Sabancı Holding’de değişim rüzgârları
10 AĞUSTOS 2003
Perşembe günü Sabancı Holding binasının 28. katındaki mütevazı misafir odasında keyifli bir öğle yemeğine davetliydim. Yönetimde 90’ıncı gününü geride bırakan yeni CEO Celal Metin, biraz da yıllar öncesine dayanan dostluğumuz adına öğle yemeğine davet etmişti.
Keyfimin yemekten kaynaklanması mümkün değildi... Tavuğun beyaz etinden ızgara... Yanında haşlanmış sebze... Uzaktan zeytinyağı gösterilmiş yeşil salata... Ardından çok özel hazırlanmış, içinde üç beş parça meyva bulunan bir meyva tabağı, bol miktarda meyva suyu...
Kabahat tabii ki bendeydi... “Madem şu sıra diyet yapıyorsunuz, biz de uyarız” diyeceğim tutmuştu... Oysa bizim için her yemek bir şölendir(!).
Keyfim yemekten değildi ama, yemekte duyduklarım ziyafet tadındaydı.
Celal Metin’in hayatı başlıbaşına bir başarı öyküsüdür. Türkiye’de, Uzak Doğu’da, ABD’de el attığı her işi başarıya ulaştırmıştır. Türkiye’de dijital ortamda medya takip ve analiz şirketi PR Net’in ilk kuruluş günlerinde birlikteydik. Şirketi sıfırdan alıp nasıl uçurduğuna ve uluslararası platformlara nasıl taşıdığına yakından tanık olmuştum. Sonra yönetimi bırakıp yeni başarılara yelken açtı. Yılda ortalama 1,4 milyon mil yapmış, yani dünyanın çevresini yılda ortalama 56 kez dolanmış...
“Golf oynamaya da, teknede dostlarla birarada olmaya da zaman buluyorum. Gerekirse şu anda kontrol ettiğim şirket sayısını iki mislini de verseler, yönetebilirim” diyordu... (Başta ben, zamanını yönetemeyen tüm özürlülerin dikkatine sunulur!)
Daha önce 16 yılını verdiği Türkiye’nin dev holdinginde bu göreve gelirken, kendi otomobilini getirmiş, odasına kendi eşyalarını taşımış... “Bir masam kaldı. O da gelecek...”
Keyif ve heyecan duyduğum saptamalarının başında, tabii ki iletişim ile ilgili olanları vardı.
“İletişim süreçleri, en az üretim süreçleri, finansal süreçler, insan kaynakları süreçleri kadar önemlidir.”
“Bu süreçleri yönetmek bir CEO’nun birincil görevlerindendir” “Bir kuruluşun itibarından önemli bir şeyi yoktur”
“İtibarın %50’si CEO’nun performansı ve iletişim becerisinden gelir!” 13 yıllık iletişim danışmanlığı deneyimim, üniversitelerdeki dersler ve verdiğim seminerler sırasında katılımcılara, birlikte çalıştığımız tüm CEO’lara, genel müdürlere, patronlara, kimi zaman çok ciddi uğraş vererek aktarmaya çalıştığım konuları, durmuş karşımda bana anlatıyordu... Gelin de keyiflenmeyin...
2006 yılına kadar stratejik planlarını yapmış. İletişim süreçlerini de nasıl yöneteceğini biliyor. İletişimin başına Türkiye’de bu işi çok iyi bilen ustalardan birini, Özer Yelçe’yi geçirmiş. Yelçe de eski Sabancı mensubu... Hem içeriyi biliyor hem dışarıyı.
‘Gelişmenin ancak doğru zamanda değişimi hayata geçirmekle mümkün olacağı’ konusunda Sabancı ailesi de kendi içinde fikir birliğine varmış olmalı ki, Celal Metin’i bu göreve getirmiş. Onların desteği ve katılımı olmadan bu görevin üstesinden gelinemeyeceğini Celal Metin çok iyi biliyor.
İş bağlamında neler olur bilemem; fakat iletişim bağlamında önümüzdeki dönemde Sabancı Holding’de çok şey değişecek... Bu kesin.
