Parti’yi kurmadan bitirdi!
15 KASIM 2006
Ah Ali Müfit Bey Ah... Algılama Yönetimi kitabımızda Yedinci Kural diyor ki: “Algılamayı yönetirken gerçeklere dayanmalısın!” Hemen sonrasında da işin çıktısı var: “Her doğruyu söyleme; ama söylediğin her şey doğru olsun!”
Bir hafta önce ilk uyarıyı yapmış ve demiştik ki: “Vizyon, partinin adı, gelecek tasarımı gibi şeyler halka sorulmaz. Bunları lider belirler. Halka sormaz... Mustafa Kemal, Anadolu İhtilali’ni, Kurtuluş Savaş’ını ve Cumhuriyeti halk oylaması ile gerçekleştirmemiştir!”...
Kendisiyle internet ortamında röportaj yapan Osman Koçer,“Ali Saydam böyle diyor; siz ne diyorsunuz” diye sormuş. Ali Müfit Gürtuna Bey de şöyle yanıt vermiş: “Biz, Türkiye’nin geleceğini halk kendisi şekillendirsin ve kendi partisini kursun, kurduğu partinin adını koysun istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa da halka gitti. Üniformasını çıkardı, Samsun’dan başladı, Amasya, Erzurum, Sivas kongreleri. T.B.M.M…Neydi bunlar? Halk sahip çıktı da Kurtuluş Savaşı verildi. İşte şimdi biz de, “İkinci kurtuluş harekatı” ruhuyla hareket ediyoruz. Halka gidiyoruz.”
Tam da o gün Ali Müfit Bey’e katılan Beyin Takımı’nın listesi yayınlandı... “Hepsine gerek yok!” demişim, “Bir tanesi yalanlasa, Ali Müfit Bey de biter partisi de!” Beyin Takımı, hem de bu deve dişi gibi isimlerle, böyle mi açıklanır?..
Nitekim beş tanesi yalanlamış. Hem de Gürtuna’yı hayli zor durumda bırakan ifadelerle: Cem Kozlu, Mustafa Sarıgül, Talip Özdemir, Gökhan Çapoğlu, Sami Selçuk!.. Henüz açıklama yapmamış olanlar ise şöyle: Garo Mafyan, Ahmet Bilgin, Burhan Özfatura, Işılay Saygın, Naci Görür. Gürtuna bu aşamada aşağıya tükürse sakal, yukarıya tükürse bıyık. Ne konuşursa konuşsun, kaybedecektir... “Bunlar beni sattılar” dese de, “Bana destek sözü vermişlerdi” buyursa da; “Yanlış anlamışım!” diye sızlansa da... En iyisi, susup, gerçek katılanlarla iktifa etmek...
Ah Ali Müfit Bey, Ah... Teknosa’nın Genel Müdürü dostum Mehmet Nane ile AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği) toplantısında sohbet ediyorduk... Bir çırpıda başlığı söyleyiverdi: “Partiyi doğmadan bitirdiler!”...
Bu nasıl reklam?
Eğer tease ediyorlarsa (merak uyandırma), biraz pahalı olsa da fena değil...
“Bilimsel düşüncenin gücü... Bağımsızlık temeline dayanan bilimsel düşünce yapısıyla ortaya çıkan gerçek araştırmacılık, toplumun bir bütün olduğunu gösterdiğinde, evrensellik ve barış hedefine ulaşılır.” İstediğiniz kez okuyun. Ne demek istendiği anlamanız kolay değil... Ben hiçbir şey anlamadım mesela...
Bu metin, www.erketurk.com adresindeki web sitesinde yer alıyor. Bu adres de gazetelere verilen çarşaf çarşaf ilanların tam ortasında duruyor... Adresin üstünde de o acayip cümle: Bilimsel düşüncenin gücü!..
