PR ajanslarına ‘ahlaklı’ teklifler …
01 MAYIS 2014
Usta iletişim danışmanı arkadaşımız Aylin Taşkıner hanım bir bilgi notunu yollamış. “Dünyanın her yerinde aynı şeyler geçerli demek ki” diye de not düşmüş. Haklı!.. Bir farkla. Bizde durum tam tersi. PR ajanslarına her şeyi söyleyebilirsiniz…
Makale, geçen ayın başında PR Daily portalında yayınlanmış. İmza sahibi Dorothy Crenshaw. Dorothy Hanım, kendi adını verdiği Crenshaw Communications’ın hem CEO’su hem de Yaratıcı Direktörü imiş.
Yazının başlığı şöyle: “Bir PR profesyoneline asla söylememeniz gereken 8 şey!”
Genellikle Hıristiyan Batı entelijansiyanın (neden sadece ‘Batı’ demediğimi ille de merak eden varsa bizim “Algılama Yönetimi” kitabına göz atabilir), iletişim konularındaki genellemelerinin her ulusal algı sistemi için geçerliliği olmadığını (bizim Hıristiyan Batı kültürü ile yetişmiş ‘ecnebi entelijansiyamız’ hariç) bildiğimizden bu 8 maddeye önce pek itibar etmedik…
Sonra hem bu görüşü hem de bizdeki durumu ele almanın yararlı olacağına karar verdik. Aslında “Bunları bizde her ajansa söyleyemezsiniz” şeklindeki bir düzeltme daha yerinde olabilirdi…
Crenshaw şöyle sıralamış 8 maddeyi:
1. “Bizimle birlikte büyüyecek bir ajans arıyoruz!”..
Bizde bunu böyle dolambaçlı yoldan değil, doğrudan yüzünüze karşı söylerler: “Paramız yok!” Türkçe açılmışı şudur: “En iyi işi... En kısa zamanda... En ucuza almak istiyoruz. Vereceğimiz para ile ancak masraflarınızı karşılarsınız. Kabul etmezseniz de, işi sizin vereceğiniz teklifin yarısına yapmaya hazır en az 5 ajans daha kapıda bekliyor, onlardan elimizi öpene veririz”…
2. “Başka ajansların teklifleri de var. Bunlar bizim için bir numara büyük / çok pahalı / bizim sektöre hitap etmiyor”…
Dorothy hanım “Bu sözler etik değil” falan demiş… Bizim oralara gelmemiz için on fırın ekmek yememiz lazım… Bir kere bizde konkura kimi çağırdıklarını bile söylemezler… Atlarla mı yarışıyorsunuz tavuklarla mı, bilmezsiniz… Genelde de söylenen şudur: “Diğerleri sizin verdiklerinizin yarısını verdiler?” Kim vermiş?.. Meçhul!..
3. “Bizim lansman haberlerinin The New York Times / TechCrunch / Ellen’de çıkmasını istiyoruz!..”
‘Bunu garanti etmenin tek yolu vardır’ diye eklemiş Dorothy Crenshaw: ‘Bu yayınlara reklam vermek!’..
Bizde de benzer bir durum var. Bir farkla ille de Hürriyet’te çıkacak haber… Hem de birinci sayfadan… Hem de resimli… Ya da Vahap Munyar yazacak!.. Olmazsa yandınız… Şirketin B2B iş yapması ve geniş kitlelerle ilişki kurmasının gereksiz olması falan önemli değil; ille de orada çıkacak olay ve reklam da verilmeyecek! Çünkü yapılan iş B2B… B2C değil…
4. “Bu iş için bir PR ajansına ihtiyaç var mı, tam olarak bilemiyoruz…”
Dorothy hanımın da yazısında belirttiği gibi, bu sözleri sarf edenler, genellikle PR’dan hiçbir şey anlamayan bir müşteri grubunu oluşturuyorlar ve bunlara hizmet vermek zor. Oysa Türkiye’de bunlar ilk fırsatta, kendilerine hizmet veren PR görevlisini, ajansa ödedikleri paranın yarısını teklif ederek işe almayı daha en baştan düşünen bir takım… İşin garibi, bile bile bunlara teklif verip kapısında yatan onlarca PR ajansı olabilir ülkemizde…
5. Öyle resmi bir teklif falan gerekmez. Bizim işe nasıl yaklaştığınızı ve fikirlerinizi anlatın yeter!”
