Seçim sonrasından şu güne bakabilmek...
10 HAZİRAN 2011
Çarşamba akşamı Tv Net’te Veyis Ateş’in konuğu idim. Uzunca bir programdı. Benim açımdan çok doyurucu bir sohbet oldu. Tv Net çok kibardır; her programdan sonra ilgili kaydı gönderirler. Televizyonda her göründüğüm anı saklamıyorum ama bu kaydı mutlaka arşivime alacağım. Konu siyasi partilerin reklam stratejileri ve uygulamalarıydı. Son dönemdeki iddialarımı orada da tekrarladım:
1. İletişimin bütün uygulamaları arasında içerik, biçim, duygu ve “ses tonu”
açısından tam bir tenasüp (uyum) olması gerekir. Televizyon reklamlarıyla hedef kitlenin gönül tellerine dokunup, bu üslupla uyumlu olmayan ve çok yakın bir tarihte yok olup gidecek olan meydan konuşmalarında ağır bir saldırıya geçmek, hedef kitle üzerinde hiçbir zaman olumlu bir etki bırakmaz.
2. Liderin içinden geldiği gibi konuştuğunda “sahici” olduğu yolunda
açıklamalarda bulunan İstanbul Kadın Araştırmaları Merkezi Derneği (İKAM) Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili adayı Alev Dedegil Hanımefendi’nin ve pek çok yerde kabul gördüğüne de tanık olduğum bu anlayışa katılmak elbette mümkün değil. Son dönemde milletvekilliği de yapmış olan Alev Hanım’ın lidere yakıştırdığı bu davranış biçimini onaylamak, amatörle profesyonellik arasındaki temel ayrımı gözardı etmek anlamına gelir. Amatör, içinden geldiği gibi, dolayısıyla “olduğu gibi” davranandır. Profesyonel ya da lider, “olması gerektiği” gibi davranmak durumundadır. “Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün” söylemi, lider için geçerli değildir.
3. Lider, kadrolarının ve çoğunluğun fikrini dikkate alır ama onların fikriyle
hareket etmez. Vizyonunu da pazar araştırmalarına göre oluşturmaz. Tek başına oluşturur.
Toplam olarak bakıldığında bu 3 iddiamın dayandığı tek bir gerekçe var: Seçimlerden sonra büyük bir olasılıkla hep beraber tanık olacağımız gibi, her parti bir şekilde kendisinin bu süreçten nasıl da büyük bir başarıyla geçtiğini anlatacaktır. Ben de diyorum ki: Bu “başarıları” bir yana; eğer iletişimin gerekleri doğrultusunda davranabilselerdi, seçim sonrasında aldıklarından, örneğin, sekiz on puan daha fazlasını alabilirlerdi.
***
Bu sütunları okuyanlar hatırlayacaklardır; biz üçüncü kez de olsa tekrarlayalım: Cumhuriyet tarihimizde kamuoyu ve kamu vicdanı, tercihlerini büyük fikirlerden yana kullanmışlardır. Tam 4 kez... Hedef, beşincisi için belirlenmelidir. Hatırlayalım o dört büyük fikri:
Bir: 1923-Cumhuriyet’in inşası. İki: 1950- Demokrasinin inşası. Üç: 1983- Liberalizmin ve kapitalizmin inşası. Dört: 2002- Bürokratik oligarşiye karşı mücadelenin başlatılması. Bu aşamalardan herhangi birinde veya birkaçında takılıp kalmış olanların kamu vicdanında hedeflerinin karşılığını bulmaları mümkün değildir. Bunların içinde birinci sırada yer alan “Cumhuriyet’in inşası” ise hiç kuşku yok ki bütün süreçleri kapsar. Beşinci aşamayı hatırlatmadan da geçmeyelim: İlim, irfan ve sanatın egemen olacağı aşama... Ütopik gibi geliyor değil mi? 1960 darbesini yaşamış bir delikanlı olarak o yıllarda biri bana bugünlerden söz etseydi; pek tabii ki bana da ütopik gelirdi...
***
Başbakanın yeni hükümet yapısına ilişkin açıklamalarını da bu çerçevede
değerlendirdim. Bakanların yanına parlamento dışından atanacak 20 uzman bakan yardımcısı, dördüncü aşamaya ne kadar da cuk oturuyor.