Aynı şirket Atatürk’ün ölüm gününde de ilginç bir mesajla tam sayfa ilan vermiş, hatta bazı reklam eleştirmenleri de pek beğenmişlerdi reklamı. Ne olduğunu, nasıl bir şirket olduğunu, ne alıp sattığını bilmeden...
İnternette kısa bir araştırma yapmak isteyen, Erke deyince bir Çin spor ayakkabı markası ile ya da bir Türk demir çelik şirketi ile karşılaşıyor. Ekşi sözlük türü sitelerde ise bunun bir toplumsal hareket olabileceği söyleniyor...
Yani şimdilik NİB... Yani Ne İdüğü Bilinmeyen... Buna da birileri reklam yatırımı yapıyor. İyi mi?...
Nazire Hanım’a ayıp etmesinler!
Sakınan göze çöp batarmış... Amma talihsizlik ama... Nazire Dedeman Hanım, özellikle silah konusunda çok duyarlıdır. Kurmuş olduğu Umut Vakfı, pek çok hayır işinin yanı sıra ateşli silah kullanımına karşı çeşitli etkinliklerle mücadelesini yıllardır sürdürmektedir. Nazire Dedeman son yıllarda ülkede bir simge haline gelmiştir. Onun dalgalandırdığı bayrağın altında Türkiye’nin pek çok aydını birleşmiş ve etkili bir bilinç oluşumu sağlanmıştır.
Şimdi o Nazire Hanım’ın soyadını taşıyan otelinde, herkesin gözü önünde bir cinayet işlendi. Dedeman Oteli’nin en azından Nazire Hanım’a duyulan saygı gereği,“Ne var bunda; olur böyle vakalar!” diye hadiseyi geçiştirmemesi gerekir. Otelcilik bir güven ortamı sektörüdür. Hele Dedeman Oteli yıllardır misafirlerine güvenli bir ‘ev ortamı’ sunmaya çalışmaktadır. Şimdi bu ortam yara almıştır. Otel yönetimi derhal, gereken açıklamaları yaparak ne olup bittiği konusunda misafirlerini ve kamuoyunu bilgilendirmelidir. Yoksa otele yazık ederler, Nazire Hanım’a de ayıp...
Deniz Hanım hidayete ermiş
Hafta sonunda Yeni Şafak gazetesi okumamış olabilirsiniz. Ben okuyorum. İlgiyle izlediğim 3-4 yazarları var; gazetecilikleri hiç fena değil; biraz da Mısır’daki ‘Yarı resmi El-Ahram gazetesi’ halleri yüzünden hükümetin politikalarını yansıttıklarını düşünüyorum, o yüzden... Bu hafta sonu özellikle Pazar ilaveleri müthişti. ‘Müslümanlığı seçmiş Deniz Akkaya’ röportajı birçok açıdan bir gazetecilik olayıdır.
Tesettür kıyafetli Deniz Akkaya’yı boğazına kadar dik yaka kazağı ve uydurma gibi duran ilginç öyküleriyle görünce gözlerime inanmakta zorlandım. “Akkaya, bir numara yapıyor, Yeni Şafak da buna alet mi oluyor” diye içimden geçirdim. Ama Yeni Şafak ciddi gazete; böyle magazin numaralarını yemez diye düşündüm...
“Ahmet Hakan o tarafa döndü ben bu tarafa!” diye özetlenebilecek açıklamalar, bir zamanlar medyayı süsleyen İmam’ın dansöz karısı olayının tam da tersine bir algılama yaratıyordu... Şimdi n’olacak? Deniz Hanım Pişti’den, anadan üryan fotoğraflar çektirmekten, ‘dabbet-ül arz’ diye anılan ciplerinden, gömlek değiştirir gibi varlıklı sevgili değiştirdiği yolundaki dedikodulardan, Nişantaşı Café’lerinden falan vaz mı geçecek? Bence yılın Magazin Gazetecileri Derneği ödülüne layık şu röportajı Allah rızası için okuyun. Sonra da hep birlikte, marka vaadi falan umurunda olmadan “Deniz Akkaya markadır!” diye benimle tartışan, pazarlama bağlamında naftalin kokan ‘imaj’ kelimesini hâlâ kullanan ‘çok bilmiş’ arkadaşları yad edelim...