‘Ben bunu çok duydum ama bir türlü anlayamadım ne demek istediklerini’ demiş Crenshaw… Biz çok iyi anlıyoruz. Bu; konkur ayağına, ajanslardan bedava fikir toplama sonra da en ufak bir ‘fikir hakları’ saygısı göstermeksizin uygulamaya sokma numarasıdır… 100 ajanstan en az 90’ı da yer bu numarayı… Her defasında “Ya tutarsa!” ümidiyle…
6. “Bir basın bültenini kaça yazıp yollarsınız?” …
Yazar bu noktada (tabir-i amiyane ile) “Yuh! Oha!” türü bir nida çıkarmış… Herhalde PR’ın stratejik iletişim boyutunun ayaklar altına alınmasına tepkili…
Biz ise hiç garipsemedik… Dünyanın en büyük temizlik ürünleri firmasından biri bizden kendilerine “Çıkacak haber sayısına (hatta haberin sütün santimine) orantılanmış” teklif istemişti. Vermemiştik. Ancak istenen teklifi veren en az 10 ajans biliyorduk…
7. “Bize bir ‘viral video’ hazırlar mısınız?”
Yazar; bunun da bir PR ajansına söylenmesinin yakışıksız olduğunu; çünkü pek çok PR’cının bu kavramı sözlüğünden silmiş olduğunu, belirtiyor…
Silmek için önce yazmış olmak gerekir, değil mi?.. Biz de iş etiği bağlamında ele alınması bile henüz söz konusu olmayan ‘viral iletişim’ reklamcıların mı, PR’cıların mı sözlüğünde henüz belli bile değil…Fazla para getirmediğinden reklamcılar pek yüzüne bakmıyor. PR’cılar da ‘basın ajansı’ durumuna itilmelerine seyirci kaldıkları için bu alanda uzmanlaşamıyorlar. Bizde, bir iki örnek dışında, ‘dijital iletişim’ dendi mi, sosyal medyanın ‘izlemesi’ anlaşılmaktadır… Türkiye’den beş tane adam gibi örnek arasak, bulabilir miyiz acaba?..
8. “30 kadar ajansla görüşüyoruz. Umarız, siz de katılırsınız!”…
Dorothy hanım bunun da PR ajanslarına asla söylenmemesi gereken sözlerden biri olduğunu ifade etmiş… Bizim ülkenin koşullarında 30 değil 300 ajansla da görüşseler, bizim aslanlardan katılacak mutlaka çıkacaktır…
Sonuç: Müşteri kesimine, PR ajanslarına asla söylenmemesi gereken 8 sözü sıralayan hanımefendiye anlatmamız kolay değil tabii ki. Ancak bizde bu 8’e rahatlıkla 10 tane kadar daha ek yapıp, listeyi bir çırpıda 18’e çıkartıp, hepsinin PR ajanslarının %99’u tarafından rahatlıkla kaldırabileceğini söylerseniz, hiç de abartmış olmazsınız:
Şöyle mesela (Not: Hiçbiri şaka değildir. Hepsi ya benim ya da arkadaşlarım tarafından duyulmuştur): 9. Şu bizim yazışmaları da hallediverin. 10. En alt düzeydeki atamalarımız bile İK eklerine haber olsun! 11. Bu seferki olay sizin için bir sınav! 12. Patron bu haberlerin büyüklüğüne göre tamam mı devam mı, karar verecek! 13. Ekibinizden memnun değiliz, değiştirin. Bu arkadaşı da almayın, ondan memnunuz! 14. Siz haberi çıkartamıyorsanız, bizim patron gazete yönetimini arar çıkartır 15. Bu haber küçük çıkmış, aynı yayında aynı haber daha büyük çıksın! 16. Medya ile Roundtable toplantısı yapalım bütün genel yayın yönetmenleri gelsin! 17. Götürelim bir basın gezisine birinci sayfadan girsinler! 18. Durdurun şu haberi; yoksa reklam ajansını arar biz durdururuz.
Yani bizde söylenmeyecekler listesi yapılamaz. Bir iki tanesi hariç, kahir çoğunluğuna her şey söylenebilir…
Neden mi?
Nedeni son bir yıldır bu sütunlarda defalarca yazıldı. Arşive bir göz atmak yeter…
Reklam PR’ı desteklerse…
Ya rahmetli Celal Bey’le olan ahbaplığımızdan kaynaklanan sübjektif nedenlerle, ya da gerçekten hak ettikleri için Aras Kargo’yu ve iletişimini yakından izlerim. Bugüne kadar yaptıkları kampanyaları da hayli farklı bulurum. Hele de sonuncusunu. Hani yeni ürünleri “Aras Tahsilatlı”nın tanıtıldığı kampanyayı…
PR çalışmasına fırsat tanıyan keyifli ve anlamlı bir iş olmuş. Big ajansın ve Güngör Türkömer’in liderliğinde oluşturulan ‘Araslar’ çizgi kahramanları bu kez Gaziantep’teler...
