Proleterleştiremediklerimizden misiniz?
21 Ağustos 2018 - Yeni Şafak
Solculuk yıllarında, proleterleşme, diye bir akım vardı. Çok iyi eğitim almış, hali vakti yerinde burjuva ve küçük burjuvazinin üst kesim ailelerinden gelen ‘devrimci’ arkadaşlar, “burjuvazinin batağına (!) düşmemek” için mülksüzleşecekler, mesela evlerindeki beyaz ve kahverengi eşyalarını satıp parasını ‘devrimci harekete’ verecekler, her türlü lüksü ve iyi yaşam koşullarını reddedecekler ve işçi sınıfı gibi yaşayacaklardı…
İşçiler fabrikaları, çiftçiler tarlaları, öğrenciler de okullarını terk edecekler, kendilerini devrimin şanlı yoluna adayacaklardı. Bu ilk üç gruptan sadece üçüncüsüne ait olanların içlerinde saf-salak karışımı olanlar o emre uymuşlardı. Realist işçi ve köylü sınıfı bizde de bu romantik bile sayılmayacak “Kültür Devrimi” numaralarını yemedi…
Bu felsefenin savunucularından, Bengal kökenli Hint Maocu devrimci, teorisyen ve aktivist, Hindistan’daki sol hareketi bölmek için CIA’nin kurdurduğu iddia edilen Hindistan Komünist Partisi/Marksist-Leninist'in kurucusu ve bizim Maocuların göklere çıkardıkları Çaru Mazumdar’ın bırakın peşinden gitmeyi adını bile doğru dürüst bilemedi...
Neticede “Devrimci kadroları proleterleştirme” kampanyası da tüm diğer sol söylemler gibi, insanın doğasına aykırı olduğu için yok oldu gitti…
Nereden aklımıza geldi bu anekdot? Şuradan:
O proleterleşme süreci içinde de, Bayram’da tatile gidenlere, denize giren, tatili dinlenmek, gezmek, yeni deneyimler yaşamak için bir fırsat olarak görenlere hor gözle bakanlar vardı; şimdi de Bayram tatilini kendisi ve ailesiyle birlikte benzer şeyler yaşamak için fırsat görenlere eleştirel yaklaşanlar var.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın tatili 9 güne çıkarma kararı üç boyutu ile de yerinde olmuştur: 1. Ekonomik olarak iç turizm ciddî bir canlanma yaşamıştır. 2. Bireysel açıdan; mesela, kurban vecibesini yerine getirmede herhangi bir azalma olmamış, tersine elektronik ortamda sağlanan kolaylıklar nedeniyle rakam artmıştır (Bkz. Kızılay ve Mehmetçik Vakfı’na yapılan kurban bağışları). 3. Sosyal anlamda da eskisi gibi olmak zorunda olmayan büyüklerin ve sevdiklerimizin bayramını kutlama görev ve geleneği, memleketlerine gidenler tarafından fizikî, gidemeyenlerce de akıllı telefonlar vasıtasıyla yerine getirilmekte…
“Ah! Nerede o eski bayramlar!” nostaljik söylemi, yepyeni bir dünyanın içine doğmuş kuşaklar için artık hiç de anlaşılır, kabul edilir bir şey değildir… İnançlarımızın, değerlerimizin özü değişmemiştir; değişmeyecektir; ancak biçimsel dönüşüm kaçınılmazdır ve bunun karşısında durmak, “proleterleşme süreci” uydurmasını yüzüne gözüne bulaştıran, hayatın doğasına düşman zihinlerle aynı telden çalmak demektir…
Siz siz olun tatile bir yerlere gitmiş olsanız da, bayramı evinizde geçiriyorsanız da, keyfinize bakın ve hayatın tadını çıkarmanın tevazuu elden bırakmadıkça, kibir ve abartıya kaçmadıkça ne ayıp ne de günah olmadığını unutmayın… Mübarek Kurban Bayramı size ve ülkemize hayırlı ve huzurlu günler getirsin, efendim…
