Salamı dilimlemek
01 Kasım 2020 - Marketing Türkiye
“O nasıl başlık öyle” diye hemen itiraz etmeyin lütfen… İzah edelim…
Bize göre Cem Yılmaz, Türkiye’nin en başarılı komedyenlerindendir… Espri anlayışı kültürlere göre farklılık göstermeseydi ‘dünya çapında’ olacağından da hiç şüphemiz yok. Yeteneği ve kendini sürekli geliştirmesinin yanında kariyer yönetimindeki başarısı, onu ilk günden beri zirvede tutmayı sağlayan faktörlerden…
Fakat şu sıralar aldığı bazı kararlar, kendisinin aleyhine işliyor… Bildiğiniz gibi Yılmaz, hem Opet hem de Hepsiburada gibi iki büyük markanın iletişim çalışmalarında aynı anda yer alıyor.
İki firmanın reklamları da çok hoş ve eğlenceli… Ancak tüketici nezdinde bir karmaşaya, “Opet’ten tişört ısmarladım… Hepsiburada’dan benzin aldım” gibi bazı esprilere de yol açmıyor değil…
Hepsiburada reklamı yayına girdiğinde Opet’inki çoktan başlamıştı ve reklamda Hepsiburada markası da gözükmüyordu. Neyse ki sonradan durum toparlandı…
Tabii işin bir de Cem Yılmaz tarafı var… Reklam kampanyalarında şöhretlerin yer almalarının belli nedenleri vardır… Bazen güvenilirlikleri, bazen sevilen isimler oluşları bazen de kendilerine has beğenilen başka özelliklerini markalara ‘yansıttıkları’ için tercih edilirler…
Nihayetinde de bu isimler ‘kendilerinden’ bir şey verirler. Uluslararası terminolojide buna “substance” kaybı denir… Salamdan bir parça kesilmesi gibi de düşünülebilir bu… Her reklam bir parça daha alır…
Zaman zaman şöhretlerin reklam kampanyalarından aldıkları ücretler ‘astronomik’ bulunarak eleştirilir… Ancak, şöhretler açısından geri döndürülmesi zor, ‘tek atımlık kurşun’ gibi değerlendirilmesi gereken bu çalışmaların ünlülerde yaratacağı ‘aşınma’nın hiç de azımsanmaması gerekir. O nedenle salamdan kesilen dilim ne kadar büyükse ücret de o kadar büyük olur…
Sonuç olarak, Cem Yılmaz’ın aynı anda iki reklam kampanyasında yer alması ya da aşınması ‘kriz’ boyutunda değildir. Bunu, gösterilerinin hâlâ kapalı gişe oynamasından, kendisine olan ilgide bir eksiklik olmamasından da anlayabiliriz. Yine de ‘hasar’a neden olduğunu kabul etmek gerekir.
Ürünü göstermeden yapılan iletişim herkese hitap etmez
Fikrin ‘çok başarılı’ uygulamasıyla uzun yıllar daha hatırlanacak bir çalışmaydı Audi Quattro reklamı… Eskimolar’ın ülkesinde bir dede, kar ve buz üzerinde karşılaştıkları izleri torununa öğretmektedir. İlk iz bir kurda aittir; ikincisi ise ayıya. Üçüncü izde dede bir an durur, karları eline alıp ufaladıktan sonra torununa döner ve “Audi” der; “Quattro”…
Ortada ne bir araç vardır ne süper prodüksiyon ne de süper vaatler… Sadece şu ifade edilmiştir: Audi Quattro kar, buz dinlemez.
Ürün göstermeden ‘duygulara hitap etmek’ çok sık olmasa da zaman zaman kullanılan bir yöntem… İletişim çalışmalarının en başarılı örnekleri bu tarz ‘yalın’ işlerden çıkar…
Böyle başka bir uygulama da Publicis İtalya tarafından Coca-Cola için yapılmış… Kırmızı zemin üzerinde yalnızca Coca-Cola’nın logosu; üstte de “Hisset” yazısı… Bu kadar… Gerisini zihin tamamlıyor… İletişim profesyonellerinin iddiası tutuyor ve bakanlar Coca-Cola’nın şişesinin formunu hakikaten de hissederek görebiliyor…
Sonuçta, son derece etkili çalışmalar, yaratıcılık konusunda başarılı işler ortaya çıkıyor. Ama dikkat! Her uygulama, her hedef kitlede ‘beklenen davranış değişikliği’ni sağlamaz…
İyi yaşam… Kime göre?
