Saffet Bey’i çileden çıkardılar...
01 EKİM 2007
Bu ay ve bu hafta çıkan ‘iş ve ekonomi dergileri’ni taradım. Ulusoylar’la ilgili bir yorum ve olayı derinlikli olarak inceleyecek yazı ya da araştırma bulmak için beyhude uğraştım. Gazeteler bile olayı daha geniş veriyorlar.
Bence son yılların en ilginç ve dramatik iş ve ilişki serüveni şu sıra Ulusoylar’da yaşanıyor. İlk izlenim şu: Koskoca, devasa bir imparatorluk sallanıyor! İş ve ekonomi yayınlarında bir tane perde arkası yazı yok. Son ümidim dün yayın hayatına başlayan Fortune’daydı. Doğru dürüst bağırmadan, sessiz sedasız çıkarılan, özenle hazırlandığı her halinden belli dergide de bu çarpıcı ‘beşeri’ öyküye yer verilmemişti.
Kurumsallaşamayan yapılar için genel geçer bir söz vardır: Birinci kuşak kurar, ikinci kuşak tutar, üçüncü kuşak batırır!.. Bu öyküde iş daha birinci kuşakta çatlama noktasına geliyordu...
Aileye bir miktar yakın olanlar bilirler ki, Ulusoy İmparatorluğu’nun kurucuları Saffet ve Cemal Ulusoy’lardır... Cemal Bey ‘kuruluş dönemi’nin hemen ardından genç denecek bir yaşta hayata veda etmiştir. ‘Yükselme dönemi’ne ise Saffet Bey’in tek başına damga vurduğunu ve imparatorluğun her taşına, her santimetrekaresine, akıl ve gönül imzasını attığını herkes bilir...
Hatta bu yüzden 2006 Eylül’ünde Haftalık Dergisi’nde Yılmaz Ulusoy’un verdiği beyanat hayli yadırganmıştı. Biz de konu ile ilgili 16 Eylül günkü yazımızda durumu garip bulduğumuzu belirtmişiz: “Bu haftaki Haftalık Dergisi’nde şöyle bir başlık var: ‘Sıfırdan zirveye çıkmak için 10 tavsiye’... Tavsiyeleri yapan kişi Yılmaz Ulusoy... Yılmaz Bey’in zirveye çıkma tavsiyeleri çok iyi. Ama bence eksik. Tüm 10 maddenin üzerine gelecek şekilde, kendisinin de hissettiğine emin olduğum şöyle bir madde ekleseydi tamam olurdu: (Zirveye çıkmak için bir de) İnsanın Saffet ve merhum Cemal Ulusoy gibi ağabeylerinin olması (gerekir)”...
Saffet ve Yılmaz Beyler arasında UN Ro Ro’nun satışı konusunda giderek artan huzursuzluğa dün Hacer Gemici biraz açıklık getirmiş. Şirketlerin üçe bölünmesini ısrarla kabul ettiren ve en son da UN Ro Ro’nun satılması için bastıran, Yılmaz ve Ali Can Ulusoy’un yaklaşımları, 77 yaşındaki Saffet Ulusoy’u iyice çileden çıkarmış olmalı. Yoksa kurt iş adamı kendisinden 11 yaş küçük Yılmaz Ulusoy’u kastederek, sonun başlangıcını haber veren şu sözleri sarf etmezdi: “Aile için konuşmam, ama boynuz kulağı geçmiştir. Burada on tane proje varsa hepsi Saffet Ulusoy’undur. O iki proje getirdi, bir fabrika, bir turizm. 70 milyon dolar batırdı.”
Önümüzdeki dönemde geniş bir Saffet Ulusoy portresi yapan ve Yılmaz Ulusoy’un İstanbul’a göç etmesinin de öncesine giderek Ulusoy İmparatorluğu’nun gerçek öyküsünü ayrıntısıyla, derinlemesine verecek ekonomi dergisini şimdiden kutlarım. Çünkü bu öyküde insanlık ve iş dünyası adına çıkarılacak çok ders var.
Dask akıl ve zeka işidir
İlle de bir yerlerde deprem olacak. Hocalar ekrana çıkacak. İstanbul depremine kaç yıl, kaç ay kaldığını anlatacaklar. Sonra yine herkes susacak. Ne zamana kadar, bir sonraki depreme kadar. Deprem ne kadar yakınımızda ya da şiddeti ne kadar fazla ise, TV’lerde olaya ayrılan yer de o kadar fazla. Sonrasında?.. Yine tık yok!..