Mürüvvet görmek herkesin hakkı, ama...
Düğün derneğin stratejisi, iletişimi olur mu? Bal gibi olur. Hele o düğünle bir Başbakan oğlu dünya evine giriyorsa.
Günlerdir gazetelerin birinci sayfasında yılın düğününden söz ediliyor. Günlerdir, gelin ve damatın ne yaptığını adım adım izliyoruz. Gelinin yaşı, damatın salonu kontrol etmesi, alış verişler, giysiler, binlerce davetli, 4 bin görevli polis...
Kamu oyu doğal olarak bilgilenme ihtiyacında. Ama sistematik bilgilendirme yok. Medya da ne yapsın. Oradan oraya savruluyor.
Bir anne babanın çocuklarının mürüvvetlerini görmek, doğal hakları değil midir? Tabii ki en doğal haklarıdır... Ama, sokaktaki adamın mürüvvet görme biçimiyle, bir başbakanınki aynı olamaz.
Çünkü bir başbakan sadece yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla da örnek ve önder olmak durumundadır. Bir Başbakan, eşi ve ailesi, “Size ne canım, bu bizim özel hayatımız” diyemez... Hiçbir lider diyemez.
Gandi’nin, Atatürk’ün siyasal kişilikleriyle özel hayatları birlikte anlam kazanmıştır.
Şirketlerde de bütün gözler CEO’larda, Genel Müdürlerdedir...
İmam ve cemaatle ilgili bulunmuş veciz sözler, halkın bu konudaki duyarlılığını ortaya koymaz mı?
Sayın Başbakanımız iletişimini yönetmiyor. İçinden geldiği gibi davranıyor...
Bu bazen işe yarar. Bazen de onarılamaz izler bırakabilir. Bir profesyonelle amatör arasındaki en temel fark, profesyonelin seçilmiş davranış sergilemesi, amatörün ise içinden geldiği gibi davranması değil midir?
Siyaset ve iktidar meselesi de tamamen profesyonel bir iştir...
Sayın Başbakan, bugüne kadar ki yaşam biçimiyle israftan, gösterişten uzak bir tablo çizmişti. Bu düğünde de o çizgiyi sürdüreceği anlaşılıyor. Bildiğimiz kadarıyla sade bir tören bekliyor davetlileri.
İletişim pratiğinin kritik üç aşamasından (öncesi – sırası – sonrası) ilki öyle yanlış yönetildi ki, ikinci ve üçüncü aşamalar artık hata kaldıracak durumda değiller. Umarız o iki aşamanın stratejisi doğru kurulur, iletişim ‘mucibince amel edilir’ de bu evlilik Sayın Başbakanın algılanmasına olumsuz puan yazmaz. Çünkü Başbakanın yakın gelecekte bu puanlara çok ihtiyacı olacak...
Mado’dan öğrenecek çok şey var
Yine bir Bozcaada hikayesi. Ama bu kez benden değil ve Bozcaada ile doğrudan ilgili değil...
İletişim dünyasından arkadaşımız Arın Dörtok Hanım, ilginç bir alış veriş hikayesi anlattı. Ben de “Yazın bana gönderin!” dedim... Aynen aşağıya alıyorum:
“Bozcaada 2500 nüfuslu bir yerleşim birimi... Ada’da bu sene Mado açılmış. Biz de uğramadan edemedik. Küçüklüğümden beri limonlu dondurmaya bayılırım. Taze limonun lezzetini ve kokusunu özler hale gelmiştim son yıllarda. Limon suyu çıktı ya, mertlik de bozuldu. ‘Limon gerçek mi?’ diye sordum. Mado’nun güleryüzlü elemanlarının cevapları hazırdı: ‘Bizim hiçbir ürünümüzde katkı maddesi bulunmaz, hepsi gerçek meyveden üretilmektedir.’
