Sayın Başbakan, bu ‘doğal afet’ değil!
06 KASIM 2006
Başbakan siyasi iletişim tarihine geçecek yine bir ‘veciz’ kelam etmiş. “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir”, “Ananı al da git!”, “Doktorlara iğne olmayın, hemşirelere olun. Doktorlar adamı felç ederler!” kadar vahim olmayabilir ama; yine de hatırı sayılır bir açıklama: “Afetleri önleyemeyiz. Abartmayın... Abartanlar var. Onlar da bizi üzüyor. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bu doğal afetleri engelleme gücü var mı? Yok. Hepsinde oluyor. Bir geldi mi, bu doğal afet, alır götürür”...
Rastlantıya bakın... Cuma günkü yazımın başlığı da şuydu: “Bu seller 'doğal afet' değildir.” O yazıyı yazmamış olsak, Başbakan’ın sözlerini her zamanki siyasi gaflarından biri olarak görmezlikten gelebilirdik. Ama bu durumda vicdanımız el vermedi...
Bu sellerin, iklim değişikliğinden; onun ise küresel ısınmadan; onun da sera etkisi yapan, başta karbondioksit olmak üzere çeşitli gazlardan kaynaklandığını Mısır’daki sağır sultan duydu. Yıllardır her gün en az 30 dakikasını bu konuya ayıran Açık Radyo’yu Başbakan dinlemiyordur. Kabul... Bu konuda yayınlanmış binlerce araştırma ve kitaptan da bihaberdir. Olabilir...
Cumartesi günü 40 ülke ile aynı anda düzenlenmiş olan yürüyüşün içeriğini de sormamıştır. Beklenir... Yürüyüş, protesto falan; can sıkıcı şeyler tabii...
“Yahu Pepe, kardeşim; dünya imzalamış şu Kyoto Protokolü’nü. ABD’nin dışında bir de biz kalmışız. Ne iş?..” demeyi aklından geçirmemiş de olabilir... Tüm insanlığı, canlılığı tehdit eden bir durum varken, AK Parti’yi tehdit eden olaylarla ilgilenmek, kısa vadede herhalde daha akıllı bir iş olarak görülüyordur... Bunların hepsini ‘kabullenmek’ olmasa da anlamak olasıdır...
Peki, hiçbir Allah’ın kulu geçen hafta yayınlanan iki rapordan Başbakan’a söz etmemiş midir acaba? Bir yandan Birleşmiş Milletler’in çıkardığı ve öte yandan Dünya Bankası Başekonomistliğini yaptıktan sonra aynı görevi İngiliz Hükümeti için üstlenmiş olan Sir Nicholas Stern’in açıkladığı ve sadece ekolojik değil ekonomik dengelerin de 10 yıl içinde çökeceğinin belirtildiği raporlardan Başbakan’a söz etmek kimsenin aklına gelmemiş mi? Ya da böyle şeylerin kendisine ifade edilmesine ortam mı sağlamıyor, Sayın Başbakan?
Başta ileri sanayi ülkeleri olmak üzere insanlığın çıkardığı gazlardan doğal dengeler bozulsun; bozulan dengeler yüzünden etrafı sel, fırtına götürsün; o dengeleri tesis etmek üzere alınması gereken önlemlere, dünyayı en çok kirleten ABD’nin yanında yer alarak katılma; ülke olarak CO2 emisyonlarının artışında ilk sıralarda yer al; bunu değiştirecek hiçbir politika üretme; sonra kalk 40 canı almış selin ardından, “Doğal afettir, abartmayın!” de... Ciddi adam olduğunu bilmesem, dalgasını geçiyor diyeceğim...
AK Parti’den yeni bir ‘Üç İ’ uygulaması
İktidara gelirken de, sonrasında da AK Parti’nin başarıyla uyguladığı, siyasi iletişimde olmazsa olmaz olarak gördüğümüz ve kitabımızda “Üç İ” adını verdiğimiz yaklaşımı, aynı AK Parti uzun zamandır unutmuşa benziyordu. Önce şu Üç İ’yi hatırlayalım: İstişare, İkna, İttifak... Bu sırayla. Önce istişare edeceksin. Kiminle? Tüm sosyal paydaşlarınla... Bu istişare sırasında sadece dinlemeyecek aynı zamanda ikna da edeceksin. Sonra da o sosyal paydaşlarla ittifaklar kuracaksın... Hem işleyişe hakim olmak, hem de iktidarını pekiştirmek adına. Bakın büyük liderlere... Hepsinde bu Üç İ’yi görürsünüz...
Meclisteki tüm sandalyelere sahip olsanız bile, elden bırakmamanız gereken sihirli formüldür. Demesi kolay yapması zordur. Biraz tevazu ister; biraz “Ben her şeyi bilirim!” tavrından kurtulmayı, biraz da karşısındakinin fikrine samimiyetle değer verme refleksini...
Dediğimiz gibi, AK Parti, kültür ve değerlerinden gelen genetik yapıyla bu yaklaşımı ciddiyetle uyguladı. İletişim Şurası ve ardından gelen basın yasası; Kıbrıs politikalarının geliştirilmesi süreci, bu yaklaşıma örnektir. Aynı AK Parti sonradan kendisini iktidara taşımış olan bu özelliğini unuttu sanki... Başbakan’ın sık sık uyardığı ‘iktidar sarhoşluğuna’ kapıldılar adeta. Şimdilerde Üç İ’yi 301 ile ilgili yine gündeme almışlar gibi. Dolmabahçe’de dün düzenlenen toplantı buna bir nebze olsun işaret ediyor. Toplumsal yaşamın tüm dinamiklerini -devlet, STK’lar ve özel sektör- bir araya getirmişler. İttifak arıyorlar.
