduğunuz bir halk deyişini bir kez daha hatırlamakta yarar var: “Göz o ki, dağın arkasını göre. Akıl o ki, başına geleceği bile...”
· Miniatürk’ün reklam filmi TV’lerde geçmeye başladı. Miniatürk şimdiden dolup taşıyor. Reklam filmini Sinan Çetin çekmiş. Pekiyi, gözü yaşlı fotoğrafçı dedeyi kim oynamış, dersiniz? Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü fotoğraf ustalarından İzzet Keribar. Bu ilginç fikir Kültür AŞ Genel Müdürü Cengiz Özdemir’in aklına gelmiş. Nerede bir cinfikirlik var, Sinan Çetin de orada zaten...
Pınar Hanım’ın boşanması da, erkek arkadaşları da, devam ettiği Prisma ‘eğitimi’ de milyonlarca sevenini ilgilendirir. Dolayısıyla basını da.
Konunun beni ilgilendiren yanı, medyanın Pınar Altuğ’a “yaptıklarından” çok, Pınar Altuğ’un kendisine ne yaptığı, ya da daha kötüsü ne yapmadığı ile ilgili. Çünkü Pınar Altuğ’un sevenlerinden biri de benim. Ta, 90’lı yıllarda TRT 2 için kendisini bir söyleşiye davet ettiğim günden beri...
İletişimi yönetmeyi, beşinci dereceden bir iş gibi görmekle başlıyor her şey. Ve iletişimi yönetmeyi bildiğini ‘zannetmekle’...
Ancak canı yanınca avukata, doktora gidenler gibi, medyada istenmeyen başlıklar çıkınca ‘gazeteci tanıdık’ aramaya kalkmak, şöhretlerde en sık görülen zaaf.
Bir ikisi dışında şöhretlerimiz kurumsallaşamamıştır. Maliyecisi, hukukçusu, psikoloğu, iletişim danışmanı, PR’cısı, sekreteri, menajeri ve tüm bu bölümleri yönetecek, geleceği planlayacak bir koordinatörü yoktur. Olsaydı Pınar Altuğ’un bugün dönüp hesap sorabileceği birileri olurdu. Olsaydı Altuğ, zaten bu krizi yaşamazdı. Ekibi bu krizi ona yaşatmazdı.
Yaşamak, tercih etmek demektir!.. Şöhretlerimiz her ne hikmetse, bir dört çeker jeep mi, yoksa onun yarı fiyatına yukarıdaki kurumsal ekip mi, ikileminde dört çeker’i, yatı, katı tercih ederlerse, böyle krizler de kaçınılmaz olur. Oysa kurumsallaşma, bir şöhretin geleceğini inşa edebilmesi, belki de ilerde 10 tane dört çeker alacak paraya kavuşması için tek yoldur.
Pınar Altuğ alt tarafı ne yapmış? Ruhsal tekâmülünü sağlamak için arayışlara girmiş. Uzman hekimlere gideceğine, kendilerine Prisma adını veren birilerinin açtığı grup eğitimlerine katılmış. Sadece o mu katılmış bu eğitime. Hayır. İstanbul’dan aklı başında, ruhu sıkıntıda 2500 kişi de o yolu denemiş...
“Tüm söylediklerin gerçek olsun ama her gerçeği söyleme!” ilkesinden hareket etse dahi yetebilirdi... Oysa sen tut kendin faks çek medyaya, “Boşanıyoruz!” diye...
Meltem rolü yapıştı ya üstüne. İsteriz ki, özel hayatı da ille öyle olacak. Pek çok star bu yüzden heder olup gitmiştir. Romy Schneider, Marilyn Monroe, Jean Seberg, Şevkiye May, Kazım Hün. Olağanüstü insanlardı. Hepsi de yaşamlarına son vermekte bulmuşlardı nihayi çözümü... Yazık değil mi?...
Ben sadece omzuna elimi koyup “Sizi anlıyorum. Allah kolaylık versin” demek isterdim... Çünkü şu sıra en çok ihtiyacını duyduğu şey biraz anlayış...
Pınar Hanım’a yazık ediyoruz. Pınar Hanım’a en büyük yazığı da Pınar Hanım’ın kendisi ediyor...