Mado’nun Türkiye’de 150’ye yakın şubesinin olduğunu; Amerika, İngiltere ve İtalya ile de görüşmelerin sürdüğünü. İtalya’da da Roma dondurmasına rakip olmayı hedeflediklerini, onlardan öğrendik. Mado’nun elemanları, gerçek birer marka elçisi halinde çalışıyorlardı. Başta Mado yöneticilerini bu iklimi yarattıkları, Mado elemanlarını da bunu son derece ince ve nazik bir şekilde müşterilerine yansıttıkları için kutlamak gerek. Artık ben de bir Mado elçisiyim...”
Basit gibi gözüken bu olay, aslında bir kuruluşta iletişimin nereden başlaması gerektiğine en güzel örnek. Tersi örnekler de bol miktarda vardır. Şirketteki elektronik cihazlardan birini tamire gelen resmi servis elemanına sormuştum: “Nasıldır bu aletler?” Adam hiç düşünmeden cevap vermişti: “Bıktık beyefendi. Bunlar durmadan arızaya geçer. Siz iyisi mi, falanca markayı tercih edin bir dahaki sefere. Onların ürünleri daha sağlam ve güvenli!” ...
Belli ki Mado, itibarı artırmanın en ucuz, en etkili yolunun çalışanlarını eğitmekten, onlarla bütünleşmekten ve onları birer elçi haline getirmekten geçtiğini iyi biliyor.
Herkes bilir ki, en etkili iletişim yüz yüze olanıdır. Yine araştırmalar gösterir ki, tüm satın alma kararlarında o kurumun çalışanlarının fikirleri en etkili faktördür.
Seri ilanlarda saflar için tuzak!
Arkadaşları 1 Nisan günü iletişimci arkadaşımız Ufuk Çarşıbaşı’na şaka yapmışlar. Bir gazetenin seri ilan sayfasına ilan vermişler: “Cihangir’de deniz manzaralı, üç oda bir salon, 100 milyona!” İlanın altına da Ufuk’un cep telefonunu eklemişler...
Bizim milletin çocuksu saflığını anlamak için, uzun boylu psiko-sosyolojik araştırmalara gerek yok. Kanal 7’deki Şakacı programını izlemek yeter... 100 milyonu duyan tabii ki sarılmış telefona. Perişan olmuş bizim arkadaş...
Şimdilerde bu iletişim sırnaşıklığı şirketler bazına da kaymaya başladı. Örneğin, rakip şirketin adını verin. Ürünlerinin defolu çıktığını söyleyin. Satılmış malları geri alıp yenisini vereceklerini, üstüne de insanlar üzülmesin diye 100 milyon ödeyeceklerini belirtin. Altına o firmanın telefon numaralarını yazın. Bu ilanı hazırlayıp bir seri ilan ajansı vasıtasıyla yollayın gazeteye... Üç kuruş beş paraya o firmayı iletişim kaosu içine sokmanız işten bile değil...
Bu abukluğa bir son vermek isteyen Sabah gazetesi bundan böyle seri ilanları verenlerin kim olduğunu tespit ettikten sonra ilanları yayınlamaya ve gelen ilanları daha sıkı kontrolden geçirmeye karar vermiş. Bütün diğer gazeteleri de bu uygulamaya katılmaya çağırmış.
Ben de okurları uyarmak istedim. Taksim’den salatalığı gösterdiler mi, Kadıköy’den tuzluğu alıp koşmanın alemi var mı? Hani, çılgınca gerçek dışı faiz veren finans kuruluşlarına balıklama atlayıp, sonra “Yandım!” diye feryad edenler gibi seri ilan sayfalarında gördüğünüz her acaip ilanın peşinden koşmak akıl işi mi Allah aşkına?..
Kısa kısa... Kısa kısa...
Keyfimin yemekten kaynaklanması mümkün değildi... Tavuğun beyaz etinden ızgara... Yanında haşlanmış sebze... Uzaktan zeytinyağı gösterilmiş yeşil salata... Ardından çok özel hazırlanmış, içinde üç beş parça meyva bulunan bir meyva tabağı, bol miktarda meyva suyu...
Kabahat tabii ki bendeydi... “Madem şu sıra diyet yapıyorsunuz, biz de uyarız” diyeceğim tutmuştu... Oysa bizim için her yemek bir şölendir(!).
