Publicity tek başına yetmez
15 Ağustos 2019 - Yeni Şafak
Türkiye’yi anlamak için videolar ürettiği iddiasıyla internetten yayın yapan 140journos, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘seçim zaferi’ ile ilgili bir video hazırlamış. Yaklaşık yarım saatlik prodüksiyonun adı, Kesin Bir Şeyler Oldu. YouTube’dan izlenebiliyor.
Videoda, İmamoğlu ve ekibinden öne çıkan isimlerle röportajlar var. Bu röportajlardan birinde Büyükşehir Belediye Başkanı, çok dikkat çekici bir söz sarf etmiş: “Sayın Cumhurbaşkanı, 1994’te İstanbul Belediye Başkanı olduğunda ne kadar sembolikse ben de o kadar semboliğim.”
Sayın İmamoğlu kendisine seçim kazandıran tüm unsurları ‘ben’ potasında eritmiş görünüyor. Bunun yanı sıra, Sayın Cumhurbaşkanı’nı kendisine siyasi rakipmiş gibi tanımlamak, böylemiş algısı yaratmak İmamoğlu gibi çiçeği burnunda bir başkan için elbette çok önemli olacaktır. Bu kıyaslama bile kendisini yüceltmek anlamına gelir ki stratejik amacının da bu olduğunu tahmin ediyoruz. Fakat bu, doğru olduğu anlamına gelmez.
Sayın Cumhurbaşkanı ve AK Parti’nin 2002 yılından bu yana yaptığı hizmet, yürüttüğü uluslararası ve ulusal politika, üstesinden gelinen askeri, iktisadi ya da siyasi darbe girişimleri ve yazmaya köşelerin yetmeyeceği kadar icraat göz önüne alındığında zaten ortada, söz konusu İstanbul gibi muazzam bir şehir bile olsa kıyas kabul edecek bir durum olmadığı rahatlıkla görülebilir. Bu, elmalarla armutları bile değil, elmalarla kalemleri karşılaştırmaya benzer...
Başkan İmamoğlu, ‘ben’ meselesine fazla takılmış görünüyor. Psikolojide buna megalomani ya da büyüklük hasleti, büyüklük hezeyanı deniyor ki siyasi iletişimde çok olumsuz sonuçlara gebe bir davranıştır.
İmamoğlu’na İstanbul seçimini kazandıran pek çok unsuru zaman zaman köşemizde yazdık. Her şeyden önce bu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ideolojik olarak ‘beş benzemez’ olan İYİ Parti, HDP, Saadet Partisi ve kendi partisini, Erdoğan karşıtlığı etrafında bir araya getirmesiyle ilgilidir. Bu cepheleşmeye, Sayın Erdoğan’ın millî bağımsızlık ısrarını kırmak için Batılı ülkelerin de destek verdiği de defaatle dile getirdik.
Elmalarla kalemleri birbirine karıştırarak, “Erdoğan ilk kez yenildi” diyerek İmamoğlu’nu Erdoğan’a rakip gibi göstermeye çalışanlar aslında, AK Parti ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı ile yukarıda saydığımız siyasi partilerden müteşekkil Millet İttifakı’nın karşı karşıya geldiği bir seçim olduğunu da unutturmaya gayret eder gibiler...
İmamoğlu’nun ve Millet İttifakı’nın başarısını reddetmek olmaz. Kesin Bir Şeyler Oldu adlı çalışmada konuşan İmamoğlu’nun basın danışmanı Murat Ongun’un da bahsettiği gibi, İmamoğlu’nun adaylığını açıkladığı zaman toplumdaki tanınırlığı yüzde 14’ken, yapılan çalışmalar (bunda hükümet yanlısı medyanın ciddi katkısı olduğu gerçeğini tespit etmeden geçmeyelim) sonucunda yüzde 93’e yükselmiş.
Tanınırlık çok önemli bir başlangıç noktası ve İmamoğlu’nun tam da üzerinde durduğu yer. Bundan sonra yapılması gereken beğeniyi artırmak olmalıdır. Almanlar’ın böyle durumlarda kullandıkları bir deyiş var: “Auf seinen Lorbeeren ausruhen.” Dilimize, “Birinin, kazandığı defne dalları üzerinde rehavete düşmesi” diye tercüme edilebilir. Öyle olursa, İmamoğlu’nun tek zaferi bu seçimi kazanmak olabilir.
