Provokasyon zeminini etkisiz kılmak
23 EYLÜL 2011
Türkiye, gücünün büyüklüğü ölçüsünde sorunlarla baş etmek durumunda kaldığı günlerden geçiyor. PKK-MİT görüşmelerinin basına sızdırılmasındaki amacı destekleyen Ankara eylemine ve hemen ardından gelen, Siirt’te dört kadınımızın canını alan terör olayına dikkat etmek gerekir. Görünen o ki, hedefte siviller var artık. Bir tür “korkuları kışkırtma sanatı” diyebileceğimiz provokasyonlara karşı, bu zeminin oluşmasında yarar görenlerin dışında kalan herkesin yekvücut olmasını gerektiren bir ortamın içine girildiği artık açıkça bellidir. Karşılıklı muhalefetin hükümete yönelttiği “Terör örgütüyle müzakere oturmuştur” suçlamasını sürdürmekle ve bu suçlamaya verilecek yanıtlarla geçirilecek olan zamanın, bir iç savaş özlemi duyanların provokasyonları için fazlasıyla “mümbit” (verimli) bir ortamın kapısını açacağını akıldan çıkarmamak lazım.
Ulaşılan noktada yapılması gereken, “PKK’nın siyaset alanına çekilmesi mi yoksa siyasetin eskiden olduğu gibi şiddetle içiçe yaşaması mı?” diye özetleyebileceğimiz temel sorunun doğru yanıtını iktidardan talep etmektir.
Işık Doğu’dan yükselirken, nehirler Batı’ya akar.
“Medeniyetlerin anlatılmamış hikâyesi”ni ‘anlatan’, yayınını merakla beklediğimiz ‘Batı’ya Doğru Akan Nehir’in ilk bölümü TRT’de Salı akşamı yayımlandı. Bundan sonra her Salı saat 22.00’de ekran başında olmaya, ya da kaydetmeye çalışacağız demek ki…
Marmaray projesi nedeniyle yapılan kazılarda sadece arkeoloji dünyasını değil, “medeniyetlerin anlatılmamış hikayeleri”ne meraklı olan herkesi heyecanlandıran buluntuları düşünün. Bulunanlar, 8.500 yıl öncesinin ‘bilinen ilk İstanbullular’ından gelen harikulade bir mektup anlamına gelmiyor muydu? Marmaray kazıları olmasa, İstanbul’un bilinmeyen geçmişine uzanabilmek mümkün müydü? Aralarında Theodoseus Limanı ve tekneler de dahil olmak üzere 25 bin yeni buluntu... Her biri, modernizmin ulaştığı teknolojik güçle, denizler altında inşa edilen “en derin batırma tüp tüneli” işine kalkışmamız sayesinde ortaya çıkmadı mı?
“Batı’ya Doğru Akan Nehir” belgeselinde ayrıntısıyla izlediğimiz, Urfa’daki Göbeklitepe Kazıları’nda 12 bin yıl önceki insanımıza dair ortaya çıkarılan ‘gerçeklik’lere kayıtsız kalınabilir mi? “Avcı, toplayıcı insan” diye tanımlanan atalarımızın “dünyanın ilk anıtı”nı inşa ederek, ağızsız, burunsuz, dolayısıyla yüzsüz varlıkların toplandığı bir kutsal alanda buluşmalarına ne diyebiliriz? “Çiftçilik” yapıldığına dair işaretler beklenirken “kalıcı ibadet yerleri” inşa edilmiş olmasının anlamı üzerine ne ahkâm kesilecek acaba?..
Belgesel, Prof. Dr. Bekir Karlığa’nın danışmalığında Çin’de Sarı Nehir’den başlayarak Hindistan’dan Mezopotamya’ya ve oradan da Batı’ya doğru yol alan müthiş bir hikâyeyi gözlerimizin önüne taşımış.
Üstün Barışta, Bersay İletişim Enstitüsü’ndeki konferansında “ana aidiyetimizle ilgili” bir fikir vermesi niyetiyle tahtaya yatay ve dikey çizgiler çekerek Doğu’ya Tokyo, Batı’ya New York, Kuzey’e Moskova ve güneye de Bağdat’ı işaretlemişti. Tam ortasına Anadolu’yu koymuş ve çizgilerin üzerine yazmıştı: Yatay çizgide İstanbul ile Tokyo arası 8.968 km ve İstanbul ile New York arası 8.100 km... Dikeyde, İstanbul ile Moskovayı birleştiren çizgi 8.400 ve İstanbul-Bağdat çizgisi de 8.300 kilometre...
Üstün, yaklaşık 150 tane belli başlı uygarlık varsa, geçen 10-12 bin yıl içinde 35-40 uygarlığın Anadolu’da yaşandığına dikkat çekiyordu. Çok ciddi bir işaretti bu. “Üstelik bunlar asal uygarlıklar. Ara uygarlıkları saymıyoruz. Buradaki 35-40 asal uygarlık aynı zamanda diğerlerini de doğurmuş. Dünyada bunun gerçekleştiği başka bir yer de yok.” diyordu. Düşünsenize, Bilim, ilim, tıp, teknoloji, sanat, kültür; siz çoğaltın... Hepsi bu 35 kadar asal uygarlığın içinde ortaya çıkmış.