Keyfim yemekten değildi ama, yemekte duyduklarım ziyafet tadındaydı.
Celal Metin’in hayatı başlıbaşına bir başarı öyküsüdür. Türkiye’de, Uzak Doğu’da, ABD’de el attığı her işi başarıya ulaştırmıştır. Türkiye’de dijital ortamda medya takip ve analiz şirketi PR Net’in ilk kuruluş günlerinde birlikteydik. Şirketi sıfırdan alıp nasıl uçurduğuna ve uluslararası platformlara nasıl taşıdığına yakından tanık olmuştum. Sonra yönetimi bırakıp yeni başarılara yelken açtı. Yılda ortalama 1,4 milyon mil yapmış, yani dünyanın çevresini yılda ortalama 56 kez dolanmış...
“Golf oynamaya da, teknede dostlarla birarada olmaya da zaman buluyorum. Gerekirse şu anda kontrol ettiğim şirket sayısını iki mislini de verseler, yönetebilirim” diyordu... (Başta ben, zamanını yönetemeyen tüm özürlülerin dikkatine sunulur!)
Daha önce 16 yılını verdiği Türkiye’nin dev holdinginde bu göreve gelirken, kendi otomobilini getirmiş, odasına kendi eşyalarını taşımış... “Bir masam kaldı. O da gelecek...”
Keyif ve heyecan duyduğum saptamalarının başında, tabii ki iletişim ile ilgili olanları vardı.
“İletişim süreçleri, en az üretim süreçleri, finansal süreçler, insan kaynakları süreçleri kadar önemlidir.”
“Bu süreçleri yönetmek bir CEO’nun birincil görevlerindendir” “Bir kuruluşun itibarından önemli bir şeyi yoktur”
“İtibarın %50’si CEO’nun performansı ve iletişim becerisinden gelir!” 13 yıllık iletişim danışmanlığı deneyimim, üniversitelerdeki dersler ve verdiğim seminerler sırasında katılımcılara, birlikte çalıştığımız tüm CEO’lara, genel müdürlere, patronlara, kimi zaman çok ciddi uğraş vererek aktarmaya çalıştığım konuları, durmuş karşımda bana anlatıyordu... Gelin de keyiflenmeyin...
2006 yılına kadar stratejik planlarını yapmış. İletişim süreçlerini de nasıl yöneteceğini biliyor. İletişimin başına Türkiye’de bu işi çok iyi bilen ustalardan birini, Özer Yelçe’yi geçirmiş. Yelçe de eski Sabancı mensubu... Hem içeriyi biliyor hem dışarıyı.
‘Gelişmenin ancak doğru zamanda değişimi hayata geçirmekle mümkün olacağı’ konusunda Sabancı ailesi de kendi içinde fikir birliğine varmış olmalı ki, Celal Metin’i bu göreve getirmiş. Onların desteği ve katılımı olmadan bu görevin üstesinden gelinemeyeceğini Celal Metin çok iyi biliyor.
İş bağlamında neler olur bilemem; fakat iletişim bağlamında önümüzdeki dönemde Sabancı Holding’de çok şey değişecek... Bu kesin.
Mürüvvet görmek herkesin hakkı, ama...
Düğün derneğin stratejisi, iletişimi olur mu? Bal gibi olur. Hele o düğünle bir Başbakan oğlu dünya evine giriyorsa.
Günlerdir gazetelerin birinci sayfasında yılın düğününden söz ediliyor. Günlerdir, gelin ve damatın ne yaptığını adım adım izliyoruz. Gelinin yaşı, damatın salonu kontrol etmesi, alış verişler, giysiler, binlerce davetli, 4 bin görevli polis...
Kamu oyu doğal olarak bilgilenme ihtiyacında. Ama sistematik bilgilendirme yok. Medya da ne yapsın. Oradan oraya savruluyor.
Bir anne babanın çocuklarının mürüvvetlerini görmek, doğal hakları değil midir? Tabii ki en doğal haklarıdır... Ama, sokaktaki adamın mürüvvet görme biçimiyle, bir başbakanınki aynı olamaz.
