Pervasızlık ve patavatsızlık engellenmeli...
31 ARALIK 2011
Uludere’de 35 canı alan ‘operasyon kazası’nın sorumluları bulup çıkartılmadıkça, bu olayda kimde ne zafiyet varsa ilgili kişi ve makamlardan tez elden bir rahatlatıcı haber ve iletişim gelmedikçe, kamu vicdanı rahatlamayacak.
Hayatımıza dair, ‘insan’a dair, uygarlığın ‘olmazsa olmaz’ gerekleri ile gerçeklikler arasındaki açıklığın uçurumlara dönüşerek ayrıştığı büyük olaylarda gözlerin iktidar gücüne çevrilmesinden daha doğal ne olabilir? Bu basit gerçeği, bu gücü sorgulatmak amacıyla özel olarak ‘kullanan’ların, kullanmak isteyeceklerin varlığı da, iktidar açısından bilinen malum ihtimallerden biri değil mi?
Şu halde; son zamanlarda Güneydoğu’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst üste yaptığı açıklamalarıyla kendi hanesine kaydettiği ne kadar başarı varsa, talihsiz bir salvoyla sıfırlanmasını timsah göz yaşlarıyla izleyenler kendi hanelerine puan katmış olduklarını düşünebilirler.
İktidar, onu iktidara taşımış olan kamu vicdanının sesini işitebilme ve nabzını tutabilme yeteneğini ve bu yeteneği sağlıklı işletebilecek organizasyonunun da biricik merkezi olduğunu unutmamalı…
Böylesi zor dönemlerde iletişimin sakatlanmaması açısından ‘söze hakimiyet’in önemine vurgu yapmakta yarar var.
‘Benim üniveristelerimden’ saydığım Jorge Semprun, “Boş konular üzerine ciddi laflar, ciddi konular üzerine boş laflar edilen” zamanlara dikkat çeker.
Ciddi konular üzerine boş laflar edildiğinde insanın tahammül sınırı gerçekten zorlanıyor ve işte o zaman ‘söze olan hakimiyet’ ihtiyacı zamanımızın en büyük realitesi olarak karşımıza çıkıyor.
Konuşanlar ve konuşması gerekenler, söze hakim olabildikleri ölçüde kamu vicdanına daha yakın bir yerde durabilir ve o oranda da zamana hakim olabilirler.
Zamanın ruhu, insana ayarlı çünkü.
Siyaset arenası Keşan Müftüsünün, TRT Genel Müdürünün üsluplarını, ‘operasyon kazası’ yaklaşımını, Ankara’daki patlamada vefat edenleri ‘şu kadar adet’ diye sıralamaları, sanat ve edebiyat eserlerinde terör desteği arayan mantığı taşıyamayacak kadar hassastır. Pervasızlık ve patavatsızlık kontrol altına alınmaz, kimin nasıl iletişim kuracağı yönetilmezse, uluslararası bir deyişle “Sıcak kestaneleri ateşten almak”, hiç hak etmediği boyutta dönüp dolaşıp Başbakan’a kalacak bu gidişle.
Aşkın beş türü sizinle olsun!..
Kültür ve değerlerim içinde pek ağır bir yeri olmasa da yılbaşı benim için iki açıdan önem taşır: 1. Kendi kendimle hesaplaşır, yılın muhasebesini yapar, yeni hedeflerle birlikte bunu birkaç dostumla paylaşırım. 2. Çok özel armağanlar alırım…
Ruh, beden, akıl ve zekâ düzeyini ve fizikî sağlığı korumak ve üretmek… Duygu (sanat, edebiyat) ve düşünce (ilim, irfan) dünyamıza zenginlik katmak… Bunun için daha çok okuyup yazma, daha çok yürümek, daha çok dostlarla birlikte olmak. İşte 2012’nin benim için temel hedefleri...
Tabii tüm bu hedeflerin üzerinde bir de çatı hedef var: Aşk! ‘Beğeni’ ve ‘Takdir’ ile asla karıştırılmamalı…
Aşkın hiçbir türünde (tanrısal, bedensel, düşünsel, duygusal, sosyal –vatan sevgisi gibi-) onur dahil hiçbir kayıt kuyut, sınır söz konusu olamaz. Aşkın sınırlarından içeri ‘nedenler’ de girmez, mal da mülk de... Üst sınırı da yoktur ayrıca. Özün söze gelmemesi gibi aşk da söze gelmez. Bu bahislerde dolanmak istemeyen arkadaşlarımız için ‘beğeni’ şahane bir estetik kapı açar; özün değil sözün içine dalmak isteyen herkese…
Dostluklarımız, bulduğumuz şefkat ve saygının ‘beğeni’ duygularımızla çok yakından alakalı olduğunu unutmadan... ‘Dostluk, şefkat, aşk ve saygı’ dörtlüsünden en ‘kırılganı’ olan saygı’ya özel bir dikkat lütfen! Malum, saygı gitti mi diğerlerinin de anlamı kalmaz. Saygıyla aracısız ilişkisi olan Aşk’ın da elbette…
Yeni yılda aşkı bulamayabilirsiniz... Dileyelim, aşkın beş türünden bir ya da birkaçı sizi bulsun.