İstanbul’da depremsiz geçen her gün, bir sonraki günde deprem olma olasılığını biraz daha artırıyor. Cana gelecek zararın telafisi yok. Belki bir miktar önlemi var: Güçlü veya güçlendirilmiş binalarda oturmak, çalışmak. Oysa, canın yongası olan mal kaybının telafisi var. Nasıl? Zorunlu Deprem Sigortası (DASK) yaptırarak. Peki DASK’da durum ne?
İki kaynaktan okumaya çalışalım: Biri bir araştırma; diğeri Dünya Gazetesi’nden Hülya Erol’un Dask Genel Koordinatörü İsmet Güngör ile yaptığı röportaj. Araştırma şirketi ERA’nın Kurucu Ortağı Elvan Oktar bir e-posta yollamış. Onun rakamları gerçeklerden daha iyimser. Acı gerçeği ise Güngör söylüyor: “Türkiye’deki konutların %80’inin deprem sigortası bulunmuyor.” Sadece 2.6 milyon konut sahibi kendini deprem hasarına karşı güvenceye almış.
Yürekler acısı... Bu iş yoksa biraz da sigortanın adından mı geliyor? Bizde bir şey ‘Zorunlu’ olunca, benimsenmesi de zor oluyor herhalde... Bir de bu işin zeka ile aklı birlikte kullanabilmekle alakası var... Hasta Galatasaraylı arkadaşlar e-posta ile bir fıkra göndermişler. Akıl, zeka falan deyince aklımıza geldi:
Fıkra bu ya, Allah dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış, her birine ikişer erdem vermiş... İsviçrelilere, düzen ve yasalara saygı; İngilizlere, soğukkanlılık ve asalet; Japonlara, çalışkanlık ve sabır; İtalyanlara, neşe ve romantizm; Fransızlara, şarap ve güzel yemekler; Türklere, zeka ve akıl ve FB sevgisi... Cebrail bu dağıtımdan sonra Allah’a soracak olmuş: "Bütün uluslara ikişer erdem verdiniz ama Türklere üç tane. Haksızlık değil mi?". "Evet ama" demiş Allah "Sadece ikisini kullanabilecekler..."
Yani durum şöyle oluyor:
Bir Türk zeki ve FB’li olduğu zaman akıllı olmayacaktır...
Bir Türk akıllı ve FB’li olduğu zaman zeki olmayacaktır...
Bir Türk hem zeki hem de akıllı olduğu zaman FB’li olmayacaktır...
Dedik ya, fıkra bu. FB’li kardeşlerimizin zeka, akıl, hoş görü ve mizah anlayışlarına sığınarak anlattık.
Bence son yılların en ilginç ve dramatik iş ve ilişki serüveni şu sıra Ulusoylar’da yaşanıyor. İlk izlenim şu: Koskoca, devasa bir imparatorluk sallanıyor! İş ve ekonomi yayınlarında bir tane perde arkası yazı yok. Son ümidim dün yayın hayatına başlayan Fortune’daydı. Doğru dürüst bağırmadan, sessiz sedasız çıkarılan, özenle hazırlandığı her halinden belli dergide de bu çarpıcı ‘beşeri’ öyküye yer verilmemişti.
Kurumsallaşamayan yapılar için genel geçer bir söz vardır: Birinci kuşak kurar, ikinci kuşak tutar, üçüncü kuşak batırır!.. Bu öyküde iş daha birinci kuşakta çatlama noktasına geliyordu...
Aileye bir miktar yakın olanlar bilirler ki, Ulusoy İmparatorluğu’nun kurucuları Saffet ve Cemal Ulusoy’lardır... Cemal Bey ‘kuruluş dönemi’nin hemen ardından genç denecek bir yaşta hayata veda etmiştir. ‘Yükselme dönemi’ne ise Saffet Bey’in tek başına damga vurduğunu ve imparatorluğun her taşına, her santimetrekaresine, akıl ve gönül imzasını attığını herkes bilir...
Hatta bu yüzden 2006 Eylül’ünde Haftalık Dergisi’nde Yılmaz Ulusoy’un verdiği beyanat hayli yadırganmıştı. Biz de konu ile ilgili 16 Eylül günkü yazımızda durumu garip bulduğumuzu belirtmişiz: “Bu haftaki Haftalık Dergisi’nde şöyle bir başlık var: ‘Sıfırdan zirveye çıkmak için 10 tavsiye’... Tavsiyeleri yapan kişi Yılmaz Ulusoy... Yılmaz Bey’in zirveye çıkma tavsiyeleri çok iyi. Ama bence eksik. Tüm 10 maddenin üzerine gelecek şekilde, kendisinin de hissettiğine emin olduğum şöyle bir madde ekleseydi tamam olurdu: (Zirveye çıkmak için bir de) İnsanın Saffet ve merhum Cemal Ulusoy gibi ağabeylerinin olması (gerekir)”...