Pazarlama kampanyaları düzenleyen İngiltere merkezli Ogilvy firması pandemi döneminde 4 kıtadaki 14 ülkede 7 bin katılımcıyla bir araştırma yapmış. Küresel ‘İyi Yaşam’ araştırmasına göre; 4,5 trilyon dolarlık küresel ‘iyi yaşam ekonomisi’, global ekonomiden iki kat hızlı büyüyormuş ve tüketicilerin yüzde 73’ü tarafından marka stratejisinin temel bir unsuru olarak kabul ediliyormuş.
Araştırmada gıda, atıştırmalık, cilt bakımı, havayolları, oteller, otomobiller ve bankacılığı içeren yedi temel sektör temel alınmış. Buna göre, global tüketicinin yüzde 77’si ‘iyi yaşam’ kavramını çok önemli buluyor, yüzde 80’i hayatlarındaki iyi yaşam unsurlarını iyileştirmek istiyor, yüzde 75’i ise markaların insanların ‘iyi yaşam’ için daha fazlasını yapabileceğini düşünüyormuş.
Araştırma sonuçlarından bir basın bülteniyle haberdar olduk. Ogilvy İstanbul CEO’su Emine Çubukçu’nun değerlendirmesi dışında Türkiye’ye dair bir bilgi de bulamadık. Keşke ülkemizdeki tüketicilerin bu yöndeki eğilimlerine de yer verselermiş…
Dünyadaki trendleri geç de olsa ülkemizde görmek mümkün olabiliyor ama zamanlama çok şeyi değiştirir… Bizdeki sonuçların ne olduğunu öğrenmek, tüketicilerin bugün ne düşündüğünü, satın alma davranışlarını etkileyen faktörleri öğrenmek sektörler için aydınlatıcı olabilirdi.
Bize göre Cem Yılmaz, Türkiye’nin en başarılı komedyenlerindendir… Espri anlayışı kültürlere göre farklılık göstermeseydi ‘dünya çapında’ olacağından da hiç şüphemiz yok. Yeteneği ve kendini sürekli geliştirmesinin yanında kariyer yönetimindeki başarısı, onu ilk günden beri zirvede tutmayı sağlayan faktörlerden…
Fakat şu sıralar aldığı bazı kararlar, kendisinin aleyhine işliyor… Bildiğiniz gibi Yılmaz, hem Opet hem de Hepsiburada gibi iki büyük markanın iletişim çalışmalarında aynı anda yer alıyor.
İki firmanın reklamları da çok hoş ve eğlenceli… Ancak tüketici nezdinde bir karmaşaya, “Opet’ten tişört ısmarladım… Hepsiburada’dan benzin aldım” gibi bazı esprilere de yol açmıyor değil…
Hepsiburada reklamı yayına girdiğinde Opet’inki çoktan başlamıştı ve reklamda Hepsiburada markası da gözükmüyordu. Neyse ki sonradan durum toparlandı…
Tabii işin bir de Cem Yılmaz tarafı var… Reklam kampanyalarında şöhretlerin yer almalarının belli nedenleri vardır… Bazen güvenilirlikleri, bazen sevilen isimler oluşları bazen de kendilerine has beğenilen başka özelliklerini markalara ‘yansıttıkları’ için tercih edilirler…
Nihayetinde de bu isimler ‘kendilerinden’ bir şey verirler. Uluslararası terminolojide buna “substance” kaybı denir… Salamdan bir parça kesilmesi gibi de düşünülebilir bu… Her reklam bir parça daha alır…
Zaman zaman şöhretlerin reklam kampanyalarından aldıkları ücretler ‘astronomik’ bulunarak eleştirilir… Ancak, şöhretler açısından geri döndürülmesi zor, ‘tek atımlık kurşun’ gibi değerlendirilmesi gereken bu çalışmaların ünlülerde yaratacağı ‘aşınma’nın hiç de azımsanmaması gerekir. O nedenle salamdan kesilen dilim ne kadar büyükse ücret de o kadar büyük olur…
Sonuç olarak, Cem Yılmaz’ın aynı anda iki reklam kampanyasında yer alması ya da aşınması ‘kriz’ boyutunda değildir. Bunu, gösterilerinin hâlâ kapalı gişe oynamasından, kendisine olan ilgide bir eksiklik olmamasından da anlayabiliriz. Yine de ‘hasar’a neden olduğunu kabul etmek gerekir.
