Reklamlarda 'One Minute'
25 Şubat 2009 Akşam Gazetesi
'Müptezellik' ile 'uyanıklık' arasında çok ince bir çizgi vardır. Bir taraftan diğer tarafa rahatlıkla düşülebilir... Örneğin markalar, Milli Takım'ı bir iletişim aracı olarak kullanmak konusunda o ince çizgi üzerinde tehlikeli sörfler yapabilirler. Ya da milletin diline pelesenk olmuş bir popüler müzik parçası nakaratı; bir reklam, film veya dizi karakterinin 'özdeyişi', izleyici karşısında stoper rolü üstlenebilir.
Anavatan Partisi'nin 'Hadi bakalım, kolay gelsin' adlı Sezen Aksu parçasını kullanması, futbol maçlarında Erol Evgin'in 'Ahh bu hayat çekilmez' parçasının tezahürat olarak yer alması, Cem Yılmaz'ın Doritos reklamındaki o klasikleşmiş 'Doktor bu ne' veya 'Eğitim şart' sözü, Türk filmlerinin unutulmaz kalıbı 'Size baba diyebilir miyim, amca?' vb...
Şu sıra da Sayın Başbakan'ın Davos'ta 'Bir millet uyanıyor' kıvamında Batı'ya gurur jestüeli sergileyip, moderatöre birkaç defa tekrarlayarak 'One minute' diye çıkışması, espri dünyasının günlük malzemesi oluverdi. Sadece Cem Yılmaz'ın Erzincan'ın Kurtuluş Gecesi'nde yaptığı esprilere değil, halkın günlük konuşma refleksinin içine de gelip yerleşti.
'One minute' kavramını reklamlarda kullanmaya da sıra gelecekti. Ben böyle provokatif işleri aslında Ali Taran, Hulusi Derici, Serdar Erener gibi 'sivri' reklamcılardan beklerdim. Young & Rubicam ve onayı veren Land Rover'cılar işi halletmişler: Yarım sayfa 'One Minute' ilanı!
Reklam metninde şöyle diyor: Bir dakika bile çok kıymetli. Çünkü 45.300 Euro'dan başlayan fiyatlar ve 3 yıl/100.000 km garantili Freelander 2 sahibi olma şansı sadece kısa bir süre için geçerli. Acele edin, stoklarla sınırlı bu fırsatı kaçırmayın.
Ne alaka, değil mi? Bu işlerde pek de fazla alaka aranmaz... Benim ibre müptezelliği değil, uyanıklığı gösteriyor. Aradan fazla bir zaman geçseydi ibre öbür tarafa da dönebilirdi hani! Tam sınırda yakalanmış...
Bizim seçmen şantajı sevmez
Görünen köy kılavuz istemez... Bunu Türk seçmeni öyle veya böyle bilir. İktidar partisi belediye başkanlığı seçimlerinde genellikle daha şanslıdır. Bu 'kader' değişmez mi? Değişir... Değişmesi için bazı bireysel duruşların partilerin itibarlarını aşmaları gerekir. Mehmet Ağar, Elazığ'dan pek çok partinin önünde bağımsız milletvekili olabilmiştir. Mesut Yılmaz, Kamer Genç, Mustafa Sarıgül, Yılmaz Büyükerşen ilgili oldukları siyasi partilerin fevkinde oylarla seçildiler. Bu bir.
İkincisi Türk seçmeni oyuna ipotek konulmasından hiç mi hiç hazzetmez. Hele şantaja, hiç gelemez!
1983 seçimlerinde arkasına yüzde 91.37 oranında 'evet' oyuyla kabul edilen 82 Anayasası'nın desteğini almış bir darbeci cumhurbaşkanının, 'Bu adam yalancıdır! Oy vermeyin' demesi karşılığında kamu vicdanı, Özal'ı yüzde 45.14 ile iktidara getirmiştir.
Bunları niye söylüyoruz?..
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in dün gazetelerde yer alan açıklaması bize bunları söyletiyor. Ne demiş Şahin?: 'Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyor. O nedenle, halkıyla, hükümetiyle, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa bizim sorunlarımız daha çok çözülür.'
Yani diyor ki, 'AK Partili belediye başkanı seçmezseniz Ankara'dan destek beklemeyin!'.
Bu eğer seçmen tarafından 'teşvik' olarak algılanırsa mesele yok. Ancak bir 'şantaj' olarak algılanırsa AK Parti'yi büyük bir ders bekliyor demektir. Aynen 83'te olduğu gibi...
