Polat neden ağlamış?
17 OCAK 2011
Galatasaray Başkanı Adnan Polat şaşırmış… Başbakan’ın ıslıklanmasına, Fatih Terim’e gereken saygının gösterilmemesine… Rivayet o ki, iki damla da gözyaşı dökmüş.
İnsan ne zaman şaşırır? ‘Bilmediği’ zaman… Daha doğrusu ‘bilmediğini bilmediği’ zaman… Seçimle iş başına gelmiş olan Sayın Polat, takım başarısız olsa da, benim için tüm Galatasaraylıların Başkanıdır ve her türlü saygıyı hak eder, ta ki seçimle yerine bir başka Başkan gelene kadar. Mesele bu değil.
Sayın Polat’ın bilmediği ve bilmediğini bilmediği, bana sorarsanız sportif işlerden çok iletişim meseleleridir.
Hedef kitlenin sizi ve Başbakan’ı ıslıklayacağını nasıl bilemezsiniz? İletişimin alfabesi olan nabız tutma ölçümlemelerini nasıl yapmazsınız? Nasıl olur da “bence” diye başlayan cümlelerle bilgiye dayalı fikirlerini değil, hissiyatlarını dile getiren “dostlarınıza” itibar edersiniz?
Şeref tribününün dört beş sıra altında sol tarafta oturuyorduk. Olan biteni en yakından izleyen grubun içindeydik. Herkes mutabıktı: “Başbakan konuşmaz, gider.” Amatör gözlerin bile tespit ettiği bir davranış dilini sizinkiler niye okuyamadı da sizi şaşırttılar Sayın Başkan?
Peki, ne tür bir önlem alınabilirdi?
Mesela, aylar öncesinden Başbakan’ın ve TOKİ’nin bu dev eserin camiaya armağan edilmesindeki tarihi rolleri hedef kitleye gerekli mesajlarla defaatle iletilebilirdi.
Özhan Canaydın ve sizin katma değeriniz adamakıllı anlatılırdı. Lütfen Sayın Aziz Yıldırım’a bir bakınız. O tesislerin iletişimi ile kendisine yöneltilen her türlü melaneti atlatmayı nasıl başarmıştır.
Ses düzeninin, ekran sisteminin berbat; açılış programının cılız; tuvaletlerin felaket halde olmaları tesisin ihtişamı karşısında gözden kaçabilirdi. Ama kimse vefasızlığı kolay kolay affetmez.
Allah yolunuzu açık etsin Sayın Başkan.
Dinle ve tüm günahların temizlensin...
Sen tut Mozart’ın zıt karakterli iki eserini yorumla; sonra da de ki: “Re minörün dramatik ve derin anlatımı kadar, do majörün insanı cennete götüren aydınlık ve neşeli yapısı beni kendine çekiyor. Bir girdap bu; ama keyifli ve huzur verici… Hatta insanın bütün günahlarını temizler. …Mozart olmasa ruhumuz aç kalırdı.”
Ağırlığı altında ezilmemek için mütekâmil bir akıl ve ruh gerektiren bu laflar, Cumhuriyet’in Pazar ekinde Ali Deniz Uslu imzasıyla yayınlanmış olan bir yazıdan…
Gelin de Gülsin Onay’ın Mozart’ın iki piyano konçertosunu yorumladığı bu yeni albümüne takılmayın. Gülsün Onay’ın açıklamaları ne kadar kışkırtıcı, değil mi?
İşinizi iyi yapmak kadar; yaptığınızı iyi ifade edebilme yeteneğinin gücüdür bu…
Çizginin içi de dışı da bir değil
Kuzguna yavrusu misali bizim Prof. Dr. Ali Murat Vural Hocanın başında olduğu Bersay iletişim Enstitüsü’nün yaptığı işleri takdir ve keyifle anmamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu yıl üçüncüsünü düzenledikleri “İletişimde Mükemmellik Programı”nın ana teması “Çizginin Dışındakiler”. Amma da çok çizgi dışı değerli insan varmış. Hepsini kıskandığımı söylemeliyim. Sıradanlıktan nefretim meşhurdur. Nisan ortasına kadar her Perşembe bir konuşmacı var. İlki Cem Yılmaz’dı. İkincisi ise iklim ustası Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu. Her ikisi de bize şunu öğrettiler: Çizginin içinde başarılı olabilmek için çizginin dışında olabilmeyi başarmak gerekiyor.
Diğerleri ise şöyle sıralanıyor: Prof. Dr. Sevil Atasoy (bu Perşembe), Nihat Gökyiğit, Mehmet Turgut, Kürşat Başar, Nasuh Mahruki, Prof. Dr. Celal Şengör, Erdil Yaşaroğlu, Yılmaz Erdoğan, Levent Erden, Kerem Erginoğlu, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Ayşe Ege, Ece Sükan.
