‘Rahmetli Turgut Cansever’i yeniden anmak…’
02 Şubat 2017 - Yeni Şafak
“Mimaride yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye'dir”…
Rahmetli Turgut Cansever’in cümlesiymiş. Bilmiyordum. Böylesine kendi içinde iddialı cümleleri işitip şaşırmamak konusunda rahmetli Halit Refiğ sayesinde temrin yapmışlığım çoktur. “Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı” başlıklı makalesini okurken de ‘Üstad mutlaka iddiasını temellendirecektir’ yolundaki beklentim satırlar ilerledikçe karşılığını bulmuştu. Halit Bey, içinde yaşadığımız bu büyük metropolün eski dünyanın tam merkezi olduğunu, sonrasında 1453’den başlayarak üç kıtaya da buradan hükmedilebileceğini ileri sürüyor ve bugün de dünya enerji kaynaklarını, ticaret yollarını, Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için Amerika’nın gözünün İstanbul’da olduğunu ifade ediyordu.
Salı günü, alanında bir başka üstadın, Prof. İsmail Kara’nın Yeni Şafak’ta yayınlanan 'Şehircilik Şurası vesilesiyle Turgut Cansever Hoca’yı yeniden anmak…' başlıklı yazısında, biz sıradan faniler başta olmak üzere devlet katında sorumlu makamlarda bulunanlara kadar herkesin öğreneceği ne çok ders vardı. (https://goo.gl/rjppL6)
17 Ağustos 1999 depreminin ardından büyük mimar ve şehir planlamacısı rahmetli Turgut Cansever, çözüm yolları bulmak, önermek, derde deva olmak için kolları sıvamış. Besbelli “Mimaride yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye'dir” tespitinin özü de hareket noktasını oluşturmuş.
Deprem sonrası yapılması gerekenler ve Habitat II toplantıları dönemindeki çalışmaları sırasında tüm imkânlarını seferber etmiş, fikir sahibi olan her görüşten insanla temas kurmuş ve geliştirdiği önerilerini yetkililere ulaştırmış. İsmail Kara diyor ki:
“Birçok şey yapmak istiyordu ama edindiğim intibalara göre ahir ömründe ikisine öncelik vermişti. Biri kapıya dayanan deprem felaketini gözönünde bulundurarak Trakya bölgesinde 25 bin, 250 bin nüfuslu yeni (yıldız kümesi) şehirler inşa etmekti. Bu yolla bazı sanayi ve iş dallarını da oraya kaydırmak, İstanbul'un mevcut nüfusunu hafifletmek, buraya olan hücumu azaltmak istiyordu.(…)
İkincisi bir mahalle inşa etmek istiyordu. Her seviyede (evet her seviyede) insanın oturabileceği, binaları ve daireleri farklı büyüklüklerde ve kesinlikle birbirinin tekrarı olmayan, mabedi, okulu, sosyal tesisleri, yeşillikleri olan, insani ve kültürel ilişkileri, akışkanlıkları öngörülmüş, önü açık, çarsısı, pazarı olan, tabiata yakın, ağaçları, çiçeği, kuşu, börtü böceği düşünülmüş… bir mahalle.”
Sivas Kaleardı Mahallesi’nin çizimlerini de yapmıştı. İsmail Kara’nın ifadesiyle: “Anlatmaktan öte yapmak istiyordu. Çünkü bir defa olan şey artık imkânsız olmaktan çıkmış olacak, makûs talih yenilecekti.” (Sevindirici haberi de öğreniyoruz: Sivas Belediyesi, bu mahalleyi inşa etmeye karar vermiş ve çalışmaları da başlatmış.)
Turgut Cansever’den kulağımıza küpe olması gereken şu alıntıyı tekrarlamakla yarar var:
“Hem çirkin, ölçüsüz, kaba yahut insanı, tabiatı ezen binalar, şehirler yapmak hem de doğruyu, barışı, insanlığı savunmak mümkün ve inandırıcı olamaz. (Sanatta ve estetikte güzel, diğer ilimlerde ve dallarda doğruya, hüsne, iyiye, hayra, sevaba… yakın veya denk düşmektedir).
Türkiye bunu yapabilecek nadir ülkelerden biridir ve bunu yapmak sorumlulukları, vazifeleri arasındadır…”
Sen de var mısın, Serhat?..