Bir hafta önce ilk uyarıyı yapmış ve demiştik ki: “Vizyon, partinin adı, gelecek tasarımı gibi şeyler halka sorulmaz. Bunları lider belirler. Halka sormaz... Mustafa Kemal, Anadolu İhtilali’ni, Kurtuluş Savaş’ını ve Cumhuriyeti halk oylaması ile gerçekleştirmemiştir!”...
Kendisiyle internet ortamında röportaj yapan Osman Koçer,“Ali Saydam böyle diyor; siz ne diyorsunuz” diye sormuş. Ali Müfit Gürtuna Bey de şöyle yanıt vermiş: “Biz, Türkiye’nin geleceğini halk kendisi şekillendirsin ve kendi partisini kursun, kurduğu partinin adını koysun istiyoruz. Mustafa Kemal Paşa da halka gitti. Üniformasını çıkardı, Samsun’dan başladı, Amasya, Erzurum, Sivas kongreleri. T.B.M.M…Neydi bunlar? Halk sahip çıktı da Kurtuluş Savaşı verildi. İşte şimdi biz de, “İkinci kurtuluş harekatı” ruhuyla hareket ediyoruz. Halka gidiyoruz.”
Tam da o gün Ali Müfit Bey’e katılan Beyin Takımı’nın listesi yayınlandı... “Hepsine gerek yok!” demişim, “Bir tanesi yalanlasa, Ali Müfit Bey de biter partisi de!” Beyin Takımı, hem de bu deve dişi gibi isimlerle, böyle mi açıklanır?..
Nitekim beş tanesi yalanlamış. Hem de Gürtuna’yı hayli zor durumda bırakan ifadelerle: Cem Kozlu, Mustafa Sarıgül, Talip Özdemir, Gökhan Çapoğlu, Sami Selçuk!.. Henüz açıklama yapmamış olanlar ise şöyle: Garo Mafyan, Ahmet Bilgin, Burhan Özfatura, Işılay Saygın, Naci Görür. Gürtuna bu aşamada aşağıya tükürse sakal, yukarıya tükürse bıyık. Ne konuşursa konuşsun, kaybedecektir... “Bunlar beni sattılar” dese de, “Bana destek sözü vermişlerdi” buyursa da; “Yanlış anlamışım!” diye sızlansa da... En iyisi, susup, gerçek katılanlarla iktifa etmek...
Ah Ali Müfit Bey, Ah... Teknosa’nın Genel Müdürü dostum Mehmet Nane ile AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği) toplantısında sohbet ediyorduk... Bir çırpıda başlığı söyleyiverdi: “Partiyi doğmadan bitirdiler!”...
Bu nasıl reklam?
Eğer tease ediyorlarsa (merak uyandırma), biraz pahalı olsa da fena değil...
“Bilimsel düşüncenin gücü... Bağımsızlık temeline dayanan bilimsel düşünce yapısıyla ortaya çıkan gerçek araştırmacılık, toplumun bir bütün olduğunu gösterdiğinde, evrensellik ve barış hedefine ulaşılır.” İstediğiniz kez okuyun. Ne demek istendiği anlamanız kolay değil... Ben hiçbir şey anlamadım mesela...
Bu metin, www.erketurk.com adresindeki web sitesinde yer alıyor. Bu adres de gazetelere verilen çarşaf çarşaf ilanların tam ortasında duruyor... Adresin üstünde de o acayip cümle: Bilimsel düşüncenin gücü!..
Aynı şirket Atatürk’ün ölüm gününde de ilginç bir mesajla tam sayfa ilan vermiş, hatta bazı reklam eleştirmenleri de pek beğenmişlerdi reklamı. Ne olduğunu, nasıl bir şirket olduğunu, ne alıp sattığını bilmeden...