Bu da kendisinden hizmet bekleyen İstanbullular’a vaat etmediği bir ‘dünya barışı’ kalan Ekrem Bey’in siyasi kariyerini derinden sarsabilir. Unutmamak gerekir ki “Abartı, bir tek sanatta işe yarar”... Abartısız, sanat yavan olur.. Daha doğrusu sanat olmaz. Ancak bilgi ve dokümantasyon için zehirdir abartı...
Peki, İmamoğlu deyince aklımıza hangi icraatları geliyor. İki ayı dolmamış Başkan’a “ne yaptınız?” diye soracak değiliz. Onun daha zamanı değil. Fakat algılamada, belediye faaaliyetlerinden daha çok ‘publicity’e ağırlık verdiği de bir gerçek. Seçim öncesindeki Türkiye turları benzeri etkinliklerde yer alıyor. Kırkpınar Yağlı Güreşleri için Edirne’deydi mesela... Çanakkale Kirazlı Köyü’ndeki maden faaliyetleri için Kanada Konsolosu Chris Cooper’la görüştü... Kendisine yapılan her tebrik ziyaretinden haberdar etti bizi, sağolsun...
İletişim alanında sıkça kullanılan publicity’nın amacı, ‘görünür olmak’ ya da ‘görünür kılmak’tır. Başarılı sonuçlar verebilse de tek başına görünür, tanınır olmak yeterli olmayacağından dikkat gerektirir. Şarkıcı Ciguli’yi hatırlayalım. Ünlendiği 90’lı yıllarda çocuklardan yaşlılara kadar herkes onu tanıyor, sempatik de buluyordu. Ciguli, 2014 yılında Sofya’da yokluk içinde öldü.
Publicity’i en iyi kullanan liderlerden biri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’dir. Katılacağı bir etkinliğe motosikletle giriş yapar, Opera ve Bale Festivali’nde küçük bir balerinin elini öper, Formula 1 arabası kullanır, yarı çıplak ava katılır, at biner, yapmadığı spor kalmaz. Peki, Putin bunlardan mı ibarettir? Dünya siyasetini belirleyecek çalışmaları olmasa, Putin’in bu ‘publicy’ çalışmalarının esamesi okunur mu? Bunların etkisiz olacağını geçelim, “işini yapmayan Başkan” durumuna düşüp itibar kaybetmez mi?
O nedenle, stratejik hedef gözetmeksiniz yalnızca publicity etkinlikleriyle görünür olmak faydasız olmanın ötesinde zarar verici de olabilir. İtibar, tanınma ve beğeni puanlarının artmasıyla oluşur. Beğeni puanı artmazsa tanınırlık hiçbir işe yaramaz.
Videoda, İmamoğlu ve ekibinden öne çıkan isimlerle röportajlar var. Bu röportajlardan birinde Büyükşehir Belediye Başkanı, çok dikkat çekici bir söz sarf etmiş: “Sayın Cumhurbaşkanı, 1994’te İstanbul Belediye Başkanı olduğunda ne kadar sembolikse ben de o kadar semboliğim.”
Sayın İmamoğlu kendisine seçim kazandıran tüm unsurları ‘ben’ potasında eritmiş görünüyor. Bunun yanı sıra, Sayın Cumhurbaşkanı’nı kendisine siyasi rakipmiş gibi tanımlamak, böylemiş algısı yaratmak İmamoğlu gibi çiçeği burnunda bir başkan için elbette çok önemli olacaktır. Bu kıyaslama bile kendisini yüceltmek anlamına gelir ki stratejik amacının da bu olduğunu tahmin ediyoruz. Fakat bu, doğru olduğu anlamına gelmez.
Sayın Cumhurbaşkanı ve AK Parti’nin 2002 yılından bu yana yaptığı hizmet, yürüttüğü uluslararası ve ulusal politika, üstesinden gelinen askeri, iktisadi ya da siyasi darbe girişimleri ve yazmaya köşelerin yetmeyeceği kadar icraat göz önüne alındığında zaten ortada, söz konusu İstanbul gibi muazzam bir şehir bile olsa kıyas kabul edecek bir durum olmadığı rahatlıkla görülebilir. Bu, elmalarla armutları bile değil, elmalarla kalemleri karşılaştırmaya benzer...
Başkan İmamoğlu, ‘ben’ meselesine fazla takılmış görünüyor. Psikolojide buna megalomani ya da büyüklük hasleti, büyüklük hezeyanı deniyor ki siyasi iletişimde çok olumsuz sonuçlara gebe bir davranıştır.
