Sahada kazanılanı masada kaybetmemek için
23 Ocak 2018 - Yeni Şafak
Fransa bizim Zeytin Dalı harekâtımızı BM Güvenlik Kurulu’na götürüyor. Batı basını PKK / PYD / YPG kaynaklı bilgilendirmeyle haberlerinde olayı “Türk ordusu Kürt halkına saldırıyor” diye veriyor… “Etnik bir savaş” algısı yaratmak için ellerinden geleni yapıyorlar.. Bunlar zaten Ermenileri kesmişti (!)… Şimdi sıra Kürtlerde (!)… İma edilmek istenen, hatta üstü örtülü söylenen bu…
Televizyonda bu gibi günlerde uzman olarak çağrılan arkadaşların konuya hâkim olanlarının ortak görüşü şu: “Biz meselemizi daha iyi anlatmalıyız. Burada ‘Kamu Diplomasisi’, ‘Psikolojik Harp’ taktiklerinin devreye sokulması lazım”… Doğru… Sahada kazanılanı masada kaybetmemek için, doğru…
Ancak çok geç… PKK – YPD – PYG meselesini ve Silahlı Kuvvetler’in sivil halka dokunmamak, zarar vermemek için her şeyi yaptığını, ortada Türkiye’nin bekası sorunu olduğunu, terör örgütü PKK’nın durdurulması gerektiği için bu operasyonun yapıldığını çok önceden anlatmaya başlamalıydık. Diplomatik düzeyde Dışişleri tarafından ya da Cumhurbaşkanı’nın şahsi gayretleriyle anlatılan gerçeklerin kamu diplomasisi bağlamında desteklenmedikçe, diğer ülke halklarının, oradan da siyasi otoritelerine geçmesinin zor olduğunu biliyorduk…
Bu sütunları biraz olsun takip edenler de bilir ki, Türkiye’de Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, Başbakanlığı döneminde 2010 yılında çıkarılmış bir kanunla gayet ‘ileri görüşlü’ bir yaklaşımla kurulmuş olan, işi Türkiye’nin yurt dışındaki algısını yönetmek olan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün çalıştırılması ve tüm diğer faaliyetlerin koordinasyon içinde yürütülmesi gerektiğini 7 yıldır savunur dururuz. Ne sonuç çıktı bu çabalarından, diye sakın sormayın…
Türkiye’nin yurt dışındaki tanıtımı ve algılama yönetimi üzerine düşünen ve aksiyon alan, insan, para ve zaman kaynağı harcayan çok sayıda resmî ve yarı resmî kurum, bir o kadar da sivil toplum kuruluşu var. Ne yazık ki aralarında bir eşgüdüm (koordinasyon) odaklanma yok. Zamanlama ve kilit mesaj konusunda ciddî bir mutabakat olduğu da söylenemez. Hatta çeşitli kurumların farklı Türkiye amblemleri kullandıkları bile gözlemlenebilir…
Bunlardan bazıları ile hasbelkader temasımız var. Hepsinde şu sıra bir hareketlenme: “Zeytin Dalı” operasyonunu dünya kamuoyuna daha iyi anlatmalıyız…
Bu bağlamda 20 Ocak günü The Times’da çıkan bir haber bilhassa dikkatimizi çekti… Yazının başlığı şu: “Bell Pottinger’in şefi oyuna geri döndü!”
Habere göre Bell Potinger adlı PR ajansının üst üste skandallar yaşaması, adlarının uluslararası yolsuzluklara karışması üzerine ajanstan son anda istifa etmiş olan CEO’su James Henderson, geçen ay kendi adının baş harflerini taşıyan J&H Communications olarak bir şirket kurmuş. Henderson, -Times’a göre- işe hemen üç müşteri le başlamış. Biri lüks tüketim aracı Richemont, diğeri yatırım şirketi Investec; üçüncüsü ise Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı… Henderson, Başbakanımızı İngiliz gazetecilerle buluşturma görevini üstlenmişmiş… Henderson demiş ki, “Benim görevim sadece karşılıklı ticarî görüşmeleri ayarlamak. Türkiye’yi tanıtmak ya da politik konulara girmek gibi bir niyetim yok”…
Adama, “Öyle bir şey de ki, özrün kabahatinden daha büyük olsun!” deselermiş; herhalde ancak bunları diyebilirmiş
Başbakanlık kim, bu zatı muhteremi nasıl, nereden bulmuş acaba?