Gelip Millî İrade’ye tosluyorlar
Avrupa basınının bizimle ilgili neler yazdığını arada sırada burada derliyoruz. Biraz, Batı’nın izleyeceği yolla ilgili birkaç ipucu buluruz belki diye; biraz da tarihe not düşmek, bir süre sonra dönüp tekrar bakabilmek için…
Geçen haftadan, gizliden IMF’in Türkiye’ye geri gelmesini savunan ‘inciler’ şöyle:
• Die Welt: “Erdoğan, Türkiye’ye karşı yapılan ekonomik darbeden bahsediyor”, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi ekonomik politikalarla dipsiz kuyuya doğru sürüklemeye devam ediyor. Kredi derecelendirme kuruluşları bu açıdan ülkeyi cezalandırıyor ve Türkiye için devam edecek bir kriz öngörüyor. (Ekip olarak hedeflerini belli etmiş)
• Spiegel Online: “Aniden herkes Türk kıyılarında (Bodrum, Fethiye, Side ya da Alanya) ev satın almak istemeye başladı”, Türk lirasının hızlı devalüasyonu, ülkeyi yabancılar için ucuz bir ülke haline getirdi. (Bir tek bu çok pragmatik)
• Frankfurter Allgemeine Zeitung: “Türkiye hâlâ kurtarılabilir mi?”, Kriz yaklaşıyor. Ekonomistler durumun ancak mali para politikalarının keskin şekilde değiştirilmesiyle durumun çözüleceğini iletiyor. Ama Erdoğan öyle düşünmüyor. (Faizleri artırın, IMF’yi çağırın)
• Deutsche Welle: “Avrupa ekonomisine bir tehdit olarak Türkiye Krizi”, Yatırımcılar, eski ekonomi reformcusu Erdoğan’a olan güvenlerini kaybettiler. Boğaz’daki kriz Erdoğan’a işini kaybettirebilir. Ama aynı zamanda Avrupa’nın ekonomisini de etkileyebilir. (Ekonomik darbe girişiminin amacı ne kadar net belirtilmiş, değil mi?)
• The Independent: “Türkiye- Erdoğan Krizi, uzun zamandır yaşanan ilk jeopolitik ve aynı zamanda gerçekten Trump’ın suçu olmayan ilk kriz oldu”, … Fakat uluslararası finans, Erdoğan’ın erişimi dışında. Türklere olağan gelen zorluklar belki de Erdoğan’ın yükselişine son verecek. Donald Trump, bu konuda sadece yardımcı rol oynuyor…
Amaçları değişmiyor… 17-24 Aralık, 15 Temmuz ve nihayet son ekonomik darbe girişimi… Hep aynı… Cumhurbaşkanı Erdoğan gitsin…Neden gitsin? Yanıt basit. “Türkiye’yi daha kolay ele geçirelim ve önümüzdeki engelleri kaldıralım!”
Bugüne kadar bu planı yürütemediler. Dışardan ve içerdeki yancılarıyla harcadıkları çaba yetmiyor. Neyi aşamıyorlar
İşçiler fabrikaları, çiftçiler tarlaları, öğrenciler de okullarını terk edecekler, kendilerini devrimin şanlı yoluna adayacaklardı. Bu ilk üç gruptan sadece üçüncüsüne ait olanların içlerinde saf-salak karışımı olanlar o emre uymuşlardı. Realist işçi ve köylü sınıfı bizde de bu romantik bile sayılmayacak “Kültür Devrimi” numaralarını yemedi…
Bu felsefenin savunucularından, Bengal kökenli Hint Maocu devrimci, teorisyen ve aktivist, Hindistan’daki sol hareketi bölmek için CIA’nin kurdurduğu iddia edilen Hindistan Komünist Partisi/Marksist-Leninist'in kurucusu ve bizim Maocuların göklere çıkardıkları Çaru Mazumdar’ın bırakın peşinden gitmeyi adını bile doğru dürüst bilemedi...