Saffet ve Yılmaz Beyler arasında UN Ro Ro’nun satışı konusunda giderek artan huzursuzluğa dün Hacer Gemici biraz açıklık getirmiş. Şirketlerin üçe bölünmesini ısrarla kabul ettiren ve en son da UN Ro Ro’nun satılması için bastıran, Yılmaz ve Ali Can Ulusoy’un yaklaşımları, 77 yaşındaki Saffet Ulusoy’u iyice çileden çıkarmış olmalı. Yoksa kurt iş adamı kendisinden 11 yaş küçük Yılmaz Ulusoy’u kastederek, sonun başlangıcını haber veren şu sözleri sarf etmezdi: “Aile için konuşmam, ama boynuz kulağı geçmiştir. Burada on tane proje varsa hepsi Saffet Ulusoy’undur. O iki proje getirdi, bir fabrika, bir turizm. 70 milyon dolar batırdı.”
Önümüzdeki dönemde geniş bir Saffet Ulusoy portresi yapan ve Yılmaz Ulusoy’un İstanbul’a göç etmesinin de öncesine giderek Ulusoy İmparatorluğu’nun gerçek öyküsünü ayrıntısıyla, derinlemesine verecek ekonomi dergisini şimdiden kutlarım. Çünkü bu öyküde insanlık ve iş dünyası adına çıkarılacak çok ders var.
Dask akıl ve zeka işidir
İlle de bir yerlerde deprem olacak. Hocalar ekrana çıkacak. İstanbul depremine kaç yıl, kaç ay kaldığını anlatacaklar. Sonra yine herkes susacak. Ne zamana kadar, bir sonraki depreme kadar. Deprem ne kadar yakınımızda ya da şiddeti ne kadar fazla ise, TV’lerde olaya ayrılan yer de o kadar fazla. Sonrasında?.. Yine tık yok!..
İstanbul’da depremsiz geçen her gün, bir sonraki günde deprem olma olasılığını biraz daha artırıyor. Cana gelecek zararın telafisi yok. Belki bir miktar önlemi var: Güçlü veya güçlendirilmiş binalarda oturmak, çalışmak. Oysa, canın yongası olan mal kaybının telafisi var. Nasıl? Zorunlu Deprem Sigortası (DASK) yaptırarak. Peki DASK’da durum ne?
İki kaynaktan okumaya çalışalım: Biri bir araştırma; diğeri Dünya Gazetesi’nden Hülya Erol’un Dask Genel Koordinatörü İsmet Güngör ile yaptığı röportaj. Araştırma şirketi ERA’nın Kurucu Ortağı Elvan Oktar bir e-posta yollamış. Onun rakamları gerçeklerden daha iyimser. Acı gerçeği ise Güngör söylüyor: “Türkiye’deki konutların %80’inin deprem sigortası bulunmuyor.” Sadece 2.6 milyon konut sahibi kendini deprem hasarına karşı güvenceye almış.
Yürekler acısı... Bu iş yoksa biraz da sigortanın adından mı geliyor? Bizde bir şey ‘Zorunlu’ olunca, benimsenmesi de zor oluyor herhalde... Bir de bu işin zeka ile aklı birlikte kullanabilmekle alakası var... Hasta Galatasaraylı arkadaşlar e-posta ile bir fıkra göndermişler. Akıl, zeka falan deyince aklımıza geldi:
Fıkra bu ya, Allah dünyayı yarattığı zaman gelecekteki ulusların temsilcilerini yanına çağırmış, her birine ikişer erdem vermiş... İsviçrelilere, düzen ve yasalara saygı; İngilizlere, soğukkanlılık ve asalet; Japonlara, çalışkanlık ve sabır; İtalyanlara, neşe ve romantizm; Fransızlara, şarap ve güzel yemekler; Türklere, zeka ve akıl ve FB sevgisi... Cebrail bu dağıtımdan sonra Allah’a soracak olmuş: "Bütün uluslara ikişer erdem verdiniz ama Türklere üç tane. Haksızlık değil mi?". "Evet ama" demiş Allah "Sadece ikisini kullanabilecekler..."
Yani durum şöyle oluyor:
Bir Türk zeki ve FB’li olduğu zaman akıllı olmayacaktır...
Bir Türk akıllı ve FB’li olduğu zaman zeki olmayacaktır...
Bir Türk hem zeki hem de akıllı olduğu zaman FB’li olmayacaktır...
Dedik ya, fıkra bu. FB’li kardeşlerimizin zeka, akıl, hoş görü ve mizah anlayışlarına sığınarak anlattık.