Filmde Gaziantep’te Bakırcılar Çarşısı’ndaki küçük dükkânında 4 kuşaktır aile geleneğini sürdüren ‘Yemenici Hayri Usta markası’ sahibi Orhan Çakıroğlu’nun Aras Tahsilatlı hizmetini kullanarak ürünlerini film setlerine nasıl ulaştırdığı anlatılıyor. Aras Tahsilatlı ile sipariş verilen ürünlerin bedeli teslimat sırasında ödeniyor, yemeni ustasının hesabına yatırılıyor.
Bu arada Orhan Çakıroğlu da Hollywood setlerine ‘yemeni’ üretmesiyle maruf… Nereden tutsanız haber değeri var yani… Aras Kargo Kurumsal İletişim ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Burçun İmir hanıma da söylediğim gibi, son rötuşlarla daha da beşeri hale gelmiş olan ‘Araslar’ın bebeklerini hâlâ heyecanla bekliyorum…
Siyasi iletişimde ‘Gelişine Vole’!..
Ülkemizde siyasî iletişimin nabzının yavaşlayacağı yok… Yerel seçimler bitmeden Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi. Ve ortada bir üslup tartışmasıdır gidiyor. Hangi TV kanalının programına katılsak söz dönüp dolaşıp, siyasi iletişim üslubuna takılıyor…
Tabiri amiyane ile sertçe gelen topu bir siyasi, göğsüne alıp, yumuşatıp bir an düşünüp taşındıktan sonra, şık ve zekice bir plase ile uygun gördüğü istikamete mi yuvarlamalı; yoksa topun geliş şiddetine göre hatta daha da büyük bir şiddetle ‘gelişine’ mi çakmalı; bu sorunun yanıtı kafamızda netleşemiyor.
Çünkü, görünen o ki, ikincisi ülkemizde hâlâ aslanlar gibi iş yapıyor…
Katılsak da katılmasak da, istesek de istemesek de.
Biz, bildiğimizi söylemek durumundayız. İletişim kanallarının sağlıklı çalışmasında ‘gelişine vole’ye ihtiyaç duyulduğu özel durumlar olur elbette ama topu göğüste yumuşatabilmek bu işin raconudur ve ‘bu yumuşatma’nın nasıl bir zamanlama yeteneği gerektirdiğini de sahadakiler hepimizden iyi bilir. Sanıldığı gibi ‘yumuşak’ değildir kısacası.
Makale, geçen ayın başında PR Daily portalında yayınlanmış. İmza sahibi Dorothy Crenshaw. Dorothy Hanım, kendi adını verdiği Crenshaw Communications’ın hem CEO’su hem de Yaratıcı Direktörü imiş.
Yazının başlığı şöyle: “Bir PR profesyoneline asla söylememeniz gereken 8 şey!”
Genellikle Hıristiyan Batı entelijansiyanın (neden sadece ‘Batı’ demediğimi ille de merak eden varsa bizim “Algılama Yönetimi” kitabına göz atabilir), iletişim konularındaki genellemelerinin her ulusal algı sistemi için geçerliliği olmadığını (bizim Hıristiyan Batı kültürü ile yetişmiş ‘ecnebi entelijansiyamız’ hariç) bildiğimizden bu 8 maddeye önce pek itibar etmedik…
Sonra hem bu görüşü hem de bizdeki durumu ele almanın yararlı olacağına karar verdik. Aslında “Bunları bizde her ajansa söyleyemezsiniz” şeklindeki bir düzeltme daha yerinde olabilirdi…
Crenshaw şöyle sıralamış 8 maddeyi:
1. “Bizimle birlikte büyüyecek bir ajans arıyoruz!”..
Bizde bunu böyle dolambaçlı yoldan değil, doğrudan yüzünüze karşı söylerler: “Paramız yok!” Türkçe açılmışı şudur: “En iyi işi... En kısa zamanda... En ucuza almak istiyoruz. Vereceğimiz para ile ancak masraflarınızı karşılarsınız. Kabul etmezseniz de, işi sizin vereceğiniz teklifin yarısına yapmaya hazır en az 5 ajans daha kapıda bekliyor, onlardan elimizi öpene veririz”…
2. “Başka ajansların teklifleri de var. Bunlar bizim için bir numara büyük / çok pahalı / bizim sektöre hitap etmiyor”…
Dorothy hanım “Bu sözler etik değil” falan demiş… Bizim oralara gelmemiz için on fırın ekmek yememiz lazım… Bir kere bizde konkura kimi çağırdıklarını bile söylemezler… Atlarla mı yarışıyorsunuz tavuklarla mı, bilmezsiniz… Genelde de söylenen şudur: “Diğerleri sizin verdiklerinizin yarısını verdiler?” Kim vermiş?.. Meçhul!..