İmamoğlu’na İstanbul seçimini kazandıran pek çok unsuru zaman zaman köşemizde yazdık. Her şeyden önce bu, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ideolojik olarak ‘beş benzemez’ olan İYİ Parti, HDP, Saadet Partisi ve kendi partisini, Erdoğan karşıtlığı etrafında bir araya getirmesiyle ilgilidir. Bu cepheleşmeye, Sayın Erdoğan’ın millî bağımsızlık ısrarını kırmak için Batılı ülkelerin de destek verdiği de defaatle dile getirdik.
Elmalarla kalemleri birbirine karıştırarak, “Erdoğan ilk kez yenildi” diyerek İmamoğlu’nu Erdoğan’a rakip gibi göstermeye çalışanlar aslında, AK Parti ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı ile yukarıda saydığımız siyasi partilerden müteşekkil Millet İttifakı’nın karşı karşıya geldiği bir seçim olduğunu da unutturmaya gayret eder gibiler...
İmamoğlu’nun ve Millet İttifakı’nın başarısını reddetmek olmaz. Kesin Bir Şeyler Oldu adlı çalışmada konuşan İmamoğlu’nun basın danışmanı Murat Ongun’un da bahsettiği gibi, İmamoğlu’nun adaylığını açıkladığı zaman toplumdaki tanınırlığı yüzde 14’ken, yapılan çalışmalar (bunda hükümet yanlısı medyanın ciddi katkısı olduğu gerçeğini tespit etmeden geçmeyelim) sonucunda yüzde 93’e yükselmiş.
Tanınırlık çok önemli bir başlangıç noktası ve İmamoğlu’nun tam da üzerinde durduğu yer. Bundan sonra yapılması gereken beğeniyi artırmak olmalıdır. Almanlar’ın böyle durumlarda kullandıkları bir deyiş var: “Auf seinen Lorbeeren ausruhen.” Dilimize, “Birinin, kazandığı defne dalları üzerinde rehavete düşmesi” diye tercüme edilebilir. Öyle olursa, İmamoğlu’nun tek zaferi bu seçimi kazanmak olabilir.
Bu da kendisinden hizmet bekleyen İstanbullular’a vaat etmediği bir ‘dünya barışı’ kalan Ekrem Bey’in siyasi kariyerini derinden sarsabilir. Unutmamak gerekir ki “Abartı, bir tek sanatta işe yarar”... Abartısız, sanat yavan olur.. Daha doğrusu sanat olmaz. Ancak bilgi ve dokümantasyon için zehirdir abartı...
Peki, İmamoğlu deyince aklımıza hangi icraatları geliyor. İki ayı dolmamış Başkan’a “ne yaptınız?” diye soracak değiliz. Onun daha zamanı değil. Fakat algılamada, belediye faaaliyetlerinden daha çok ‘publicity’e ağırlık verdiği de bir gerçek. Seçim öncesindeki Türkiye turları benzeri etkinliklerde yer alıyor. Kırkpınar Yağlı Güreşleri için Edirne’deydi mesela... Çanakkale Kirazlı Köyü’ndeki maden faaliyetleri için Kanada Konsolosu Chris Cooper’la görüştü... Kendisine yapılan her tebrik ziyaretinden haberdar etti bizi, sağolsun...
İletişim alanında sıkça kullanılan publicity’nın amacı, ‘görünür olmak’ ya da ‘görünür kılmak’tır. Başarılı sonuçlar verebilse de tek başına görünür, tanınır olmak yeterli olmayacağından dikkat gerektirir. Şarkıcı Ciguli’yi hatırlayalım. Ünlendiği 90’lı yıllarda çocuklardan yaşlılara kadar herkes onu tanıyor, sempatik de buluyordu. Ciguli, 2014 yılında Sofya’da yokluk içinde öldü.
Publicity’i en iyi kullanan liderlerden biri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’dir. Katılacağı bir etkinliğe motosikletle giriş yapar, Opera ve Bale Festivali’nde küçük bir balerinin elini öper, Formula 1 arabası kullanır, yarı çıplak ava katılır, at biner, yapmadığı spor kalmaz. Peki, Putin bunlardan mı ibarettir? Dünya siyasetini belirleyecek çalışmaları olmasa, Putin’in bu ‘publicy’ çalışmalarının esamesi okunur mu? Bunların etkisiz olacağını geçelim, “işini yapmayan Başkan” durumuna düşüp itibar kaybetmez mi?
O nedenle, stratejik hedef gözetmeksiniz yalnızca publicity etkinlikleriyle görünür olmak faydasız olmanın ötesinde zarar verici de olabilir. İtibar, tanınma ve beğeni puanlarının artmasıyla oluşur. Beğeni puanı artmazsa tanınırlık hiçbir işe yaramaz.