Ürünü göstermeden yapılan iletişim herkese hitap etmez
Fikrin ‘çok başarılı’ uygulamasıyla uzun yıllar daha hatırlanacak bir çalışmaydı Audi Quattro reklamı… Eskimolar’ın ülkesinde bir dede, kar ve buz üzerinde karşılaştıkları izleri torununa öğretmektedir. İlk iz bir kurda aittir; ikincisi ise ayıya. Üçüncü izde dede bir an durur, karları eline alıp ufaladıktan sonra torununa döner ve “Audi” der; “Quattro”…
Ortada ne bir araç vardır ne süper prodüksiyon ne de süper vaatler… Sadece şu ifade edilmiştir: Audi Quattro kar, buz dinlemez.
Ürün göstermeden ‘duygulara hitap etmek’ çok sık olmasa da zaman zaman kullanılan bir yöntem… İletişim çalışmalarının en başarılı örnekleri bu tarz ‘yalın’ işlerden çıkar…
Böyle başka bir uygulama da Publicis İtalya tarafından Coca-Cola için yapılmış… Kırmızı zemin üzerinde yalnızca Coca-Cola’nın logosu; üstte de “Hisset” yazısı… Bu kadar… Gerisini zihin tamamlıyor… İletişim profesyonellerinin iddiası tutuyor ve bakanlar Coca-Cola’nın şişesinin formunu hakikaten de hissederek görebiliyor…
Sonuçta, son derece etkili çalışmalar, yaratıcılık konusunda başarılı işler ortaya çıkıyor. Ama dikkat! Her uygulama, her hedef kitlede ‘beklenen davranış değişikliği’ni sağlamaz…
İyi yaşam… Kime göre?
Pazarlama kampanyaları düzenleyen İngiltere merkezli Ogilvy firması pandemi döneminde 4 kıtadaki 14 ülkede 7 bin katılımcıyla bir araştırma yapmış. Küresel ‘İyi Yaşam’ araştırmasına göre; 4,5 trilyon dolarlık küresel ‘iyi yaşam ekonomisi’, global ekonomiden iki kat hızlı büyüyormuş ve tüketicilerin yüzde 73’ü tarafından marka stratejisinin temel bir unsuru olarak kabul ediliyormuş.
Araştırmada gıda, atıştırmalık, cilt bakımı, havayolları, oteller, otomobiller ve bankacılığı içeren yedi temel sektör temel alınmış. Buna göre, global tüketicinin yüzde 77’si ‘iyi yaşam’ kavramını çok önemli buluyor, yüzde 80’i hayatlarındaki iyi yaşam unsurlarını iyileştirmek istiyor, yüzde 75’i ise markaların insanların ‘iyi yaşam’ için daha fazlasını yapabileceğini düşünüyormuş.
Araştırma sonuçlarından bir basın bülteniyle haberdar olduk. Ogilvy İstanbul CEO’su Emine Çubukçu’nun değerlendirmesi dışında Türkiye’ye dair bir bilgi de bulamadık. Keşke ülkemizdeki tüketicilerin bu yöndeki eğilimlerine de yer verselermiş…
Dünyadaki trendleri geç de olsa ülkemizde görmek mümkün olabiliyor ama zamanlama çok şeyi değiştirir… Bizdeki sonuçların ne olduğunu öğrenmek, tüketicilerin bugün ne düşündüğünü, satın alma davranışlarını etkileyen faktörleri öğrenmek sektörler için aydınlatıcı olabilirdi.