Rastlantıya bakın... Cuma günkü yazımın başlığı da şuydu: “Bu seller 'doğal afet' değildir.” O yazıyı yazmamış olsak, Başbakan’ın sözlerini her zamanki siyasi gaflarından biri olarak görmezlikten gelebilirdik. Ama bu durumda vicdanımız el vermedi...
Bu sellerin, iklim değişikliğinden; onun ise küresel ısınmadan; onun da sera etkisi yapan, başta karbondioksit olmak üzere çeşitli gazlardan kaynaklandığını Mısır’daki sağır sultan duydu. Yıllardır her gün en az 30 dakikasını bu konuya ayıran Açık Radyo’yu Başbakan dinlemiyordur. Kabul... Bu konuda yayınlanmış binlerce araştırma ve kitaptan da bihaberdir. Olabilir...
Cumartesi günü 40 ülke ile aynı anda düzenlenmiş olan yürüyüşün içeriğini de sormamıştır. Beklenir... Yürüyüş, protesto falan; can sıkıcı şeyler tabii...
“Yahu Pepe, kardeşim; dünya imzalamış şu Kyoto Protokolü’nü. ABD’nin dışında bir de biz kalmışız. Ne iş?..” demeyi aklından geçirmemiş de olabilir... Tüm insanlığı, canlılığı tehdit eden bir durum varken, AK Parti’yi tehdit eden olaylarla ilgilenmek, kısa vadede herhalde daha akıllı bir iş olarak görülüyordur... Bunların hepsini ‘kabullenmek’ olmasa da anlamak olasıdır...
Peki, hiçbir Allah’ın kulu geçen hafta yayınlanan iki rapordan Başbakan’a söz etmemiş midir acaba? Bir yandan Birleşmiş Milletler’in çıkardığı ve öte yandan Dünya Bankası Başekonomistliğini yaptıktan sonra aynı görevi İngiliz Hükümeti için üstlenmiş olan Sir Nicholas Stern’in açıkladığı ve sadece ekolojik değil ekonomik dengelerin de 10 yıl içinde çökeceğinin belirtildiği raporlardan Başbakan’a söz etmek kimsenin aklına gelmemiş mi? Ya da böyle şeylerin kendisine ifade edilmesine ortam mı sağlamıyor, Sayın Başbakan?
Başta ileri sanayi ülkeleri olmak üzere insanlığın çıkardığı gazlardan doğal dengeler bozulsun; bozulan dengeler yüzünden etrafı sel, fırtına götürsün; o dengeleri tesis etmek üzere alınması gereken önlemlere, dünyayı en çok kirleten ABD’nin yanında yer alarak katılma; ülke olarak CO2 emisyonlarının artışında ilk sıralarda yer al; bunu değiştirecek hiçbir politika üretme; sonra kalk 40 canı almış selin ardından, “Doğal afettir, abartmayın!” de... Ciddi adam olduğunu bilmesem, dalgasını geçiyor diyeceğim...
AK Parti’den yeni bir ‘Üç İ’ uygulaması
İktidara gelirken de, sonrasında da AK Parti’nin başarıyla uyguladığı, siyasi iletişimde olmazsa olmaz olarak gördüğümüz ve kitabımızda “Üç İ” adını verdiğimiz yaklaşımı, aynı AK Parti uzun zamandır unutmuşa benziyordu. Önce şu Üç İ’yi hatırlayalım: İstişare, İkna, İttifak... Bu sırayla. Önce istişare edeceksin. Kiminle? Tüm sosyal paydaşlarınla... Bu istişare sırasında sadece dinlemeyecek aynı zamanda ikna da edeceksin. Sonra da o sosyal paydaşlarla ittifaklar kuracaksın... Hem işleyişe hakim olmak, hem de iktidarını pekiştirmek adına. Bakın büyük liderlere... Hepsinde bu Üç İ’yi görürsünüz...
Meclisteki tüm sandalyelere sahip olsanız bile, elden bırakmamanız gereken sihirli formüldür. Demesi kolay yapması zordur. Biraz tevazu ister; biraz “Ben her şeyi bilirim!” tavrından kurtulmayı, biraz da karşısındakinin fikrine samimiyetle değer verme refleksini...
Dediğimiz gibi, AK Parti, kültür ve değerlerinden gelen genetik yapıyla bu yaklaşımı ciddiyetle uyguladı. İletişim Şurası ve ardından gelen basın yasası; Kıbrıs politikalarının geliştirilmesi süreci, bu yaklaşıma örnektir. Aynı AK Parti sonradan kendisini iktidara taşımış olan bu özelliğini unuttu sanki... Başbakan’ın sık sık uyardığı ‘iktidar sarhoşluğuna’ kapıldılar adeta. Şimdilerde Üç İ’yi 301 ile ilgili yine gündeme almışlar gibi. Dolmabahçe’de dün düzenlenen toplantı buna bir nebze olsun işaret ediyor. Toplumsal yaşamın tüm dinamiklerini -devlet, STK’lar ve özel sektör- bir araya getirmişler. İttifak arıyorlar.