Politika değerlerle çatışırsa…
01 MART 2016 DERİN EKONOMİ
Türkiye’nin gerek ekonomik gerekse siyasî analizini yaparken genellikle ihmal ettiğimiz bir gerçeğin geçenlerde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından bir kez daha altı kalın kalın çizildi.
Türkiye'de sadece bir yılda 2014-2015 döneminde 2 milyon 720 bin 438 kişi yaşadığı şehri değiştirmiş. Rakamsal olarak en fazla göç alan ve veren şehir yine İstanbul olmuş. Sadece bir yılda 81 ilin 50'si net göç vermiş. İstanbul'a 453 bin kişi göç ederken, aynı dönemde 402 bin kişi de İstanbul'dan ayrılmış.
TÜİK verilerinden yapılan hesaplamaya göre, yaklaşık 78,7 milyon kişinin yaşadığı Türkiye'de 2014-2015 döneminde nüfusun yüzde 3,45'i göç etmiş.
Bu ne demektir? Bu, Sosyoekonomik Statü (SES) grupları üzerinden yapılan tüm segment (toplumsal katman) analizlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor demektir.
Uzun zamandır Türkiye Araştırmacılar Derneği de, hani sadece A, B, C1, C2, D diye sıralanan SES grupları üzerinden yapılan analizlerin yanıltıcı olabileceğini vurgulamakta. Uluslararası araştırmacılar çatı örgütü ESOMAR dahil artık herkes eğitim ve gelir üzerinden yapılan analizlerin çalışmadığının, buna mutlaka ‘yaşam üslubunun’ yani kültür ve değerlerin de eklenmesi gerektiğini savunmakta.
Çünkü tüm ekonomik ve sosyal davranış biçimleri, örneğin satın alma, oy verme eğilimlerinin kültür ve değerlerle çok daha fazla alakalı olduğu tespit edilmekte. Göç edenlerin kendi kültür ve değerlerini de beraberlerinde götürmeleri yani bir bakış açısını gerekli kılıyor…
Bu gerçek dikkate alınmaksızın hayata geçirilecek her türden siyasi proje veya yayın faaliyeti, yani tüm iletişim aksiyonları, çok ciddi sorunlarla karşılaşmak ve anlaşılma duvarına çarpmakla özürlü olacaktır.
Bu durum Türkiye’nin enerji konusundaki konumu ile de karşılaştırılabilir. Türkiye’nin ihraç edebileceği ve ülke zenginliğinin bir parçası olarak görebileceği zengin enerji kaynakları yoktur. Ancak, ülkemiz enerji koridorlarının, petrol ve doğal gaz ‘otoyollarının’ tam da göbeğinde bulunmaktadır. Hatırlanacağı üzere 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapmış olan Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası (Grand Chessboard) adlı kitabında, “Avrasya'ya hâkim olan dünyaya hâkim olur,” görüşünün altını çizmiştir.
Neden?..
Enerji ve ticaret yollarının kesiştiği yer olması bir neden olabilir mi?
Avrasya’nın merkezinde ise neresi var?..
Türkiye’nin etrafının yangın yerine döndürülmesi, güneyine bir hat çekilmek istenmesinin, Güneyi ile ticari yollarının kesilmek istenmesinin ve bu bölgeye doğrudan sınırı olamayan dev ülkelerin (Çin dahil) bölgede ille de masaya oturup, mümkün olursa Türkiye’yi dışarıda bırakarak, yeni haritaların çizilmesinde ısrarcı olmalarının kökeninde Brzezinski’nin o tespiti yatmasın?..
Nasıl iç göçler nedeniyle toplumsal analizler yaparken bir paradigma değişikliğine gitmemiz gerekiyorsa, dış politika konusunda analiz yaparken de benzer bir paradigma değişikliğine gitmek zorundayız. Dostlar ve düşmanlar; kırmızı kuvvetler – mavi kuvvetler türü bakış açıları artık çalışmamaktadır.
Bugün dost olan yarın düşman olabilmekte; ya da tam tersi tecelli edebilmektedir. Dostluk, düşmanlıkların yerini ittifakların aldığı ve bunların sürekli bozulup yeniden yapılandırıldığı bir dönemden bir kez daha geçiyoruz. Daha önce de geçmiştik (Bkz. Kurtuluş Savaşı).
