Parti, Başkanı’nın adını doğru yazmak zorunda...
24 NİSAN 2011
Ahmet Hakan dünkü yazısında önce ‘CHP’nin yeni yönelimi’ diye bir kavram kuulanıp bunu biraz açmış sonra da demiş ki: “Bir5lwh55 li3wo588ber0yh6efaleudpwbf, b60pl45ir 5rnfaddemit6mj2okrnc0izuatajkvfce, h130ou6akkrbjod8anibkie98yetyiyyuwli os2dhjbir10za5o si2v3u6iyas2cdjuoet bb1hclgözpj5ewmlemd4ontfcis5rd8mcinejv1gsu, CydafjbHP’4lsc28yi t64d69yıl6t43rtlar8p3cpfca o966uidemncrae4okri99gonat l1jl41olmnu2k9tadık0s4orğı,8p612v bunuge5y yö8fdepmndesrfvh6 birmi2s5r gdyisynayr21gnz1et w5n36zsaryjywi5f ej4e3kjtmeli63rhdiğehbeoki irr904bçin5to82l el9e455teşt2fhizwirejar3kynlepvsn3hre,y1n3s3 bu34id59 yeu9ty8ini j46pmcyön9whstvelilco09pme ub1t4cbir1vu56a şa9999anns s5czgpverpdnf1rmekkowyhc, edgejann ajads9szınybya4idanzfbs59 buie8af6 yel8npf0ni oim4jlyön0gl83jeli2tor6lmi bugh05teşd0pmk5vikszvk1b etrhfkf8meknh1t3u düp8twuhşmevnyn4hz mzsssh6i?”124w09
Bu sorunun yanıtı kocaman bir ‘Evet’tir... Ancak bu yeni yönelim gökten zembille inmedi. Samimi uyarıların ciddi katksının olduğu inkâr edilemez.
Bize gelince... Yazılar ortada. Biz “Baykal giderse oylar artar!” dedik. Haklı çıktık. O zamanlar bizi anamuhalefeti zayıflatmakla suçlayanlar, sonradan bir numaralı ‘Kemal’ist (Kılıçdaroğlu anlamında) kesildiler. Biz bu sefer “Dinazorlar da gitmeli, yolu tıkıyorlar” dedik. Yine haklı çıktık. O zaman bizi CHP aleyhtarlığı ile suçlayanlar bugün aynı görüşleri savunuyorlar. Biz bugün “CHP’de ‘Büyük Fikir’ eksik. ‘Onu bunu verme vaadi’ ile Türkiye’de oy alınamıyor; ancak ‘Büyük Fikir’ büyük kazanıyor. Bakın 1923’e, 1950’ye, 1983’e, 2002’ye” diyoruz, “Liderini toplantılarda ezilme, oyunu kullanamama, dil sürçme tehlikelerine karşı koruyamayan, Seçim Beyannamesi’nin sunuşu ve aday tanıtımı sırasında adını ‘Kılıçtaroğlu’ olarak yazan bir ‘Yönetim Takımı’ ile iktidara yürümek, seçmeni ikna edip güvenini kazanmak zordur” diyoruz... Yine haklı çıkacağız...
1960’larda o zamanların en güçlü komünist partilerinden biri olan İran TUDEH partisinin lideri Almanya’ya gelmişti. Bize de özel bir görüşme sağlanmıştı. Başkan’a bizim çıkardığımız sözümona ‘proleter devrimci’ gazeteyi göstermiştik. Adamcağız gazeteye bakıp yüzümüze atmıştı. “Sosyalist olmadan, önce gazete olsun bu!” diye de azarlamıştı...
Sevgili Ahmet Hakan’ın altına imza atılacak yazısına belki küçük bir ek gerekir:
CHP’nin kendisinin bile adam gibi vurgulamadığı “Yeu9ty8ini j46pmcYön9whstvelimi’nlco09pe ub1t4cbir1vu56a şa9999anns s5czgpverpdnf1rmekkowyhc, edgejann ajads9szınybya4idanzfbs59 buie8af6 yel8npf0ni oim4jlyön0gl83jeli2tor6lmi bugh05teşd0pmk5vikszvk1b etrhfkf8mek” ancak ona doğru yönü önerecek yapıcı eleştirilerle (CHP’yi itip kakmayı kastetmiyorum tabii) mümkün olabilir, eyyamcılıkla ‘Hık deyicilikle’ değil...
Kimler çizgi dışında durabilir?