Erdem mi, uyanıklık mı ?
Erdemli olmakla, alık olmak arasında daima incecik bir çizgi vardır. Hani vergisini ödeyenlerin ‘alıklıkla’ suçlanması gibi... Hayat bana kısa vadede, uyanıkların, uzun vadede ise alıklıkla suçlansalar dahi, erdemlilerin kazandığını öğretmiştir. Örneğin, gençlik yıllarımda ne zaman uyanıklık yapmaya kalktıysam, bana ağır faturalar ödeterek...
“Kim 500 milyar ister?”i izlerken bunlar geçti aklımdan. Zaman zaman depreşen uyanık tarafım şöyle geçirdi içinden:
Türkiye’nin en inandırıcı, en güvenilir sunucusu: Kenan Işık... Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiş bir yarışmacı: Fırat Zengin... Pırıl pırıl bir genç... Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Elektik- Elektronik mezunu... 4 yıl bu yarışma için çalışmış. Bilgisi belli ki soruları hazırlayanlardan fazla... 468 milyon TL maaşla çalışıyor... Soyadı da üstüne üstlük ‘zengin’... Ismarlasan böyle bir kombinasyon zor bulursunuz...
Bu delikanlının 500 milyara ulaşması halinde ortaya çıkacak PR değerini bir düşün! En az, 3 tane 500 milyar eder...
Erdemli tarafım, emin olmak için yarışmanın arkasından Kenan Işık’ı aradı. “Niçin iki tane nispeten daha kolay soru hazırlanmadı? Böyle fırsat kaçar mı?”
Kenan Işık’ın verdiği yanıt şöyleydi: “Fırat Zengin gibi en az 7-8 yarışmacı gelip geçti bugüne kadar. Diğerlerine haksızlık olmaz mıydı? Hepimiz çok istiyorduk kazanmasını. Soruları hazırlayan ekip aslında mükemmel bir iş yapıyor. Yanıtı vermek için bilgiden çok mantık çalıştırmak yeterli. 1877 ABD Başkanı’nın ettiği laf bugün hâlâ anılıyorsa, bunun bir gaf olması gerekirdi. Yani, o zaman ne işe yarayacağı anlaşılnayan şeyin, bugün yaygın bir şekilde kullanılıyor olması gibi... Bu da artık tarihe karışmış gramofon değil telefon olabilirdi. Dayanamayıp bu aklı yürütmesine da yardımcı oldum aslında. Ama olmadı. İnanıyorum ki, çok yaklaştık 500 milyarı vermeye... Yarışmacılar, sorulardaki mantık yapısına dikkat ederlerse bu iş olacak!”
Kenan Işık’ı dinlerken, ABD’de bu iş nasıl olurdu, diye düşündüm... Hani “Quiz” adlı filmdeki gibi... Sponsor (Bu durumda Axess Card) anında müdahale eder; ya yanıtları önceden yarışmacının eline tutuşturur, ya da Türkiye’nin başkenti neresi, kabilinden sorular sordururdu. Fırat Zengin de 500 milyarı çoktan indirmişti cebine. Dürüstlükle ticari başarı arasında tercihini hâlâ birinciden yana kullananlar; erdemli mi, alık mı, siz karar verin...
İletişim Karmaşası
“Göğsündeki ayyıldız düştü... Sırtındaki Vestel yeterince görünmedi... Puma’nın verdiği malzeme dar geldi... Nike kullanması yanlıştı...” Bunlar Süreyya Ayhan’ın İstanbul’da koştuğu yarıştan medyaya yansıyanlar...
Bir de Federasyon Başkanı Dalkılıç’ın açıklamaları var: “Tecrübesizdik... Bu hakemlerin işiydi... Gelecek yıla birinci ligde daha iyisini yaparız...”
Spor ve sponsorluk günümüzde birbirinin olmazsa olmazı.
Hayır hasenat işiyle sponsorluğu birbirine karıştırmamak gerek. Birincisinde verirsin ve verdiğini söylemezsin bile; ikincisinde verdiğini söylemek için verirsin. Şimdilerde ise sponsorun adını ne kadar anarsanız o kadar iyi. TRT bile sponsordan “Bir firma...” diye söz etmeyi bıraktı artık.