Çünkü bir başbakan sadece yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla da örnek ve önder olmak durumundadır. Bir Başbakan, eşi ve ailesi, “Size ne canım, bu bizim özel hayatımız” diyemez... Hiçbir lider diyemez.
Gandi’nin, Atatürk’ün siyasal kişilikleriyle özel hayatları birlikte anlam kazanmıştır.
Şirketlerde de bütün gözler CEO’larda, Genel Müdürlerdedir...
İmam ve cemaatle ilgili bulunmuş veciz sözler, halkın bu konudaki duyarlılığını ortaya koymaz mı?
Sayın Başbakanımız iletişimini yönetmiyor. İçinden geldiği gibi davranıyor...
Bu bazen işe yarar. Bazen de onarılamaz izler bırakabilir. Bir profesyonelle amatör arasındaki en temel fark, profesyonelin seçilmiş davranış sergilemesi, amatörün ise içinden geldiği gibi davranması değil midir?
Siyaset ve iktidar meselesi de tamamen profesyonel bir iştir...
Sayın Başbakan, bugüne kadar ki yaşam biçimiyle israftan, gösterişten uzak bir tablo çizmişti. Bu düğünde de o çizgiyi sürdüreceği anlaşılıyor. Bildiğimiz kadarıyla sade bir tören bekliyor davetlileri.
İletişim pratiğinin kritik üç aşamasından (öncesi – sırası – sonrası) ilki öyle yanlış yönetildi ki, ikinci ve üçüncü aşamalar artık hata kaldıracak durumda değiller. Umarız o iki aşamanın stratejisi doğru kurulur, iletişim ‘mucibince amel edilir’ de bu evlilik Sayın Başbakanın algılanmasına olumsuz puan yazmaz. Çünkü Başbakanın yakın gelecekte bu puanlara çok ihtiyacı olacak...
Mado’dan öğrenecek çok şey var
Yine bir Bozcaada hikayesi. Ama bu kez benden değil ve Bozcaada ile doğrudan ilgili değil...
İletişim dünyasından arkadaşımız Arın Dörtok Hanım, ilginç bir alış veriş hikayesi anlattı. Ben de “Yazın bana gönderin!” dedim... Aynen aşağıya alıyorum:
“Bozcaada 2500 nüfuslu bir yerleşim birimi... Ada’da bu sene Mado açılmış. Biz de uğramadan edemedik. Küçüklüğümden beri limonlu dondurmaya bayılırım. Taze limonun lezzetini ve kokusunu özler hale gelmiştim son yıllarda. Limon suyu çıktı ya, mertlik de bozuldu. ‘Limon gerçek mi?’ diye sordum. Mado’nun güleryüzlü elemanlarının cevapları hazırdı: ‘Bizim hiçbir ürünümüzde katkı maddesi bulunmaz, hepsi gerçek meyveden üretilmektedir.’
Mado’nun Türkiye’de 150’ye yakın şubesinin olduğunu; Amerika, İngiltere ve İtalya ile de görüşmelerin sürdüğünü. İtalya’da da Roma dondurmasına rakip olmayı hedeflediklerini, onlardan öğrendik. Mado’nun elemanları, gerçek birer marka elçisi halinde çalışıyorlardı. Başta Mado yöneticilerini bu iklimi yarattıkları, Mado elemanlarını da bunu son derece ince ve nazik bir şekilde müşterilerine yansıttıkları için kutlamak gerek. Artık ben de bir Mado elçisiyim...”
Basit gibi gözüken bu olay, aslında bir kuruluşta iletişimin nereden başlaması gerektiğine en güzel örnek. Tersi örnekler de bol miktarda vardır. Şirketteki elektronik cihazlardan birini tamire gelen resmi servis elemanına sormuştum: “Nasıldır bu aletler?” Adam hiç düşünmeden cevap vermişti: “Bıktık beyefendi. Bunlar durmadan arızaya geçer. Siz iyisi mi, falanca markayı tercih edin bir dahaki sefere. Onların ürünleri daha sağlam ve güvenli!” ...
