'Seçebileceklerine' odaklananlar kazanır
04 Mayıs 2009 Akşam Gazetesi
Antalya'dan Denizbank'ın yöneticiler toplantısından dönüyoruz. Asistanım arkadaşlarla birlikte otomobille İstanbul'a dönmeye karar verdi. Kendi biletini iade edecek, onu benimkinin üstüne katıp benimkini 'business'e yükseltecek... 'Boşuna uğraşma!' dedim, 'Uçağa bir saat var, bu kalabalıkta kimse seninle uğraşmaz!'
Uğrayacağı yenilgiyi izlemek için ben de arkasından bankoya yanaştım. O andan itibaren olanlara hala inanmakta zorluk çekiyorum. Türk Hava Yolları'nın sahibi tezgahın arkasındaki bayan olsaydı, karşısında da benim yerime öz be öz babası dursaydı ancak böyle davranırdı. Müthiş bir keyifle, işinden zevk aldığı her halinden belli olan bir tavırla, bütün işleri halletti; bir de üstüne check-in işini satış bankosundan çözmek, CIP kartı vermek gibi bizim aklımıza gelmeyen hizmetleri de kendiliğinden teklif ederek, hayatımızı keyifli ve huzurlu kılmak için de elinden geleni yaptı... İsmini almak için ısrar ettim. Canan Güllüpınar imiş. O seçimini 'iyi' olmaktan yana kullanmıştı.
THY'nin elemanlarının yarısı, Canan Hanım gibi, 'çalışma duygusunun modunu seçme' özgürlüğü ve yetisine sahip olsa,THY'yi kimse tutamaz...
Perşembe günü İDO'nun feribotuyla Bandırma'ya geçtik. Oradan Geyikli 2,5 saat. Oradan adaya arabalı: 30 dakika...
Çanakkale yoluna saptık. 10 km kadar gittik ki, çevirme. Trafik polisi. Kızım kullanıyor. Benden akıllı kullanır ('daha iyi' demedim, dikkat...) Yani hata yapmış olma ihtimalimiz sıfır...
'Çek sağa!' işareti... Çektik. Durduk... Şirin bir polis sağ cama yaklaştı: 'Tebrik ederim!' dedi, 'Yeni yasaya uymuşsunuz... Kızınız kullanıyor değil mi?'
Hafif şaşkınlıkla 'Evet' dedim.
'Çok iyi' diye devam etti polis, 'Yeni yasaya göre 90 kilo üzerindekilerin araç kullanması yasak!..'
Sohbet bu minval üzerine bol espri ve öğütlerle ('yavaş gidin, İzmir'e kadar kontrol var') sürdü gitti... Adının Cahit Şen olduğunu öğrendiğimiz 'beyefendi' ile adeta dost olmuştuk... Arkadaşımızın 3 yaşındaki oğlu Ege'nin fotoğraf çektirmek için kucağına atılması, bizim ayrılırken uzun uzun vedalaşmamız, hiç yadırganacak şeyler değildi. Cahit Bey de 'iyi ve keyifli' olmayı seçenlerdendi...
Polis teşkilatının yarısı Cahit Bey gibi olsa Türk Emniyeti Scotland Yard'a 'adamlık' öğretir...
Genelde şirketlerde iç eğitimlerde gösterirler. Bugüne kadar görmediyseniz, en azından internette yayınlanan bölümlerini izleyin. Kısaca internette 'fish market' ve 'Seattle' sözcüklerini yazarak arayabilirsiniz...
Bir balıkçı dükkanı bu. ABD'nin Seattle kentinde. Öğle tatillerinde çevredeki bürolardan koşup gelenleri bir kenara bırakın, dünyanın dört bir yanından meraklı turistler bizim çiçek pasajı gibi bir mekanda yer alan bu balıkçıya yollarını özel olarak düşürmeye çalışırlar...
Bir balıkçı dükkanının ne özelliği olabilir ki?
Taze balık?..
Hayır... O Allah'ın emri. Dünyanın dört bir tarafında taze balık var. Onun için Seatle'a gitmeye gerek yok...
Ne için gidiyor o dükkana insanlar biliyor musunuz? Bizim halk deyişimizle, 'Tatlı dil güler yüz' için... En önemlisi, işini 'severek' yapan insanlar görmek için...
Bir yandan satış yapan bir yanda da hem birbirleriyle hem de müşterileriyle şakalaşan balık satıcılarının bütün gün yaptıkları, yaşadıkları, yaşattıkları tam bir şenlik...
Seattle'lı o balıkçı dükkanının filmini eğitim programlarının içine alan İnsan Kaynakları Danışmanları'nın verdikleri kilit mesaj şu: 'Hayatta pek çok şeyi keyfinize kendi arzularınıza göre seçemezsiniz, kendi iradenizle belirleyemezsiniz. Havanın durumunu mesela. Ya da küresel ekonomik krizi. Ülkedeki iktidarı, sistemi, annenizi babanızı...
Ancak bazı şeyleri de 'seçmeniz' kesinlikle mümkündür. O gün kendinizi iyi hissetmeniz gibi. İşinizi severek yapmanız gibi... Yaşadığınız ve sağlığınız yerinde olduğu için Allah'a şükretmeniz gibi...