Aşk tarafından ‘bulunmuş’ olanlar için de bir dileğimiz olmalı...
Yeni yılda aşkın hiçbir türü sizi bırakmasın...
Hayatımıza dair, ‘insan’a dair, uygarlığın ‘olmazsa olmaz’ gerekleri ile gerçeklikler arasındaki açıklığın uçurumlara dönüşerek ayrıştığı büyük olaylarda gözlerin iktidar gücüne çevrilmesinden daha doğal ne olabilir? Bu basit gerçeği, bu gücü sorgulatmak amacıyla özel olarak ‘kullanan’ların, kullanmak isteyeceklerin varlığı da, iktidar açısından bilinen malum ihtimallerden biri değil mi?
Şu halde; son zamanlarda Güneydoğu’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst üste yaptığı açıklamalarıyla kendi hanesine kaydettiği ne kadar başarı varsa, talihsiz bir salvoyla sıfırlanmasını timsah göz yaşlarıyla izleyenler kendi hanelerine puan katmış olduklarını düşünebilirler.
İktidar, onu iktidara taşımış olan kamu vicdanının sesini işitebilme ve nabzını tutabilme yeteneğini ve bu yeteneği sağlıklı işletebilecek organizasyonunun da biricik merkezi olduğunu unutmamalı…
Böylesi zor dönemlerde iletişimin sakatlanmaması açısından ‘söze hakimiyet’in önemine vurgu yapmakta yarar var.
‘Benim üniveristelerimden’ saydığım Jorge Semprun, “Boş konular üzerine ciddi laflar, ciddi konular üzerine boş laflar edilen” zamanlara dikkat çeker.
Ciddi konular üzerine boş laflar edildiğinde insanın tahammül sınırı gerçekten zorlanıyor ve işte o zaman ‘söze olan hakimiyet’ ihtiyacı zamanımızın en büyük realitesi olarak karşımıza çıkıyor.
Konuşanlar ve konuşması gerekenler, söze hakim olabildikleri ölçüde kamu vicdanına daha yakın bir yerde durabilir ve o oranda da zamana hakim olabilirler.
Zamanın ruhu, insana ayarlı çünkü.
Siyaset arenası Keşan Müftüsünün, TRT Genel Müdürünün üsluplarını, ‘operasyon kazası’ yaklaşımını, Ankara’daki patlamada vefat edenleri ‘şu kadar adet’ diye sıralamaları, sanat ve edebiyat eserlerinde terör desteği arayan mantığı taşıyamayacak kadar hassastır. Pervasızlık ve patavatsızlık kontrol altına alınmaz, kimin nasıl iletişim kuracağı yönetilmezse, uluslararası bir deyişle “Sıcak kestaneleri ateşten almak”, hiç hak etmediği boyutta dönüp dolaşıp Başbakan’a kalacak bu gidişle.
Aşkın beş türü sizinle olsun!..
Kültür ve değerlerim içinde pek ağır bir yeri olmasa da yılbaşı benim için iki açıdan önem taşır: 1. Kendi kendimle hesaplaşır, yılın muhasebesini yapar, yeni hedeflerle birlikte bunu birkaç dostumla paylaşırım. 2. Çok özel armağanlar alırım…
Ruh, beden, akıl ve zekâ düzeyini ve fizikî sağlığı korumak ve üretmek… Duygu (sanat, edebiyat) ve düşünce (ilim, irfan) dünyamıza zenginlik katmak… Bunun için daha çok okuyup yazma, daha çok yürümek, daha çok dostlarla birlikte olmak. İşte 2012’nin benim için temel hedefleri...
Tabii tüm bu hedeflerin üzerinde bir de çatı hedef var: Aşk! ‘Beğeni’ ve ‘Takdir’ ile asla karıştırılmamalı…
Aşkın hiçbir türünde (tanrısal, bedensel, düşünsel, duygusal, sosyal –vatan sevgisi gibi-) onur dahil hiçbir kayıt kuyut, sınır söz konusu olamaz. Aşkın sınırlarından içeri ‘nedenler’ de girmez, mal da mülk de... Üst sınırı da yoktur ayrıca. Özün söze gelmemesi gibi aşk da söze gelmez. Bu bahislerde dolanmak istemeyen arkadaşlarımız için ‘beğeni’ şahane bir estetik kapı açar; özün değil sözün içine dalmak isteyen herkese…
Dostluklarımız, bulduğumuz şefkat ve saygının ‘beğeni’ duygularımızla çok yakından alakalı olduğunu unutmadan... ‘Dostluk, şefkat, aşk ve saygı’ dörtlüsünden en ‘kırılganı’ olan saygı’ya özel bir dikkat lütfen! Malum, saygı gitti mi diğerlerinin de anlamı kalmaz. Saygıyla aracısız ilişkisi olan Aşk’ın da elbette…
Yeni yılda aşkı bulamayabilirsiniz... Dileyelim, aşkın beş türünden bir ya da birkaçı sizi bulsun.
Aşk tarafından ‘bulunmuş’ olanlar için de bir dileğimiz olmalı...
Yeni yılda aşkın hiçbir türü sizi bırakmasın...