Belli ki Mado, itibarı artırmanın en ucuz, en etkili yolunun çalışanlarını eğitmekten, onlarla bütünleşmekten ve onları birer elçi haline getirmekten geçtiğini iyi biliyor.
Herkes bilir ki, en etkili iletişim yüz yüze olanıdır. Yine araştırmalar gösterir ki, tüm satın alma kararlarında o kurumun çalışanlarının fikirleri en etkili faktördür.
Seri ilanlarda saflar için tuzak!
Arkadaşları 1 Nisan günü iletişimci arkadaşımız Ufuk Çarşıbaşı’na şaka yapmışlar. Bir gazetenin seri ilan sayfasına ilan vermişler: “Cihangir’de deniz manzaralı, üç oda bir salon, 100 milyona!” İlanın altına da Ufuk’un cep telefonunu eklemişler...
Bizim milletin çocuksu saflığını anlamak için, uzun boylu psiko-sosyolojik araştırmalara gerek yok. Kanal 7’deki Şakacı programını izlemek yeter... 100 milyonu duyan tabii ki sarılmış telefona. Perişan olmuş bizim arkadaş...
Şimdilerde bu iletişim sırnaşıklığı şirketler bazına da kaymaya başladı. Örneğin, rakip şirketin adını verin. Ürünlerinin defolu çıktığını söyleyin. Satılmış malları geri alıp yenisini vereceklerini, üstüne de insanlar üzülmesin diye 100 milyon ödeyeceklerini belirtin. Altına o firmanın telefon numaralarını yazın. Bu ilanı hazırlayıp bir seri ilan ajansı vasıtasıyla yollayın gazeteye... Üç kuruş beş paraya o firmayı iletişim kaosu içine sokmanız işten bile değil...
Bu abukluğa bir son vermek isteyen Sabah gazetesi bundan böyle seri ilanları verenlerin kim olduğunu tespit ettikten sonra ilanları yayınlamaya ve gelen ilanları daha sıkı kontrolden geçirmeye karar vermiş. Bütün diğer gazeteleri de bu uygulamaya katılmaya çağırmış.
Ben de okurları uyarmak istedim. Taksim’den salatalığı gösterdiler mi, Kadıköy’den tuzluğu alıp koşmanın alemi var mı? Hani, çılgınca gerçek dışı faiz veren finans kuruluşlarına balıklama atlayıp, sonra “Yandım!” diye feryad edenler gibi seri ilan sayfalarında gördüğünüz her acaip ilanın peşinden koşmak akıl işi mi Allah aşkına?..
Kısa kısa... Kısa kısa...
- Alem dergisi caz konserleri düzenliyormuş: "Alem Caz Parkı"... Herhalde iyi düşünülmüş bir PR faaliyetidir. Hani bu tür etkinliklerde konu, hedef kitlenin çok dışına düşerse, istenen algılama olusturulamaz ya... Bildiğimiz kadarıyla caz, belli bir entelektüel algılama zemini üstüne oturan bir müzik türü. Sevdalıları da ona göre... Bakarsınız yanılmışız.... Bütün Alemciler orada...
- Diyanet İşleri Başkanlığı olaya el atmış. Futbol sahalarında bundan böyle küfür oranı kesinlikle azalacaktır. Daha muhteşem bir iletişim kanalı olabilir mi? En etkili iletişim, yüz yüze olanıdır. Fakat aynı anda genis kitlelere yüz yüze ulaşılamayacağı için, medya kullanılır. Oysa Diyanet'in elinde onbinlerce imam ve onbinlerce camii... Milyonlara aynı gün, aynı saatte ayn mesaji iletmek... Hem de yüz yüze... Bir iletişimci için ulaşılamaz düş sanki... Eylülde "Söz söylemenin sorumluluğu" adlı hutbeyi ve sonuçlarını merakla bekliyorum... Tabiî hükümet ve diğer devlet kuruluşlarının bu etkili iletişim kanalını ilerde nasıl kullanacaklarını da...