Belli ki Marketing Türkiye’nin Ekim 2017 sayısını ve orada yer alan “İngiltere’deki türden PR skandalı bizde olmaz” başlıklı yazımızı okumamış. Okusaydı, bu kararı almadan önce iki defa düşünürdü…
Özetle şöyle demişiz o yazıda (meraklısı için yazı internette var):
“Geçen yıl Ağustos ayında PR sanayiinin en büyüklerinden Bell Pottinger’in kurucu ortağı Lord Bell’in istifası ve firmayı terk etmesinin ardından Eylül ayının üçüncü günü yeni bir haber, iletişim dünyasına nükleer bomba gibi düştü. Ajansın, Güney Afrikalı müşterisi Oakbay Investments için yürüttüğü etik dışı çalışmaların ifşa olmasından bir gün sonra ajansın hisselerinin yüzde 20’sinden fazlasına sahip olan CEO’su James Henderson skandalın sorumluluğunu üstlendi ve istifa etti.
Bell Pottinger aynı günlerde İngiliz PR sektörünün etkili STK’sı PRCA’in mesleki etik kodlarına aykırı hareket etmekle suçlanmış, birlik tarafından sektörün itibarını korumak gerekçesiyle üyeliği iptal edilmiş ve beş yıl süreyle yeniden üyeliğe başvurması engellenmişti…
… İnternet üzerinde kısa bir araştırma yapıldığında Bell Pottinger’in “Karanlık iletişim sanatlarını” ilk defa (Güney Afrika’daki) Guptagate skandalı için kullanmadığı görülüyor. Wikipedia sayfalarının manipüle edilmesi, insan hakları ihlalleriyle suçlanan ülkelerdeki hükümet içi ilişkilerde nüfuza sahip olunması, çocuk işçi ve insan hakları ihlalleriyle ilgili olumsuz yansımalara boğarak Google sonuçlarının manipüle edilmesinin önerilmesi vs…”
Yazının devamında olayın perde arkasını da anlatmışız. Bir de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği ve dünyanın çeşitli ülkelerinden 60 kadar kadın katılımcının yer aldığı “Dünya Siyaseti ve Medya” başlıklı panelde yaptığımız sunumda söz etmişiz Bell Pottinger’den. CIA için İslami teröre ilişkin ‘fake’ (sahte) videolar üretip dijital ortamda yayına sokmasından söz etmişiz…
Uluslararası ortamlarda ve bizzat İngiltere’de itibarı yerlerde sürünen bir iletişimci ile çalışmanın bizim itibarımızı nasıl etkileyeceğini düşünmeyi size bırakıyor ve sadece üzüldüğümü ifade etmekle yetinmek istiyorum…
Sayın Başbakanımız bu özensizliği hak etmiyor…
Televizyonda bu gibi günlerde uzman olarak çağrılan arkadaşların konuya hâkim olanlarının ortak görüşü şu: “Biz meselemizi daha iyi anlatmalıyız. Burada ‘Kamu Diplomasisi’, ‘Psikolojik Harp’ taktiklerinin devreye sokulması lazım”… Doğru… Sahada kazanılanı masada kaybetmemek için, doğru…
Ancak çok geç… PKK – YPD – PYG meselesini ve Silahlı Kuvvetler’in sivil halka dokunmamak, zarar vermemek için her şeyi yaptığını, ortada Türkiye’nin bekası sorunu olduğunu, terör örgütü PKK’nın durdurulması gerektiği için bu operasyonun yapıldığını çok önceden anlatmaya başlamalıydık. Diplomatik düzeyde Dışişleri tarafından ya da Cumhurbaşkanı’nın şahsi gayretleriyle anlatılan gerçeklerin kamu diplomasisi bağlamında desteklenmedikçe, diğer ülke halklarının, oradan da siyasi otoritelerine geçmesinin zor olduğunu biliyorduk…
Bu sütunları biraz olsun takip edenler de bilir ki, Türkiye’de Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, Başbakanlığı döneminde 2010 yılında çıkarılmış bir kanunla gayet ‘ileri görüşlü’ bir yaklaşımla kurulmuş olan, işi Türkiye’nin yurt dışındaki algısını yönetmek olan Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün çalıştırılması ve tüm diğer faaliyetlerin koordinasyon içinde yürütülmesi gerektiğini 7 yıldır savunur dururuz. Ne sonuç çıktı bu çabalarından, diye sakın sormayın…
Türkiye’nin yurt dışındaki tanıtımı ve algılama yönetimi üzerine düşünen ve aksiyon alan, insan, para ve zaman kaynağı harcayan çok sayıda resmî ve yarı resmî kurum, bir o kadar da sivil toplum kuruluşu var. Ne yazık ki aralarında bir eşgüdüm (koordinasyon) odaklanma yok. Zamanlama ve kilit mesaj konusunda ciddî bir mutabakat olduğu da söylenemez. Hatta çeşitli kurumların farklı Türkiye amblemleri kullandıkları bile gözlemlenebilir…
Bunlardan bazıları ile hasbelkader temasımız var. Hepsinde şu sıra bir hareketlenme: “Zeytin Dalı” operasyonunu dünya kamuoyuna daha iyi anlatmalıyız…
Bu bağlamda 20 Ocak günü The Times’da çıkan bir haber bilhassa dikkatimizi çekti… Yazının başlığı şu: “Bell Pottinger’in şefi oyuna geri döndü!”