3. “Bizim lansman haberlerinin The New York Times / TechCrunch / Ellen’de çıkmasını istiyoruz!..”
‘Bunu garanti etmenin tek yolu vardır’ diye eklemiş Dorothy Crenshaw: ‘Bu yayınlara reklam vermek!’..
Bizde de benzer bir durum var. Bir farkla ille de Hürriyet’te çıkacak haber… Hem de birinci sayfadan… Hem de resimli… Ya da Vahap Munyar yazacak!.. Olmazsa yandınız… Şirketin B2B iş yapması ve geniş kitlelerle ilişki kurmasının gereksiz olması falan önemli değil; ille de orada çıkacak olay ve reklam da verilmeyecek! Çünkü yapılan iş B2B… B2C değil…
4. “Bu iş için bir PR ajansına ihtiyaç var mı, tam olarak bilemiyoruz…”
Dorothy hanımın da yazısında belirttiği gibi, bu sözleri sarf edenler, genellikle PR’dan hiçbir şey anlamayan bir müşteri grubunu oluşturuyorlar ve bunlara hizmet vermek zor. Oysa Türkiye’de bunlar ilk fırsatta, kendilerine hizmet veren PR görevlisini, ajansa ödedikleri paranın yarısını teklif ederek işe almayı daha en baştan düşünen bir takım… İşin garibi, bile bile bunlara teklif verip kapısında yatan onlarca PR ajansı olabilir ülkemizde…
5. Öyle resmi bir teklif falan gerekmez. Bizim işe nasıl yaklaştığınızı ve fikirlerinizi anlatın yeter!”
‘Ben bunu çok duydum ama bir türlü anlayamadım ne demek istediklerini’ demiş Crenshaw… Biz çok iyi anlıyoruz. Bu; konkur ayağına, ajanslardan bedava fikir toplama sonra da en ufak bir ‘fikir hakları’ saygısı göstermeksizin uygulamaya sokma numarasıdır… 100 ajanstan en az 90’ı da yer bu numarayı… Her defasında “Ya tutarsa!” ümidiyle…
6. “Bir basın bültenini kaça yazıp yollarsınız?” …
Yazar bu noktada (tabir-i amiyane ile) “Yuh! Oha!” türü bir nida çıkarmış… Herhalde PR’ın stratejik iletişim boyutunun ayaklar altına alınmasına tepkili…
Biz ise hiç garipsemedik… Dünyanın en büyük temizlik ürünleri firmasından biri bizden kendilerine “Çıkacak haber sayısına (hatta haberin sütün santimine) orantılanmış” teklif istemişti. Vermemiştik. Ancak istenen teklifi veren en az 10 ajans biliyorduk…
7. “Bize bir ‘viral video’ hazırlar mısınız?”
Yazar; bunun da bir PR ajansına söylenmesinin yakışıksız olduğunu; çünkü pek çok PR’cının bu kavramı sözlüğünden silmiş olduğunu, belirtiyor…
Silmek için önce yazmış olmak gerekir, değil mi?.. Biz de iş etiği bağlamında ele alınması bile henüz söz konusu olmayan ‘viral iletişim’ reklamcıların mı, PR’cıların mı sözlüğünde henüz belli bile değil…Fazla para getirmediğinden reklamcılar pek yüzüne bakmıyor. PR’cılar da ‘basın ajansı’ durumuna itilmelerine seyirci kaldıkları için bu alanda uzmanlaşamıyorlar. Bizde, bir iki örnek dışında, ‘dijital iletişim’ dendi mi, sosyal medyanın ‘izlemesi’ anlaşılmaktadır… Türkiye’den beş tane adam gibi örnek arasak, bulabilir miyiz acaba?..
