Sektörün sorunlarını sadece sektör çözebilir
15 Eylül 2010 - Marketing Türkiye
Uluslararası bağlantıları ve kurucularının köklü araştırma kültürü ile pazarlama iletişim araştırmalarında sık sık karşımıza çıkan ERA Research & Consultancy’nin kurucu ortaklarında Elvan Oktar, bir e-posta göndermiş. Diyor ki:
“Mesleki geleceğe buradan bakmak lazım, başlıklı yazınızı Marketing Türkiye’de zevkle okudum (Sayı 201). Sizin de bildiğiniz gibi uzun süredir ekip olarak iletişim sektörüyle ilgili bazı araştırmalar yapıyoruz.
Sektörle ilgili de en son 2 sene önce TÜHİD ve İDA’nın ortak yaptırdığı ‘İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması’nı gönüllü olarak gerçekleştirdik.
Yazınız ve verdiğiniz linkler bizim çok işimize yarayacak, ileride yapacağımız sektörel araştırmalarımıza da ışık tutacaktır. Sitede sonuçlar verilmiş, bunun yanı sıra sunumun videosu da var. Ne kadar önem verdiklerini görmek çok güzel... Bizim en önemli sorunumuz olan ankete katılım düşüklüğü ile nasıl baş edebildiklerini de kendilerine soracağım.”
Oktar’ın e-posta mesajını bu son cümle yüzünden aldım buraya… ‘Ankete katılım düşük’ ne demek? ERA, Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) ve İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) için yapmış o sektörel araştırmayı… İDA’nın web sitesinde var. Türkiye Halkla İlişkiler sektöründe başka bir meslek kuruluşu yok; hepsi bu. Bunlar dünyadaki her meslek kuruluşu gibi sektörel bir araştırma yaptırıyorlar. Yani sektörün tüm meselelerine ayna tutacaklar. Şirketler bu araştırmaya bakarak geleceklerini tasarlayacaklar, yollarını çizecekler, kendilerine çeki düzen verecekler…
Ve bu araştırmaya katılmıyorlar…
Olacak iş mi? Eğer böyleyse, o zaman şirketlerin halkla ilişkiler sektöründe hizmet bedellerinin düşük olmasından, kârlılığın istenilenin çok altında seyretmesinden, nitelikli insan kaynaklarının reklama ve kurumsala kaymasından hiç şikâyetçi olmamaları gerekir… Katılımın az olması demek, aynen “Biz araştırma yaptırmayız, medyadan durumu takip ederiz” diyen siyasi liderler gibi araştırma ve ölçümlemeye inanmamak demektir ki, bu da çağın dışına düşmek anlamına gelir…
O yazımızda sözünü ettiğimiz araştırmaya ve Barselona Araştırma İlkeleri Deklerasyonu’na (The Barcelona Declaration of Research Principles) bir kez daha göz atmakta yarar olabilir…
Bu videoyu mutlaka izleyin
Türkiye’nin en çok satan ve en önemli romancılarından biri olan Elif Şafak’ı izlemenizi tavsiye ediyorum. TED Talks’un adını mutlaka duymuşsunuzdur. Duymadınızsa, duymanızın tam zamanı. Hem de Elif Şafak’ı izleme fırsatını kullanarak olayı incelemekte yarar var. Adres şu: http://on.ted.com/8SJN...
Girin bakın. Bir taşla birkaç kuş birden vurun…
Bir konferans nasıl hazırlanır ve nasıl verilir?..
Sunum teknikleri, seyirci ile temas ve kamera nasıl bir arada yönetilir?..
“Yayılmaya değer fikirler” mottosuyla bir marka nasıl oluşturulur?.. Analog ve sayısal iletişim dünyası nasıl birleştirilir?..
Bir konferans hangi ışık ve kamera hareketi kullanılarak nasıl kaydedilmelidir?..