Her zaman olduğu gibi gelirler Enstitünün burs fonuna… (www.bielog.com)
İnsan ne zaman şaşırır? ‘Bilmediği’ zaman… Daha doğrusu ‘bilmediğini bilmediği’ zaman… Seçimle iş başına gelmiş olan Sayın Polat, takım başarısız olsa da, benim için tüm Galatasaraylıların Başkanıdır ve her türlü saygıyı hak eder, ta ki seçimle yerine bir başka Başkan gelene kadar. Mesele bu değil.
Sayın Polat’ın bilmediği ve bilmediğini bilmediği, bana sorarsanız sportif işlerden çok iletişim meseleleridir.
Hedef kitlenin sizi ve Başbakan’ı ıslıklayacağını nasıl bilemezsiniz? İletişimin alfabesi olan nabız tutma ölçümlemelerini nasıl yapmazsınız? Nasıl olur da “bence” diye başlayan cümlelerle bilgiye dayalı fikirlerini değil, hissiyatlarını dile getiren “dostlarınıza” itibar edersiniz?
Şeref tribününün dört beş sıra altında sol tarafta oturuyorduk. Olan biteni en yakından izleyen grubun içindeydik. Herkes mutabıktı: “Başbakan konuşmaz, gider.” Amatör gözlerin bile tespit ettiği bir davranış dilini sizinkiler niye okuyamadı da sizi şaşırttılar Sayın Başkan?
Peki, ne tür bir önlem alınabilirdi?
Mesela, aylar öncesinden Başbakan’ın ve TOKİ’nin bu dev eserin camiaya armağan edilmesindeki tarihi rolleri hedef kitleye gerekli mesajlarla defaatle iletilebilirdi.
Özhan Canaydın ve sizin katma değeriniz adamakıllı anlatılırdı. Lütfen Sayın Aziz Yıldırım’a bir bakınız. O tesislerin iletişimi ile kendisine yöneltilen her türlü melaneti atlatmayı nasıl başarmıştır.
Ses düzeninin, ekran sisteminin berbat; açılış programının cılız; tuvaletlerin felaket halde olmaları tesisin ihtişamı karşısında gözden kaçabilirdi. Ama kimse vefasızlığı kolay kolay affetmez.
Allah yolunuzu açık etsin Sayın Başkan.
Dinle ve tüm günahların temizlensin...
Sen tut Mozart’ın zıt karakterli iki eserini yorumla; sonra da de ki: “Re minörün dramatik ve derin anlatımı kadar, do majörün insanı cennete götüren aydınlık ve neşeli yapısı beni kendine çekiyor. Bir girdap bu; ama keyifli ve huzur verici… Hatta insanın bütün günahlarını temizler. …Mozart olmasa ruhumuz aç kalırdı.”
Ağırlığı altında ezilmemek için mütekâmil bir akıl ve ruh gerektiren bu laflar, Cumhuriyet’in Pazar ekinde Ali Deniz Uslu imzasıyla yayınlanmış olan bir yazıdan…
Gelin de Gülsin Onay’ın Mozart’ın iki piyano konçertosunu yorumladığı bu yeni albümüne takılmayın. Gülsün Onay’ın açıklamaları ne kadar kışkırtıcı, değil mi?
İşinizi iyi yapmak kadar; yaptığınızı iyi ifade edebilme yeteneğinin gücüdür bu…
Çizginin içi de dışı da bir değil
Kuzguna yavrusu misali bizim Prof. Dr. Ali Murat Vural Hocanın başında olduğu Bersay iletişim Enstitüsü’nün yaptığı işleri takdir ve keyifle anmamak için kendimi zor tutuyorum.
Bu yıl üçüncüsünü düzenledikleri “İletişimde Mükemmellik Programı”nın ana teması “Çizginin Dışındakiler”. Amma da çok çizgi dışı değerli insan varmış. Hepsini kıskandığımı söylemeliyim. Sıradanlıktan nefretim meşhurdur. Nisan ortasına kadar her Perşembe bir konuşmacı var. İlki Cem Yılmaz’dı. İkincisi ise iklim ustası Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu. Her ikisi de bize şunu öğrettiler: Çizginin içinde başarılı olabilmek için çizginin dışında olabilmeyi başarmak gerekiyor.
Diğerleri ise şöyle sıralanıyor: Prof. Dr. Sevil Atasoy (bu Perşembe), Nihat Gökyiğit, Mehmet Turgut, Kürşat Başar, Nasuh Mahruki, Prof. Dr. Celal Şengör, Erdil Yaşaroğlu, Yılmaz Erdoğan, Levent Erden, Kerem Erginoğlu, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Ayşe Ege, Ece Sükan.
Her zaman olduğu gibi gelirler Enstitünün burs fonuna… (www.bielog.com)