'Müptezellik' ile 'uyanıklık' arasında çok ince bir çizgi vardır. Bir taraftan diğer tarafa rahatlıkla düşülebilir... Örneğin markalar, Milli Takım'ı bir iletişim aracı olarak kullanmak konusunda o ince çizgi üzerinde tehlikeli sörfler yapabilirler. Ya da milletin diline pelesenk olmuş bir popüler müzik parçası nakaratı; bir reklam, film veya dizi karakterinin 'özdeyişi', izleyici karşısında stoper rolü üstlenebilir.
Anavatan Partisi'nin 'Hadi bakalım, kolay gelsin' adlı Sezen Aksu parçasını kullanması, futbol maçlarında Erol Evgin'in 'Ahh bu hayat çekilmez' parçasının tezahürat olarak yer alması, Cem Yılmaz'ın Doritos reklamındaki o klasikleşmiş 'Doktor bu ne' veya 'Eğitim şart' sözü, Türk filmlerinin unutulmaz kalıbı 'Size baba diyebilir miyim, amca?' vb...
Şu sıra da Sayın Başbakan'ın Davos'ta 'Bir millet uyanıyor' kıvamında Batı'ya gurur jestüeli sergileyip, moderatöre birkaç defa tekrarlayarak 'One minute' diye çıkışması, espri dünyasının günlük malzemesi oluverdi. Sadece Cem Yılmaz'ın Erzincan'ın Kurtuluş Gecesi'nde yaptığı esprilere değil, halkın günlük konuşma refleksinin içine de gelip yerleşti.
'One minute' kavramını reklamlarda kullanmaya da sıra gelecekti. Ben böyle provokatif işleri aslında Ali Taran, Hulusi Derici, Serdar Erener gibi 'sivri' reklamcılardan beklerdim. Young & Rubicam ve onayı veren Land Rover'cılar işi halletmişler: Yarım sayfa 'One Minute' ilanı!
Reklam metninde şöyle diyor: Bir dakika bile çok kıymetli. Çünkü 45.300 Euro'dan başlayan fiyatlar ve 3 yıl/100.000 km garantili Freelander 2 sahibi olma şansı sadece kısa bir süre için geçerli. Acele edin, stoklarla sınırlı bu fırsatı kaçırmayın.
Ne alaka, değil mi? Bu işlerde pek de fazla alaka aranmaz... Benim ibre müptezelliği değil, uyanıklığı gösteriyor. Aradan fazla bir zaman geçseydi ibre öbür tarafa da dönebilirdi hani! Tam sınırda yakalanmış...
Bizim seçmen şantajı sevmez
Görünen köy kılavuz istemez... Bunu Türk seçmeni öyle veya böyle bilir. İktidar partisi belediye başkanlığı seçimlerinde genellikle daha şanslıdır. Bu 'kader' değişmez mi? Değişir... Değişmesi için bazı bireysel duruşların partilerin itibarlarını aşmaları gerekir. Mehmet Ağar, Elazığ'dan pek çok partinin önünde bağımsız milletvekili olabilmiştir. Mesut Yılmaz, Kamer Genç, Mustafa Sarıgül, Yılmaz Büyükerşen ilgili oldukları siyasi partilerin fevkinde oylarla seçildiler. Bu bir.
İkincisi Türk seçmeni oyuna ipotek konulmasından hiç mi hiç hazzetmez. Hele şantaja, hiç gelemez!
1983 seçimlerinde arkasına yüzde 91.37 oranında 'evet' oyuyla kabul edilen 82 Anayasası'nın desteğini almış bir darbeci cumhurbaşkanının, 'Bu adam yalancıdır! Oy vermeyin' demesi karşılığında kamu vicdanı, Özal'ı yüzde 45.14 ile iktidara getirmiştir.
Bunları niye söylüyoruz?..
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in dün gazetelerde yer alan açıklaması bize bunları söyletiyor. Ne demiş Şahin?: 'Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara'dan geçiremiyor. O nedenle, halkıyla, hükümetiyle, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa bizim sorunlarımız daha çok çözülür.'
Yani diyor ki, 'AK Partili belediye başkanı seçmezseniz Ankara'dan destek beklemeyin!'.
Bu eğer seçmen tarafından 'teşvik' olarak algılanırsa mesele yok. Ancak bir 'şantaj' olarak algılanırsa AK Parti'yi büyük bir ders bekliyor demektir. Aynen 83'te olduğu gibi...