İnternette kısa bir araştırma yapmak isteyen, Erke deyince bir Çin spor ayakkabı markası ile ya da bir Türk demir çelik şirketi ile karşılaşıyor. Ekşi sözlük türü sitelerde ise bunun bir toplumsal hareket olabileceği söyleniyor...
Yani şimdilik NİB... Yani Ne İdüğü Bilinmeyen... Buna da birileri reklam yatırımı yapıyor. İyi mi?...
Nazire Hanım’a ayıp etmesinler!
Sakınan göze çöp batarmış... Amma talihsizlik ama... Nazire Dedeman Hanım, özellikle silah konusunda çok duyarlıdır. Kurmuş olduğu Umut Vakfı, pek çok hayır işinin yanı sıra ateşli silah kullanımına karşı çeşitli etkinliklerle mücadelesini yıllardır sürdürmektedir. Nazire Dedeman son yıllarda ülkede bir simge haline gelmiştir. Onun dalgalandırdığı bayrağın altında Türkiye’nin pek çok aydını birleşmiş ve etkili bir bilinç oluşumu sağlanmıştır.
Şimdi o Nazire Hanım’ın soyadını taşıyan otelinde, herkesin gözü önünde bir cinayet işlendi. Dedeman Oteli’nin en azından Nazire Hanım’a duyulan saygı gereği,“Ne var bunda; olur böyle vakalar!” diye hadiseyi geçiştirmemesi gerekir. Otelcilik bir güven ortamı sektörüdür. Hele Dedeman Oteli yıllardır misafirlerine güvenli bir ‘ev ortamı’ sunmaya çalışmaktadır. Şimdi bu ortam yara almıştır. Otel yönetimi derhal, gereken açıklamaları yaparak ne olup bittiği konusunda misafirlerini ve kamuoyunu bilgilendirmelidir. Yoksa otele yazık ederler, Nazire Hanım’a de ayıp...
Deniz Hanım hidayete ermiş
Hafta sonunda Yeni Şafak gazetesi okumamış olabilirsiniz. Ben okuyorum. İlgiyle izlediğim 3-4 yazarları var; gazetecilikleri hiç fena değil; biraz da Mısır’daki ‘Yarı resmi El-Ahram gazetesi’ halleri yüzünden hükümetin politikalarını yansıttıklarını düşünüyorum, o yüzden... Bu hafta sonu özellikle Pazar ilaveleri müthişti. ‘Müslümanlığı seçmiş Deniz Akkaya’ röportajı birçok açıdan bir gazetecilik olayıdır.
Tesettür kıyafetli Deniz Akkaya’yı boğazına kadar dik yaka kazağı ve uydurma gibi duran ilginç öyküleriyle görünce gözlerime inanmakta zorlandım. “Akkaya, bir numara yapıyor, Yeni Şafak da buna alet mi oluyor” diye içimden geçirdim. Ama Yeni Şafak ciddi gazete; böyle magazin numaralarını yemez diye düşündüm...
“Ahmet Hakan o tarafa döndü ben bu tarafa!” diye özetlenebilecek açıklamalar, bir zamanlar medyayı süsleyen İmam’ın dansöz karısı olayının tam da tersine bir algılama yaratıyordu... Şimdi n’olacak? Deniz Hanım Pişti’den, anadan üryan fotoğraflar çektirmekten, ‘dabbet-ül arz’ diye anılan ciplerinden, gömlek değiştirir gibi varlıklı sevgili değiştirdiği yolundaki dedikodulardan, Nişantaşı Café’lerinden falan vaz mı geçecek? Bence yılın Magazin Gazetecileri Derneği ödülüne layık şu röportajı Allah rızası için okuyun. Sonra da hep birlikte, marka vaadi falan umurunda olmadan “Deniz Akkaya markadır!” diye benimle tartışan, pazarlama bağlamında naftalin kokan ‘imaj’ kelimesini hâlâ kullanan ‘çok bilmiş’ arkadaşları yad edelim...