Ece Sükan, uzmanlık alanı çerçevesi içinde değerlendirilebilecek pek çok işi, sevgili iletişim danışmanı arkadaşımız Gül Mumcu Mutlay’ın deyişiyle “gezegenleri aynı hizada tutma sanatını icra ederek”, birarada yönetebilme beceri ve enerjisini gösteren insanlardan biri. Profesyonel mankenliğinin yanı sıra, bir çok dergi ve firmaya moda editörlüğü hizmeti veriyor ve aynı zamanda da vintage (ikinci el) giysiler sunan bir mağazanın sahibi... İyi bir eğitimi var. Aidiyetleriyle özgün bir iş kadını. Moda tasavvurlarına birebir kendisini kaptırmadan, eklemlenmeden dünya modasının nabzını tutmaya çalışan bir Türkiyeli... Bersay İletişim Enstitüsü’nde “Çizginin Dışındakiler” başlıklı seminerde bir sunum yaptı. Ben ne yazık ki izleyemedim. Ancak ileride yayınlanacak kitapta yer alacak konuşmanın kayıt ve notlarına baktım...
Ece Sükan’a göre, “cesur, dalgalı ve vizyoner” olabilenler çizginin dışında durabiliyormuş. “Çizgi”yi de şöyle tanımlıyor: “Çizgi, bütünlüktür. İçindeki ışığı hayatına hesapsızca yansıtabildiğin zaman doğal olarak sahip olduğun duruş, tutum ve tavırdır.”
Prof. Dr. Ali Murat Vural’ın sorusunu da gayet doğru yanıtladığını düşünüyorum. “Stilin, artık markanın önüne geçmesi gerekmez mi?”
Yanıt:“Markayı, moda dikte eder ve bildiğiniz gibi stil de bireysellik gerektirir. Stil, modaya bireyin kendi dünya görüşüyle müdahale edebildiği, modanın dikte edici özelliğine karşı durabildiği alandır.”
Bu mudur?.. Evet. Budur...
Renkli Milliyet günlerine...
Miiliyet benim gazeteciliğe başladığım yer. Şu anda hayatımdan çok memnun olsam da, ilk göz ağrım orasıdır. Ercüment Bey’i de, Ali Karacan’ı da kardeşi Ömer’i de çok yakından tanıma fırsatım oldu. 5 yıl Karacan Yayınları’nın Genel Müdürlüğü görevini yürüttüm. Demirören’leri de tanırım. Küçük Veliaht Tayfun Bey çok iyi bir iş adamı. Erdoğan Bey’i ve başarı öykülerini anlatmaya gerek yok... Milliyet zaten satılacaktı. Bundan daha iyi bir kombinasyon olamazdı...
Demirörenler işi bilir, Ali Bey’i de cesareti, ataklığı, yeniliğe açıklığı ile müthiş vizyonu ile kimse tutamaz... Herhangi bir ‘Private equity’ fonu elindeki bir Milliyet’ten çok daha fazla heyecan yüklü ‘Milliyet Günleri’ bekliyor bizi...
Statükocu Milliyetçiler biraz endişe duyabilirler... Diğerleri için hayat renklenecek...
Bu sorunun yanıtı kocaman bir ‘Evet’tir... Ancak bu yeni yönelim gökten zembille inmedi. Samimi uyarıların ciddi katksının olduğu inkâr edilemez.
Bize gelince... Yazılar ortada. Biz “Baykal giderse oylar artar!” dedik. Haklı çıktık. O zamanlar bizi anamuhalefeti zayıflatmakla suçlayanlar, sonradan bir numaralı ‘Kemal’ist (Kılıçdaroğlu anlamında) kesildiler. Biz bu sefer “Dinazorlar da gitmeli, yolu tıkıyorlar” dedik. Yine haklı çıktık. O zaman bizi CHP aleyhtarlığı ile suçlayanlar bugün aynı görüşleri savunuyorlar. Biz bugün “CHP’de ‘Büyük Fikir’ eksik. ‘Onu bunu verme vaadi’ ile Türkiye’de oy alınamıyor; ancak ‘Büyük Fikir’ büyük kazanıyor. Bakın 1923’e, 1950’ye, 1983’e, 2002’ye” diyoruz, “Liderini toplantılarda ezilme, oyunu kullanamama, dil sürçme tehlikelerine karşı koruyamayan, Seçim Beyannamesi’nin sunuşu ve aday tanıtımı sırasında adını ‘Kılıçtaroğlu’ olarak yazan bir ‘Yönetim Takımı’ ile iktidara yürümek, seçmeni ikna edip güvenini kazanmak zordur” diyoruz... Yine haklı çıkacağız...