2000’li yılların başında Hillary Clinton’ın Davos’ta yaptığı tespiti hiç unutmadım. Toplum dinamiklerinin üç ayak üzerinde durduğunu söylemişti: Devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları... Bu yaklaşımın hükümet yapısına ve anlayışına sızması, demek ki 2011 yılına nasip olacakmış.
1. İletişimin bütün uygulamaları arasında içerik, biçim, duygu ve “ses tonu”
açısından tam bir tenasüp (uyum) olması gerekir. Televizyon reklamlarıyla hedef kitlenin gönül tellerine dokunup, bu üslupla uyumlu olmayan ve çok yakın bir tarihte yok olup gidecek olan meydan konuşmalarında ağır bir saldırıya geçmek, hedef kitle üzerinde hiçbir zaman olumlu bir etki bırakmaz.
2. Liderin içinden geldiği gibi konuştuğunda “sahici” olduğu yolunda
açıklamalarda bulunan İstanbul Kadın Araştırmaları Merkezi Derneği (İKAM) Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili adayı Alev Dedegil Hanımefendi’nin ve pek çok yerde kabul gördüğüne de tanık olduğum bu anlayışa katılmak elbette mümkün değil. Son dönemde milletvekilliği de yapmış olan Alev Hanım’ın lidere yakıştırdığı bu davranış biçimini onaylamak, amatörle profesyonellik arasındaki temel ayrımı gözardı etmek anlamına gelir. Amatör, içinden geldiği gibi, dolayısıyla “olduğu gibi” davranandır. Profesyonel ya da lider, “olması gerektiği” gibi davranmak durumundadır. “Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün” söylemi, lider için geçerli değildir.
3. Lider, kadrolarının ve çoğunluğun fikrini dikkate alır ama onların fikriyle
hareket etmez. Vizyonunu da pazar araştırmalarına göre oluşturmaz. Tek başına oluşturur.
Toplam olarak bakıldığında bu 3 iddiamın dayandığı tek bir gerekçe var: Seçimlerden sonra büyük bir olasılıkla hep beraber tanık olacağımız gibi, her parti bir şekilde kendisinin bu süreçten nasıl da büyük bir başarıyla geçtiğini anlatacaktır. Ben de diyorum ki: Bu “başarıları” bir yana; eğer iletişimin gerekleri doğrultusunda davranabilselerdi, seçim sonrasında aldıklarından, örneğin, sekiz on puan daha fazlasını alabilirlerdi.
***
Bu sütunları okuyanlar hatırlayacaklardır; biz üçüncü kez de olsa tekrarlayalım: Cumhuriyet tarihimizde kamuoyu ve kamu vicdanı, tercihlerini büyük fikirlerden yana kullanmışlardır. Tam 4 kez... Hedef, beşincisi için belirlenmelidir. Hatırlayalım o dört büyük fikri:
Bir: 1923-Cumhuriyet’in inşası. İki: 1950- Demokrasinin inşası. Üç: 1983- Liberalizmin ve kapitalizmin inşası. Dört: 2002- Bürokratik oligarşiye karşı mücadelenin başlatılması. Bu aşamalardan herhangi birinde veya birkaçında takılıp kalmış olanların kamu vicdanında hedeflerinin karşılığını bulmaları mümkün değildir. Bunların içinde birinci sırada yer alan “Cumhuriyet’in inşası” ise hiç kuşku yok ki bütün süreçleri kapsar. Beşinci aşamayı hatırlatmadan da geçmeyelim: İlim, irfan ve sanatın egemen olacağı aşama... Ütopik gibi geliyor değil mi? 1960 darbesini yaşamış bir delikanlı olarak o yıllarda biri bana bugünlerden söz etseydi; pek tabii ki bana da ütopik gelirdi...
***
Başbakanın yeni hükümet yapısına ilişkin açıklamalarını da bu çerçevede
değerlendirdim. Bakanların yanına parlamento dışından atanacak 20 uzman bakan yardımcısı, dördüncü aşamaya ne kadar da cuk oturuyor.
2000’li yılların başında Hillary Clinton’ın Davos’ta yaptığı tespiti hiç unutmadım. Toplum dinamiklerinin üç ayak üzerinde durduğunu söylemişti: Devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları... Bu yaklaşımın hükümet yapısına ve anlayışına sızması, demek ki 2011 yılına nasip olacakmış.