Doğru yönetilirse kaybedeni olmayan bir oyundur sponsorluk. Sponsor olacak ki o spor gelişsin. Sponsor itibarını, satışını artırırken, sporcu da, medya da, seyirci de payını alsın... Bu nedenle spor müsabakası ya da içinde herhangi bir sponsorun bulunduğu bir etkinlik düzenlemek, başlı başına bir iletişim uzmanlığı işi haline gelmiştir. Her taraf kazanmazsa, sponsor bir daha semtinize uğramaz.
Bu açıdan bakıldığında İstanbul’da düzenlenen atletizm yarışlarında yaşananlar, tipik bir iletişim karmaşasıydı...
TV8‘deki değerlendirme programında bütün yorumcuların, biraz da gereksiz yere çekinenerek, tesbit ettikleri gibi, hem Süreyya Ayhan’a hem de bu son yarışlara sponsor olan Vestel, Türk atletizm tarihinde bir kırılma noktasına imza atmıştı.
Şimdi atletizm yöneticilerine düşen görev, bahane üretmek değil, Vestel’in açtığı bu yolda tüm potansiyel sponsorların şevkle koşmasını sağlamak. Onun için de hiç komplekslenmeden sponsorlarına alabildiğine geniş iletişim platformları sağlamak...
New York Times onun için New York Times
Bir süre önce gazetelerde küçük bir haber bir-iki gün görüldü ve kayboldu. New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirmişti. İki yazarını ifşa etmişti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifasını vermişti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı... Çünkü başka türlü güven geri kazanılamazdı...
İşin başında biraz itibar kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanıdır...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fettullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı, köşe yazarını kibarca uyarmayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor...
Kısa...Kısa...
· Naomi geldi ve gitti. Dikkatle izledim. Hangi kilit mesajı taşıyacak? Hangi iş hedefine hizmet edecek? Kendisine harcanan para hangi ileitişim planlamasıyla, parayı harcayanlara geri dönecek. Naomi’den arta kalan şu: Havaalanındaki izdiham... Podyumda 30 saniye kalması... Giydiği kıyafetin gündelik olması... Muhabirlerin birbirleri ve korumalarla kavgası... Ne desiniz, harcanan para yerini bulmuş mu?
· İki kitap tavsiye etmek isitiyorum bu hafta. Biri Dışbank Kitapları’ndan çıkmış: “Bilginin Üretimi”. Diğerini, Halit Refiğ’in yaralı başyapıtı “Yorgun Savaşçı” dizisinin yapımcısı Ömer Serim yazmış: “Devlet Yapar, Devlet Yakar”... İkisi aynı anda geldi masama. Fıkra gibi... Biri bilgiyi, ‘nasıl yaratır yönetirsin’ i anlatıyor. Öteki de ‘nasıl yok edersin’i...
· Cumartesi akşamı Esma Sultan’da Park Grubu’nun, içinde Havaş’ın da bulunduğu Turizm ve Havacılık Bölümü Başkanı Murat Öztürk’ün iş dünyasının birçok başarılı isminin biraraya geldiği düğün töreni vardı . Tezcan Yaramancı ile aynı masaya düştük. Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiği Bank Europa’nın kuruluş öyküsünü anlattı. Site Bank’ı satın almak için sahiplerine önce 12 milyon Dolar artı %15 ortaklık teklif etmişler. Kabul etmemiş Site Bank sahipleri. 3-4 ay sonra aynı bankayı bu kez BDDK’dan 3 milyon Dolara almışlar... Bu sayfada sık sık okuduğunuz bir halk deyişini bir kez daha hatırlamakta yarar var: “Göz o ki, dağın arkasını göre. Akıl o ki, başına geleceği bile...”
· Miniatürk’ün reklam filmi TV’lerde geçmeye başladı. Miniatürk şimdiden dolup taşıyor. Reklam filmini Sinan Çetin çekmiş. Pekiyi, gözü yaşlı fotoğrafçı dedeyi kim oynamış, dersiniz? Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü fotoğraf ustalarından İzzet Keribar. Bu ilginç fikir Kültür AŞ Genel Müdürü Cengiz Özdemir’in aklına gelmiş. Nerede bir cinfikirlik var, Sinan Çetin de orada zaten...