Aslı 19’uncu yüzyılın ortalarında İngiltere’de iki dönem Başbakanlık yapmış olan, 3rd Viscount Palmerston ünvanlı Henry John Temple’e ait, Sir W. Churchill tarafından da sıklıkla kullanılmış olan o ünlü sözü burada bir kez daha anmakta, hem de İngilizce orijinaliyle anmakta yarar var:
“Bizim kadim müttefiklerimiz ve ebedî düşmanlarımız yoktur. Bizim kadim ve ebedi çıkarlarımız vardır. İşte biz o çıkarların peşinden gitmeliyiz” (We have no eternal allies, and we have no perpetual enemies. Our interests are eternal and perpetual, and those interests it is our duty to follow)
Hayli pragmatik ve ‘ilkesiz’ gibi görünen bu politik yaklaşım, bazı değerlere özellikle de bizim değerlerimize ters düşebilir. Bu noktada iki devlet adamının sözlerini de hatırlayalım.
Alman devlet adamı Otto von Bismarck da (1815-98) demiş ki: “İnsanlar sosis ve politikanın nasıl yapıldığını ne kadar az bilirlerse, o kadar rahat uyuyabilirler” (Je weniger die Leute davon wissen, wie Würste und Gesetze gemacht werden, desto besser schlafen sie). ABD Başkanlarından Abraham Lincoln ise (1809-65) benzer bir kelam etmiş: “Sosis ve politikayı sevenler, bunların nasıl yapıldıklarını izlememeliler” (Those who like sausage or political policy should not watch it being made.)
Bizim değerlerimize, inancımıza, fıtratımıza ters düşse de, eğer politika ‘değerlerle’ değil daha çok ‘kültürle’ ilgili bir meseleyse, duruşumuzu ona göre gözden geçirmekte yarar olabilir. Çünkü değerler kadimdir ve asırlar boyu sabit kalabilir ancak kültürel yapılar (iş yapış biçimleri anlamında) değişir. Dünyanın değişim hızına uygun ritimde değişmek zorundadırlar…
Türkiye'de sadece bir yılda 2014-2015 döneminde 2 milyon 720 bin 438 kişi yaşadığı şehri değiştirmiş. Rakamsal olarak en fazla göç alan ve veren şehir yine İstanbul olmuş. Sadece bir yılda 81 ilin 50'si net göç vermiş. İstanbul'a 453 bin kişi göç ederken, aynı dönemde 402 bin kişi de İstanbul'dan ayrılmış.
TÜİK verilerinden yapılan hesaplamaya göre, yaklaşık 78,7 milyon kişinin yaşadığı Türkiye'de 2014-2015 döneminde nüfusun yüzde 3,45'i göç etmiş.
Bu ne demektir? Bu, Sosyoekonomik Statü (SES) grupları üzerinden yapılan tüm segment (toplumsal katman) analizlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor demektir.
Uzun zamandır Türkiye Araştırmacılar Derneği de, hani sadece A, B, C1, C2, D diye sıralanan SES grupları üzerinden yapılan analizlerin yanıltıcı olabileceğini vurgulamakta. Uluslararası araştırmacılar çatı örgütü ESOMAR dahil artık herkes eğitim ve gelir üzerinden yapılan analizlerin çalışmadığının, buna mutlaka ‘yaşam üslubunun’ yani kültür ve değerlerin de eklenmesi gerektiğini savunmakta.
Çünkü tüm ekonomik ve sosyal davranış biçimleri, örneğin satın alma, oy verme eğilimlerinin kültür ve değerlerle çok daha fazla alakalı olduğu tespit edilmekte. Göç edenlerin kendi kültür ve değerlerini de beraberlerinde götürmeleri yani bir bakış açısını gerekli kılıyor…
Bu gerçek dikkate alınmaksızın hayata geçirilecek her türden siyasi proje veya yayın faaliyeti, yani tüm iletişim aksiyonları, çok ciddi sorunlarla karşılaşmak ve anlaşılma duvarına çarpmakla özürlü olacaktır.