Popüler kültür starları, hem iş hem de siyaset dünyasının önemli aktörleri arasında yer alırlar. Bir kısmı reklamlarda ve halkla ilişkiler çalışmalarında markaların yüzü olurken bir kısmı da siyasî lider ve fikirlerin yanında durarak gereken desteği verirler.
Denklem çok basittir. Star olan kişi halk nezdindeki güvenilirlik ve itibarına o marka veya liderle özdeşleşerek destek olur, lideriyle ya da marka ile aynı karede yer alır. Böyle bir bireysel konumlanmanın yerine göre star için yıpranma payı da olabilir veya tam tersine kampanya, starın itibarını yukarıya doğru da çekebilir.
Bu nedenle bu tür bir özdeşleşme doğrudan starın vereceği karara bağlıdır. Ekonomik ve siyasi olarak sıklıkla başvurulan bu yöntem, iş, sanat ve spor dünyasındaki tüm starlar için geçerlidir. Her ne kadar kimin kime oy verdiğinin gizli olması işin esasını oluşturuyor olsa da, starların angajmanı hiç de yadırganacak bir girişim değildir. Tersine sıklıkla başvurulması gereken doğal bir iletişim aracıdır (Bkz. ABD Başkanlık seçimleri ve bizdeki bazı seçimler)…
Günümüze dönersek, kişinin Anayasa değişikliği oylaması için Evet oyu kullanacağını beyan etmesi onun bireysel irade beyanıdır ve bunda ne ahlakî açıdan bir sakınca vardır ne de siyasi etik açısından.
Bu konuda ahlak ve etik kodlarına uymayan bir husus aramak gerekirse, onu diğer şahıslara yapılan çağrıda aramak yerinde olur. Benim “Türkiye'nin geleceği için Evet!” diye bir başlık atıp yazı yazmam, Tweet atmam, fikrime katılmayan nezdinde dahi son derece anlaşılır bir davranış olabilir. Ancak hemen arkasına, her ne kadar bizim TVNET'in Haber Müdürü Serhat İbrahimoğlu'nun Evet diyeceğini tahmin etsem de, “Sen de var mısın, Serhat?” diye hayli provokatif bir soru eklememi savunmak zordur.
Spor, iş ve sanat dünyasının yıldızlarına tavsiyem, diledikleri zaman kendi görüşlerini gönül rahatlığıyla ifade etmeleri, ancak başkalarını oylarının rengini açıklamaya davet ederken iki kere düşünmeleri…
Rahmetli Turgut Cansever’in cümlesiymiş. Bilmiyordum. Böylesine kendi içinde iddialı cümleleri işitip şaşırmamak konusunda rahmetli Halit Refiğ sayesinde temrin yapmışlığım çoktur. “Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı” başlıklı makalesini okurken de ‘Üstad mutlaka iddiasını temellendirecektir’ yolundaki beklentim satırlar ilerledikçe karşılığını bulmuştu. Halit Bey, içinde yaşadığımız bu büyük metropolün eski dünyanın tam merkezi olduğunu, sonrasında 1453’den başlayarak üç kıtaya da buradan hükmedilebileceğini ileri sürüyor ve bugün de dünya enerji kaynaklarını, ticaret yollarını, Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için Amerika’nın gözünün İstanbul’da olduğunu ifade ediyordu.
Salı günü, alanında bir başka üstadın, Prof. İsmail Kara’nın Yeni Şafak’ta yayınlanan 'Şehircilik Şurası vesilesiyle Turgut Cansever Hoca’yı yeniden anmak…' başlıklı yazısında, biz sıradan faniler başta olmak üzere devlet katında sorumlu makamlarda bulunanlara kadar herkesin öğreneceği ne çok ders vardı. (https://goo.gl/rjppL6)
17 Ağustos 1999 depreminin ardından büyük mimar ve şehir planlamacısı rahmetli Turgut Cansever, çözüm yolları bulmak, önermek, derde deva olmak için kolları sıvamış. Besbelli “Mimaride yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye'dir” tespitinin özü de hareket noktasını oluşturmuş.