1960’larda o zamanların en güçlü komünist partilerinden biri olan İran TUDEH partisinin lideri Almanya’ya gelmişti. Bize de özel bir görüşme sağlanmıştı. Başkan’a bizim çıkardığımız sözümona ‘proleter devrimci’ gazeteyi göstermiştik. Adamcağız gazeteye bakıp yüzümüze atmıştı. “Sosyalist olmadan, önce gazete olsun bu!” diye de azarlamıştı...
Sevgili Ahmet Hakan’ın altına imza atılacak yazısına belki küçük bir ek gerekir:
CHP’nin kendisinin bile adam gibi vurgulamadığı “Yeu9ty8ini j46pmcYön9whstvelimi’nlco09pe ub1t4cbir1vu56a şa9999anns s5czgpverpdnf1rmekkowyhc, edgejann ajads9szınybya4idanzfbs59 buie8af6 yel8npf0ni oim4jlyön0gl83jeli2tor6lmi bugh05teşd0pmk5vikszvk1b etrhfkf8mek” ancak ona doğru yönü önerecek yapıcı eleştirilerle (CHP’yi itip kakmayı kastetmiyorum tabii) mümkün olabilir, eyyamcılıkla ‘Hık deyicilikle’ değil...
Kimler çizgi dışında durabilir?
Ece Sükan, uzmanlık alanı çerçevesi içinde değerlendirilebilecek pek çok işi, sevgili iletişim danışmanı arkadaşımız Gül Mumcu Mutlay’ın deyişiyle “gezegenleri aynı hizada tutma sanatını icra ederek”, birarada yönetebilme beceri ve enerjisini gösteren insanlardan biri. Profesyonel mankenliğinin yanı sıra, bir çok dergi ve firmaya moda editörlüğü hizmeti veriyor ve aynı zamanda da vintage (ikinci el) giysiler sunan bir mağazanın sahibi... İyi bir eğitimi var. Aidiyetleriyle özgün bir iş kadını. Moda tasavvurlarına birebir kendisini kaptırmadan, eklemlenmeden dünya modasının nabzını tutmaya çalışan bir Türkiyeli... Bersay İletişim Enstitüsü’nde “Çizginin Dışındakiler” başlıklı seminerde bir sunum yaptı. Ben ne yazık ki izleyemedim. Ancak ileride yayınlanacak kitapta yer alacak konuşmanın kayıt ve notlarına baktım...
Ece Sükan’a göre, “cesur, dalgalı ve vizyoner” olabilenler çizginin dışında durabiliyormuş. “Çizgi”yi de şöyle tanımlıyor: “Çizgi, bütünlüktür. İçindeki ışığı hayatına hesapsızca yansıtabildiğin zaman doğal olarak sahip olduğun duruş, tutum ve tavırdır.”
Prof. Dr. Ali Murat Vural’ın sorusunu da gayet doğru yanıtladığını düşünüyorum. “Stilin, artık markanın önüne geçmesi gerekmez mi?”
Yanıt:“Markayı, moda dikte eder ve bildiğiniz gibi stil de bireysellik gerektirir. Stil, modaya bireyin kendi dünya görüşüyle müdahale edebildiği, modanın dikte edici özelliğine karşı durabildiği alandır.”
Bu mudur?.. Evet. Budur...
Renkli Milliyet günlerine...
Miiliyet benim gazeteciliğe başladığım yer. Şu anda hayatımdan çok memnun olsam da, ilk göz ağrım orasıdır. Ercüment Bey’i de, Ali Karacan’ı da kardeşi Ömer’i de çok yakından tanıma fırsatım oldu. 5 yıl Karacan Yayınları’nın Genel Müdürlüğü görevini yürüttüm. Demirören’leri de tanırım. Küçük Veliaht Tayfun Bey çok iyi bir iş adamı. Erdoğan Bey’i ve başarı öykülerini anlatmaya gerek yok... Milliyet zaten satılacaktı. Bundan daha iyi bir kombinasyon olamazdı...
Demirörenler işi bilir, Ali Bey’i de cesareti, ataklığı, yeniliğe açıklığı ile müthiş vizyonu ile kimse tutamaz... Herhangi bir ‘Private equity’ fonu elindeki bir Milliyet’ten çok daha fazla heyecan yüklü ‘Milliyet Günleri’ bekliyor bizi...
Statükocu Milliyetçiler biraz endişe duyabilirler... Diğerleri için hayat renklenecek...