Antalya'dan Denizbank'ın yöneticiler toplantısından dönüyoruz. Asistanım arkadaşlarla birlikte otomobille İstanbul'a dönmeye karar verdi. Kendi biletini iade edecek, onu benimkinin üstüne katıp benimkini 'business'e yükseltecek... 'Boşuna uğraşma!' dedim, 'Uçağa bir saat var, bu kalabalıkta kimse seninle uğraşmaz!'
Uğrayacağı yenilgiyi izlemek için ben de arkasından bankoya yanaştım. O andan itibaren olanlara hala inanmakta zorluk çekiyorum. Türk Hava Yolları'nın sahibi tezgahın arkasındaki bayan olsaydı, karşısında da benim yerime öz be öz babası dursaydı ancak böyle davranırdı. Müthiş bir keyifle, işinden zevk aldığı her halinden belli olan bir tavırla, bütün işleri halletti; bir de üstüne check-in işini satış bankosundan çözmek, CIP kartı vermek gibi bizim aklımıza gelmeyen hizmetleri de kendiliğinden teklif ederek, hayatımızı keyifli ve huzurlu kılmak için de elinden geleni yaptı... İsmini almak için ısrar ettim. Canan Güllüpınar imiş. O seçimini 'iyi' olmaktan yana kullanmıştı.
THY'nin elemanlarının yarısı, Canan Hanım gibi, 'çalışma duygusunun modunu seçme' özgürlüğü ve yetisine sahip olsa,THY'yi kimse tutamaz...
Perşembe günü İDO'nun feribotuyla Bandırma'ya geçtik. Oradan Geyikli 2,5 saat. Oradan adaya arabalı: 30 dakika...
Çanakkale yoluna saptık. 10 km kadar gittik ki, çevirme. Trafik polisi. Kızım kullanıyor. Benden akıllı kullanır ('daha iyi' demedim, dikkat...) Yani hata yapmış olma ihtimalimiz sıfır...
'Çek sağa!' işareti... Çektik. Durduk... Şirin bir polis sağ cama yaklaştı: 'Tebrik ederim!' dedi, 'Yeni yasaya uymuşsunuz... Kızınız kullanıyor değil mi?'
Hafif şaşkınlıkla 'Evet' dedim.
'Çok iyi' diye devam etti polis, 'Yeni yasaya göre 90 kilo üzerindekilerin araç kullanması yasak!..'
Sohbet bu minval üzerine bol espri ve öğütlerle ('yavaş gidin, İzmir'e kadar kontrol var') sürdü gitti... Adının Cahit Şen olduğunu öğrendiğimiz 'beyefendi' ile adeta dost olmuştuk... Arkadaşımızın 3 yaşındaki oğlu Ege'nin fotoğraf çektirmek için kucağına atılması, bizim ayrılırken uzun uzun vedalaşmamız, hiç yadırganacak şeyler değildi. Cahit Bey de 'iyi ve keyifli' olmayı seçenlerdendi...
Polis teşkilatının yarısı Cahit Bey gibi olsa Türk Emniyeti Scotland Yard'a 'adamlık' öğretir...
Genelde şirketlerde iç eğitimlerde gösterirler. Bugüne kadar görmediyseniz, en azından internette yayınlanan bölümlerini izleyin. Kısaca internette 'fish market' ve 'Seattle' sözcüklerini yazarak arayabilirsiniz...
Bir balıkçı dükkanı bu. ABD'nin Seattle kentinde. Öğle tatillerinde çevredeki bürolardan koşup gelenleri bir kenara bırakın, dünyanın dört bir yanından meraklı turistler bizim çiçek pasajı gibi bir mekanda yer alan bu balıkçıya yollarını özel olarak düşürmeye çalışırlar...
Bir balıkçı dükkanının ne özelliği olabilir ki?
Taze balık?..
Hayır... O Allah'ın emri. Dünyanın dört bir tarafında taze balık var. Onun için Seatle'a gitmeye gerek yok...
Ne için gidiyor o dükkana insanlar biliyor musunuz? Bizim halk deyişimizle, 'Tatlı dil güler yüz' için... En önemlisi, işini 'severek' yapan insanlar görmek için...
Bir yandan satış yapan bir yanda da hem birbirleriyle hem de müşterileriyle şakalaşan balık satıcılarının bütün gün yaptıkları, yaşadıkları, yaşattıkları tam bir şenlik...
Seattle'lı o balıkçı dükkanının filmini eğitim programlarının içine alan İnsan Kaynakları Danışmanları'nın verdikleri kilit mesaj şu: 'Hayatta pek çok şeyi keyfinize kendi arzularınıza göre seçemezsiniz, kendi iradenizle belirleyemezsiniz. Havanın durumunu mesela. Ya da küresel ekonomik krizi. Ülkedeki iktidarı, sistemi, annenizi babanızı...
Ancak bazı şeyleri de 'seçmeniz' kesinlikle mümkündür. O gün kendinizi iyi hissetmeniz gibi. İşinizi severek yapmanız gibi... Yaşadığınız ve sağlığınız yerinde olduğu için Allah'a şükretmeniz gibi...