Bu durum Türkiye’nin enerji konusundaki konumu ile de karşılaştırılabilir. Türkiye’nin ihraç edebileceği ve ülke zenginliğinin bir parçası olarak görebileceği zengin enerji kaynakları yoktur. Ancak, ülkemiz enerji koridorlarının, petrol ve doğal gaz ‘otoyollarının’ tam da göbeğinde bulunmaktadır. Hatırlanacağı üzere 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapmış olan Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası (Grand Chessboard) adlı kitabında, “Avrasya'ya hâkim olan dünyaya hâkim olur,” görüşünün altını çizmiştir.
Neden?..
Enerji ve ticaret yollarının kesiştiği yer olması bir neden olabilir mi?
Avrasya’nın merkezinde ise neresi var?..
Türkiye’nin etrafının yangın yerine döndürülmesi, güneyine bir hat çekilmek istenmesinin, Güneyi ile ticari yollarının kesilmek istenmesinin ve bu bölgeye doğrudan sınırı olamayan dev ülkelerin (Çin dahil) bölgede ille de masaya oturup, mümkün olursa Türkiye’yi dışarıda bırakarak, yeni haritaların çizilmesinde ısrarcı olmalarının kökeninde Brzezinski’nin o tespiti yatmasın?..
Nasıl iç göçler nedeniyle toplumsal analizler yaparken bir paradigma değişikliğine gitmemiz gerekiyorsa, dış politika konusunda analiz yaparken de benzer bir paradigma değişikliğine gitmek zorundayız. Dostlar ve düşmanlar; kırmızı kuvvetler – mavi kuvvetler türü bakış açıları artık çalışmamaktadır.
Bugün dost olan yarın düşman olabilmekte; ya da tam tersi tecelli edebilmektedir. Dostluk, düşmanlıkların yerini ittifakların aldığı ve bunların sürekli bozulup yeniden yapılandırıldığı bir dönemden bir kez daha geçiyoruz. Daha önce de geçmiştik (Bkz. Kurtuluş Savaşı).
Aslı 19’uncu yüzyılın ortalarında İngiltere’de iki dönem Başbakanlık yapmış olan, 3rd Viscount Palmerston ünvanlı Henry John Temple’e ait, Sir W. Churchill tarafından da sıklıkla kullanılmış olan o ünlü sözü burada bir kez daha anmakta, hem de İngilizce orijinaliyle anmakta yarar var:
“Bizim kadim müttefiklerimiz ve ebedî düşmanlarımız yoktur. Bizim kadim ve ebedi çıkarlarımız vardır. İşte biz o çıkarların peşinden gitmeliyiz” (We have no eternal allies, and we have no perpetual enemies. Our interests are eternal and perpetual, and those interests it is our duty to follow)
Hayli pragmatik ve ‘ilkesiz’ gibi görünen bu politik yaklaşım, bazı değerlere özellikle de bizim değerlerimize ters düşebilir. Bu noktada iki devlet adamının sözlerini de hatırlayalım.
Alman devlet adamı Otto von Bismarck da (1815-98) demiş ki: “İnsanlar sosis ve politikanın nasıl yapıldığını ne kadar az bilirlerse, o kadar rahat uyuyabilirler” (Je weniger die Leute davon wissen, wie Würste und Gesetze gemacht werden, desto besser schlafen sie). ABD Başkanlarından Abraham Lincoln ise (1809-65) benzer bir kelam etmiş: “Sosis ve politikayı sevenler, bunların nasıl yapıldıklarını izlememeliler” (Those who like sausage or political policy should not watch it being made.)
Bizim değerlerimize, inancımıza, fıtratımıza ters düşse de, eğer politika ‘değerlerle’ değil daha çok ‘kültürle’ ilgili bir meseleyse, duruşumuzu ona göre gözden geçirmekte yarar olabilir. Çünkü değerler kadimdir ve asırlar boyu sabit kalabilir ancak kültürel yapılar (iş yapış biçimleri anlamında) değişir. Dünyanın değişim hızına uygun ritimde değişmek zorundadırlar…