Işığın Doğu’dan yükseldiği kesin. Uygarlıkları simgeleyen nehirlerin Batı’ya doğru aktığı da...
Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel ve Medeniyet Araştırmaları Merkezi'nin başkanı Prof. Dr. Bekir Karlığa olmak üzere belgesele liderlik eden, katkı sağlayan, emek veren herkesi kutluyoruz.
Ulaşılan noktada yapılması gereken, “PKK’nın siyaset alanına çekilmesi mi yoksa siyasetin eskiden olduğu gibi şiddetle içiçe yaşaması mı?” diye özetleyebileceğimiz temel sorunun doğru yanıtını iktidardan talep etmektir.
Işık Doğu’dan yükselirken, nehirler Batı’ya akar.
“Medeniyetlerin anlatılmamış hikâyesi”ni ‘anlatan’, yayınını merakla beklediğimiz ‘Batı’ya Doğru Akan Nehir’in ilk bölümü TRT’de Salı akşamı yayımlandı. Bundan sonra her Salı saat 22.00’de ekran başında olmaya, ya da kaydetmeye çalışacağız demek ki…
Marmaray projesi nedeniyle yapılan kazılarda sadece arkeoloji dünyasını değil, “medeniyetlerin anlatılmamış hikayeleri”ne meraklı olan herkesi heyecanlandıran buluntuları düşünün. Bulunanlar, 8.500 yıl öncesinin ‘bilinen ilk İstanbullular’ından gelen harikulade bir mektup anlamına gelmiyor muydu? Marmaray kazıları olmasa, İstanbul’un bilinmeyen geçmişine uzanabilmek mümkün müydü? Aralarında Theodoseus Limanı ve tekneler de dahil olmak üzere 25 bin yeni buluntu... Her biri, modernizmin ulaştığı teknolojik güçle, denizler altında inşa edilen “en derin batırma tüp tüneli” işine kalkışmamız sayesinde ortaya çıkmadı mı?
“Batı’ya Doğru Akan Nehir” belgeselinde ayrıntısıyla izlediğimiz, Urfa’daki Göbeklitepe Kazıları’nda 12 bin yıl önceki insanımıza dair ortaya çıkarılan ‘gerçeklik’lere kayıtsız kalınabilir mi? “Avcı, toplayıcı insan” diye tanımlanan atalarımızın “dünyanın ilk anıtı”nı inşa ederek, ağızsız, burunsuz, dolayısıyla yüzsüz varlıkların toplandığı bir kutsal alanda buluşmalarına ne diyebiliriz? “Çiftçilik” yapıldığına dair işaretler beklenirken “kalıcı ibadet yerleri” inşa edilmiş olmasının anlamı üzerine ne ahkâm kesilecek acaba?..
Belgesel, Prof. Dr. Bekir Karlığa’nın danışmalığında Çin’de Sarı Nehir’den başlayarak Hindistan’dan Mezopotamya’ya ve oradan da Batı’ya doğru yol alan müthiş bir hikâyeyi gözlerimizin önüne taşımış.
Üstün Barışta, Bersay İletişim Enstitüsü’ndeki konferansında “ana aidiyetimizle ilgili” bir fikir vermesi niyetiyle tahtaya yatay ve dikey çizgiler çekerek Doğu’ya Tokyo, Batı’ya New York, Kuzey’e Moskova ve güneye de Bağdat’ı işaretlemişti. Tam ortasına Anadolu’yu koymuş ve çizgilerin üzerine yazmıştı: Yatay çizgide İstanbul ile Tokyo arası 8.968 km ve İstanbul ile New York arası 8.100 km... Dikeyde, İstanbul ile Moskovayı birleştiren çizgi 8.400 ve İstanbul-Bağdat çizgisi de 8.300 kilometre...
Üstün, yaklaşık 150 tane belli başlı uygarlık varsa, geçen 10-12 bin yıl içinde 35-40 uygarlığın Anadolu’da yaşandığına dikkat çekiyordu. Çok ciddi bir işaretti bu. “Üstelik bunlar asal uygarlıklar. Ara uygarlıkları saymıyoruz. Buradaki 35-40 asal uygarlık aynı zamanda diğerlerini de doğurmuş. Dünyada bunun gerçekleştiği başka bir yer de yok.” diyordu. Düşünsenize, Bilim, ilim, tıp, teknoloji, sanat, kültür; siz çoğaltın... Hepsi bu 35 kadar asal uygarlığın içinde ortaya çıkmış.
Işığın Doğu’dan yükseldiği kesin. Uygarlıkları simgeleyen nehirlerin Batı’ya doğru aktığı da...
Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel ve Medeniyet Araştırmaları Merkezi'nin başkanı Prof. Dr. Bekir Karlığa olmak üzere belgesele liderlik eden, katkı sağlayan, emek veren herkesi kutluyoruz.