8. “30 kadar ajansla görüşüyoruz. Umarız, siz de katılırsınız!”…
Dorothy hanım bunun da PR ajanslarına asla söylenmemesi gereken sözlerden biri olduğunu ifade etmiş… Bizim ülkenin koşullarında 30 değil 300 ajansla da görüşseler, bizim aslanlardan katılacak mutlaka çıkacaktır…
Sonuç: Müşteri kesimine, PR ajanslarına asla söylenmemesi gereken 8 sözü sıralayan hanımefendiye anlatmamız kolay değil tabii ki. Ancak bizde bu 8’e rahatlıkla 10 tane kadar daha ek yapıp, listeyi bir çırpıda 18’e çıkartıp, hepsinin PR ajanslarının %99’u tarafından rahatlıkla kaldırabileceğini söylerseniz, hiç de abartmış olmazsınız:
Şöyle mesela (Not: Hiçbiri şaka değildir. Hepsi ya benim ya da arkadaşlarım tarafından duyulmuştur): 9. Şu bizim yazışmaları da hallediverin. 10. En alt düzeydeki atamalarımız bile İK eklerine haber olsun! 11. Bu seferki olay sizin için bir sınav! 12. Patron bu haberlerin büyüklüğüne göre tamam mı devam mı, karar verecek! 13. Ekibinizden memnun değiliz, değiştirin. Bu arkadaşı da almayın, ondan memnunuz! 14. Siz haberi çıkartamıyorsanız, bizim patron gazete yönetimini arar çıkartır 15. Bu haber küçük çıkmış, aynı yayında aynı haber daha büyük çıksın! 16. Medya ile Roundtable toplantısı yapalım bütün genel yayın yönetmenleri gelsin! 17. Götürelim bir basın gezisine birinci sayfadan girsinler! 18. Durdurun şu haberi; yoksa reklam ajansını arar biz durdururuz.
Yani bizde söylenmeyecekler listesi yapılamaz. Bir iki tanesi hariç, kahir çoğunluğuna her şey söylenebilir…
Neden mi?
Nedeni son bir yıldır bu sütunlarda defalarca yazıldı. Arşive bir göz atmak yeter…
Reklam PR’ı desteklerse…
Ya rahmetli Celal Bey’le olan ahbaplığımızdan kaynaklanan sübjektif nedenlerle, ya da gerçekten hak ettikleri için Aras Kargo’yu ve iletişimini yakından izlerim. Bugüne kadar yaptıkları kampanyaları da hayli farklı bulurum. Hele de sonuncusunu. Hani yeni ürünleri “Aras Tahsilatlı”nın tanıtıldığı kampanyayı…
PR çalışmasına fırsat tanıyan keyifli ve anlamlı bir iş olmuş. Big ajansın ve Güngör Türkömer’in liderliğinde oluşturulan ‘Araslar’ çizgi kahramanları bu kez Gaziantep’teler...
Filmde Gaziantep’te Bakırcılar Çarşısı’ndaki küçük dükkânında 4 kuşaktır aile geleneğini sürdüren ‘Yemenici Hayri Usta markası’ sahibi Orhan Çakıroğlu’nun Aras Tahsilatlı hizmetini kullanarak ürünlerini film setlerine nasıl ulaştırdığı anlatılıyor. Aras Tahsilatlı ile sipariş verilen ürünlerin bedeli teslimat sırasında ödeniyor, yemeni ustasının hesabına yatırılıyor.
Bu arada Orhan Çakıroğlu da Hollywood setlerine ‘yemeni’ üretmesiyle maruf… Nereden tutsanız haber değeri var yani… Aras Kargo Kurumsal İletişim ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Burçun İmir hanıma da söylediğim gibi, son rötuşlarla daha da beşeri hale gelmiş olan ‘Araslar’ın bebeklerini hâlâ heyecanla bekliyorum…
Siyasi iletişimde ‘Gelişine Vole’!..
Ülkemizde siyasî iletişimin nabzının yavaşlayacağı yok… Yerel seçimler bitmeden Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldi. Ve ortada bir üslup tartışmasıdır gidiyor. Hangi TV kanalının programına katılsak söz dönüp dolaşıp, siyasi iletişim üslubuna takılıyor…
Tabiri amiyane ile sertçe gelen topu bir siyasi, göğsüne alıp, yumuşatıp bir an düşünüp taşındıktan sonra, şık ve zekice bir plase ile uygun gördüğü istikamete mi yuvarlamalı; yoksa topun geliş şiddetine göre hatta daha da büyük bir şiddetle ‘gelişine’ mi çakmalı; bu sorunun yanıtı kafamızda netleşemiyor.
Çünkü, görünen o ki, ikincisi ülkemizde hâlâ aslanlar gibi iş yapıyor…
Katılsak da katılmasak da, istesek de istemesek de.
Biz, bildiğimizi söylemek durumundayız. İletişim kanallarının sağlıklı çalışmasında ‘gelişine vole’ye ihtiyaç duyulduğu özel durumlar olur elbette ama topu göğüste yumuşatabilmek bu işin raconudur ve ‘bu yumuşatma’nın nasıl bir zamanlama yeteneği gerektirdiğini de sahadakiler hepimizden iyi bilir. Sanıldığı gibi ‘yumuşak’ değildir kısacası.