Habere göre Bell Potinger adlı PR ajansının üst üste skandallar yaşaması, adlarının uluslararası yolsuzluklara karışması üzerine ajanstan son anda istifa etmiş olan CEO’su James Henderson, geçen ay kendi adının baş harflerini taşıyan J&H Communications olarak bir şirket kurmuş. Henderson, -Times’a göre- işe hemen üç müşteri le başlamış. Biri lüks tüketim aracı Richemont, diğeri yatırım şirketi Investec; üçüncüsü ise Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı… Henderson, Başbakanımızı İngiliz gazetecilerle buluşturma görevini üstlenmişmiş… Henderson demiş ki, “Benim görevim sadece karşılıklı ticarî görüşmeleri ayarlamak. Türkiye’yi tanıtmak ya da politik konulara girmek gibi bir niyetim yok”…
Adama, “Öyle bir şey de ki, özrün kabahatinden daha büyük olsun!” deselermiş; herhalde ancak bunları diyebilirmiş
Başbakanlık kim, bu zatı muhteremi nasıl, nereden bulmuş acaba?
Belli ki Marketing Türkiye’nin Ekim 2017 sayısını ve orada yer alan “İngiltere’deki türden PR skandalı bizde olmaz” başlıklı yazımızı okumamış. Okusaydı, bu kararı almadan önce iki defa düşünürdü…
Özetle şöyle demişiz o yazıda (meraklısı için yazı internette var):
“Geçen yıl Ağustos ayında PR sanayiinin en büyüklerinden Bell Pottinger’in kurucu ortağı Lord Bell’in istifası ve firmayı terk etmesinin ardından Eylül ayının üçüncü günü yeni bir haber, iletişim dünyasına nükleer bomba gibi düştü. Ajansın, Güney Afrikalı müşterisi Oakbay Investments için yürüttüğü etik dışı çalışmaların ifşa olmasından bir gün sonra ajansın hisselerinin yüzde 20’sinden fazlasına sahip olan CEO’su James Henderson skandalın sorumluluğunu üstlendi ve istifa etti.
Bell Pottinger aynı günlerde İngiliz PR sektörünün etkili STK’sı PRCA’in mesleki etik kodlarına aykırı hareket etmekle suçlanmış, birlik tarafından sektörün itibarını korumak gerekçesiyle üyeliği iptal edilmiş ve beş yıl süreyle yeniden üyeliğe başvurması engellenmişti…
… İnternet üzerinde kısa bir araştırma yapıldığında Bell Pottinger’in “Karanlık iletişim sanatlarını” ilk defa (Güney Afrika’daki) Guptagate skandalı için kullanmadığı görülüyor. Wikipedia sayfalarının manipüle edilmesi, insan hakları ihlalleriyle suçlanan ülkelerdeki hükümet içi ilişkilerde nüfuza sahip olunması, çocuk işçi ve insan hakları ihlalleriyle ilgili olumsuz yansımalara boğarak Google sonuçlarının manipüle edilmesinin önerilmesi vs…”
Yazının devamında olayın perde arkasını da anlatmışız. Bir de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği ve dünyanın çeşitli ülkelerinden 60 kadar kadın katılımcının yer aldığı “Dünya Siyaseti ve Medya” başlıklı panelde yaptığımız sunumda söz etmişiz Bell Pottinger’den. CIA için İslami teröre ilişkin ‘fake’ (sahte) videolar üretip dijital ortamda yayına sokmasından söz etmişiz…
Uluslararası ortamlarda ve bizzat İngiltere’de itibarı yerlerde sürünen bir iletişimci ile çalışmanın bizim itibarımızı nasıl etkileyeceğini düşünmeyi size bırakıyor ve sadece üzüldüğümü ifade etmekle yetinmek istiyorum…
Sayın Başbakanımız bu özensizliği hak etmiyor…