Deprem sonrası yapılması gerekenler ve Habitat II toplantıları dönemindeki çalışmaları sırasında tüm imkânlarını seferber etmiş, fikir sahibi olan her görüşten insanla temas kurmuş ve geliştirdiği önerilerini yetkililere ulaştırmış. İsmail Kara diyor ki:
“Birçok şey yapmak istiyordu ama edindiğim intibalara göre ahir ömründe ikisine öncelik vermişti. Biri kapıya dayanan deprem felaketini gözönünde bulundurarak Trakya bölgesinde 25 bin, 250 bin nüfuslu yeni (yıldız kümesi) şehirler inşa etmekti. Bu yolla bazı sanayi ve iş dallarını da oraya kaydırmak, İstanbul'un mevcut nüfusunu hafifletmek, buraya olan hücumu azaltmak istiyordu.(…)
İkincisi bir mahalle inşa etmek istiyordu. Her seviyede (evet her seviyede) insanın oturabileceği, binaları ve daireleri farklı büyüklüklerde ve kesinlikle birbirinin tekrarı olmayan, mabedi, okulu, sosyal tesisleri, yeşillikleri olan, insani ve kültürel ilişkileri, akışkanlıkları öngörülmüş, önü açık, çarsısı, pazarı olan, tabiata yakın, ağaçları, çiçeği, kuşu, börtü böceği düşünülmüş… bir mahalle.”
Sivas Kaleardı Mahallesi’nin çizimlerini de yapmıştı. İsmail Kara’nın ifadesiyle: “Anlatmaktan öte yapmak istiyordu. Çünkü bir defa olan şey artık imkânsız olmaktan çıkmış olacak, makûs talih yenilecekti.” (Sevindirici haberi de öğreniyoruz: Sivas Belediyesi, bu mahalleyi inşa etmeye karar vermiş ve çalışmaları da başlatmış.)
Turgut Cansever’den kulağımıza küpe olması gereken şu alıntıyı tekrarlamakla yarar var:
“Hem çirkin, ölçüsüz, kaba yahut insanı, tabiatı ezen binalar, şehirler yapmak hem de doğruyu, barışı, insanlığı savunmak mümkün ve inandırıcı olamaz. (Sanatta ve estetikte güzel, diğer ilimlerde ve dallarda doğruya, hüsne, iyiye, hayra, sevaba… yakın veya denk düşmektedir).
Türkiye bunu yapabilecek nadir ülkelerden biridir ve bunu yapmak sorumlulukları, vazifeleri arasındadır…”
Sen de var mısın, Serhat?..
Popüler kültür starları, hem iş hem de siyaset dünyasının önemli aktörleri arasında yer alırlar. Bir kısmı reklamlarda ve halkla ilişkiler çalışmalarında markaların yüzü olurken bir kısmı da siyasî lider ve fikirlerin yanında durarak gereken desteği verirler.
Denklem çok basittir. Star olan kişi halk nezdindeki güvenilirlik ve itibarına o marka veya liderle özdeşleşerek destek olur, lideriyle ya da marka ile aynı karede yer alır. Böyle bir bireysel konumlanmanın yerine göre star için yıpranma payı da olabilir veya tam tersine kampanya, starın itibarını yukarıya doğru da çekebilir.
Bu nedenle bu tür bir özdeşleşme doğrudan starın vereceği karara bağlıdır. Ekonomik ve siyasi olarak sıklıkla başvurulan bu yöntem, iş, sanat ve spor dünyasındaki tüm starlar için geçerlidir. Her ne kadar kimin kime oy verdiğinin gizli olması işin esasını oluşturuyor olsa da, starların angajmanı hiç de yadırganacak bir girişim değildir. Tersine sıklıkla başvurulması gereken doğal bir iletişim aracıdır (Bkz. ABD Başkanlık seçimleri ve bizdeki bazı seçimler)…
Günümüze dönersek, kişinin Anayasa değişikliği oylaması için Evet oyu kullanacağını beyan etmesi onun bireysel irade beyanıdır ve bunda ne ahlakî açıdan bir sakınca vardır ne de siyasi etik açısından.
Bu konuda ahlak ve etik kodlarına uymayan bir husus aramak gerekirse, onu diğer şahıslara yapılan çağrıda aramak yerinde olur. Benim “Türkiye'nin geleceği için Evet!” diye bir başlık atıp yazı yazmam, Tweet atmam, fikrime katılmayan nezdinde dahi son derece anlaşılır bir davranış olabilir. Ancak hemen arkasına, her ne kadar bizim TVNET'in Haber Müdürü Serhat İbrahimoğlu'nun Evet diyeceğini tahmin etsem de, “Sen de var mısın, Serhat?” diye hayli provokatif bir soru eklememi savunmak zordur.
Spor, iş ve sanat dünyasının yıldızlarına tavsiyem, diledikleri zaman kendi görüşlerini gönül rahatlığıyla ifade etmeleri, ancak başkalarını oylarının rengini açıklamaya davet ederken iki kere düşünmeleri…