Neticede “Devrimci kadroları proleterleştirme” kampanyası da tüm diğer sol söylemler gibi, insanın doğasına aykırı olduğu için yok oldu gitti…
Nereden aklımıza geldi bu anekdot? Şuradan:
O proleterleşme süreci içinde de, Bayram’da tatile gidenlere, denize giren, tatili dinlenmek, gezmek, yeni deneyimler yaşamak için bir fırsat olarak görenlere hor gözle bakanlar vardı; şimdi de Bayram tatilini kendisi ve ailesiyle birlikte benzer şeyler yaşamak için fırsat görenlere eleştirel yaklaşanlar var.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın tatili 9 güne çıkarma kararı üç boyutu ile de yerinde olmuştur: 1. Ekonomik olarak iç turizm ciddî bir canlanma yaşamıştır. 2. Bireysel açıdan; mesela, kurban vecibesini yerine getirmede herhangi bir azalma olmamış, tersine elektronik ortamda sağlanan kolaylıklar nedeniyle rakam artmıştır (Bkz. Kızılay ve Mehmetçik Vakfı’na yapılan kurban bağışları). 3. Sosyal anlamda da eskisi gibi olmak zorunda olmayan büyüklerin ve sevdiklerimizin bayramını kutlama görev ve geleneği, memleketlerine gidenler tarafından fizikî, gidemeyenlerce de akıllı telefonlar vasıtasıyla yerine getirilmekte…
“Ah! Nerede o eski bayramlar!” nostaljik söylemi, yepyeni bir dünyanın içine doğmuş kuşaklar için artık hiç de anlaşılır, kabul edilir bir şey değildir… İnançlarımızın, değerlerimizin özü değişmemiştir; değişmeyecektir; ancak biçimsel dönüşüm kaçınılmazdır ve bunun karşısında durmak, “proleterleşme süreci” uydurmasını yüzüne gözüne bulaştıran, hayatın doğasına düşman zihinlerle aynı telden çalmak demektir…
Siz siz olun tatile bir yerlere gitmiş olsanız da, bayramı evinizde geçiriyorsanız da, keyfinize bakın ve hayatın tadını çıkarmanın tevazuu elden bırakmadıkça, kibir ve abartıya kaçmadıkça ne ayıp ne de günah olmadığını unutmayın… Mübarek Kurban Bayramı size ve ülkemize hayırlı ve huzurlu günler getirsin, efendim…
Gelip Millî İrade’ye tosluyorlar
Avrupa basınının bizimle ilgili neler yazdığını arada sırada burada derliyoruz. Biraz, Batı’nın izleyeceği yolla ilgili birkaç ipucu buluruz belki diye; biraz da tarihe not düşmek, bir süre sonra dönüp tekrar bakabilmek için…
Geçen haftadan, gizliden IMF’in Türkiye’ye geri gelmesini savunan ‘inciler’ şöyle:
• Die Welt: “Erdoğan, Türkiye’ye karşı yapılan ekonomik darbeden bahsediyor”, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkeyi ekonomik politikalarla dipsiz kuyuya doğru sürüklemeye devam ediyor. Kredi derecelendirme kuruluşları bu açıdan ülkeyi cezalandırıyor ve Türkiye için devam edecek bir kriz öngörüyor. (Ekip olarak hedeflerini belli etmiş)
• Spiegel Online: “Aniden herkes Türk kıyılarında (Bodrum, Fethiye, Side ya da Alanya) ev satın almak istemeye başladı”, Türk lirasının hızlı devalüasyonu, ülkeyi yabancılar için ucuz bir ülke haline getirdi. (Bir tek bu çok pragmatik)
• Frankfurter Allgemeine Zeitung: “Türkiye hâlâ kurtarılabilir mi?”, Kriz yaklaşıyor. Ekonomistler durumun ancak mali para politikalarının keskin şekilde değiştirilmesiyle durumun çözüleceğini iletiyor. Ama Erdoğan öyle düşünmüyor. (Faizleri artırın, IMF’yi çağırın)
• Deutsche Welle: “Avrupa ekonomisine bir tehdit olarak Türkiye Krizi”, Yatırımcılar, eski ekonomi reformcusu Erdoğan’a olan güvenlerini kaybettiler. Boğaz’daki kriz Erdoğan’a işini kaybettirebilir. Ama aynı zamanda Avrupa’nın ekonomisini de etkileyebilir. (Ekonomik darbe girişiminin amacı ne kadar net belirtilmiş, değil mi?)
• The Independent: “Türkiye- Erdoğan Krizi, uzun zamandır yaşanan ilk jeopolitik ve aynı zamanda gerçekten Trump’ın suçu olmayan ilk kriz oldu”, … Fakat uluslararası finans, Erdoğan’ın erişimi dışında. Türklere olağan gelen zorluklar belki de Erdoğan’ın yükselişine son verecek. Donald Trump, bu konuda sadece yardımcı rol oynuyor…
Amaçları değişmiyor… 17-24 Aralık, 15 Temmuz ve nihayet son ekonomik darbe girişimi… Hep aynı… Cumhurbaşkanı Erdoğan gitsin…Neden gitsin? Yanıt basit. “Türkiye’yi daha kolay ele geçirelim ve önümüzdeki engelleri kaldıralım!”
Bugüne kadar bu planı yürütemediler. Dışardan ve içerdeki yancılarıyla harcadıkları çaba yetmiyor. Neyi aşamıyorlar