Bunlar ilk izlemede aldığım notlar…
Fikirlerine katılırsınız, katılmazsınız; romanlarını beğenirsiniz, beğenmezsiniz; ancak bu video’yu keyif ve gururla izlememeniz olası değildir…
Kayıt, Temmuz 2010’da Oxford, İngiltere’de yapılmış…
Elif Şafak, ‘Storytelling’ üzerine konuşmuş. Yani ‘Hikâye Anlatmak’… İletişimcilerin işin başından beri yaptıkları şey… Rahmetli yönetmen Ali Tara kardeşim, reklamcı Ali Taran için “Çok iyi hikâye anlatır” derdi… Bunun üzerine konuşmuş Elif Hanım… Sadece Bersay çalışanlarına değil tüm etkinlikleri tüm iletişim dünyasına açık olan Bersay İletişim Enstitüsü’nde verdiği ve yakında ‘Geleceği Tasarlamak’ adı altında yayınlanacak kitapta yer alacak konferansında da benzer konulara değinmişti…
Elif Şafak sadece önemsenmesi gereken bir yazar değil aynı zaman çok da iyi bir iletişimci. Özellikle gençlerin bu videoyu izlemelerini şiddetle tavsiye ediyorum…
Fikir sahibi olmak için bilgi gerekiyorsa eğer…
Bir iletişimcinin içinde yaşadığı toplumu tanımadan (okumadan) bir adım bile atmaması gerekir… Bu konuda aslında Türkiye’de çok fazla araştırma yoktur. Benim en çok başvurduğum kaynak, Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in ekibi ile birlikte yürüttüğü, küresel bir çalışmanın da bir parçası olan (bkz. www.worldvaluessurvey.org) Türkiye Değerler Araştırması’dır. Belki bir de bazı firmaların yaptırdıkları tüketici panelleriyle, ‘life style” (yaşam tarzı) segmentasyonuna uygun yapılmış araştırmalara bakarım elimden geldikçe…
Kısmen inceleme fırsatı bulduğum, Eğitim-Bir Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin geçen ay açıkladığı ''Türkiye'de Ortak Bir Kimlik Olarak Ötekilik'' araştırması da hayli umut vaat edici bir içerik zenginliğine sahipmiş gibi görünüyor.
Prof. Dr. Yasin Aktay'ın danışmanlığında sonuçlandırılan araştırma, 2 aşamadan oluşuyormuş ve 14 ilde 78 derinlemesine görüşme ve 16 ilde 2190 kişi ile yüz yüze anket uygulaması sonucu ortaya çıkmış.
Araştırmanın 9 ana bölümünün başlıkları şöyle: Kültürel Kimlik Algıları, Türkiye'de Siyasal Kimlik Algıları, Mahalle Baskısı, Ötekileşme ve Ayrımcılığa Bakış, Genel Olarak Aleviliğe ve Alevi Açılımına Bakış, Kürt Sorununa ve Demokratik Açılıma Bakış, Azınlık Haklarına Bakış, Dini Haklar ve Özgürlüklere Bakış, Eğitim Hakkına Bakış ve Demokratik Hak, Özgürlüklere Bakış…
Araştırmadan tadımlık birkaç sonuç şöyle: ''Kendinizi kültürel kimlik olarak birinci derecede nasıl tanımlarsınız?'' sorusuna, ankete katılanların yüzde 52,6'sı Türk, yüzde 32,9'u ise Müslüman cevabını vermiş. Bu dağılıma göre, kendini birinci dereceden Kürt sayanların oranı yüzde 5,1, Alevi sayanların oranı da yüzde 4,5 olarak belirlenmiş.
Birincil düzeydeki kültürel kimliğini Kürt olarak ifade edenlerin oranı, Kürtlerin genel nüfus içindeki oranının oldukça altında kalırken, Kürtlerin çok büyük bir kısmının birincil düzeydeki kültürel kimlik olarak Müslümanlığı seçtiği görülmüş.
Sonuçlara göre, Alevilik hem birincil hem de ikincil ve üçüncül kimlik düzeylerinde sahiplenilen bir kimlik tanımlama aracı iken, Sünnilik neredeyse bir kimlik seçeneği olarak görülmüyormuş.
''Kendinizi tanımlama biçiminiz dolayısıyla diğer toplumsal kesimlerden dışlanma veya baskı görüyor musunuz?'' şeklindeki soruya katılımcıların yüzde 80'i ''hayır, kesinlikle dışlanma ve baskı görmüyorum'' cevabını verirken, ''çoğunlukla hem dışlanma hem de baskı görüyorum'' diyenlerin oranı yüzde 5,4, ''zaman zaman dışlanma ve baskı görüyorum'' yanıtını verenlerin oranı ise yüzde 12,3 olarak tespit edilmiş.
330 sayfadan oluşan araştırmanın tamamına PDF formatında, http://www.egitimbirsen.org.tr adresindeki ‘araştırmalar’ sekmesinden ulaşabilirsiniz… Türkiye hakkında fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olunmasının da gerektiğine inananlardansanız tahlil girişimlerinde bulunmadan bu araştırmaya bir göz atmanızda yarar olabilir…
Silk & Cashmere on The Beach…
Biliyorsunuz, cehennem yolları iyi niyet taşları ile döşeliymiş. Türkiye’nin en önemli markalarından biri olduğuna inandığım Silk & Cashmere’in, Türkiye’nin en başarılı girişimcilerinden biri olduğuna en küçük tereddüdüm olmayan patronu Ayşen Zamanpur’un iyi niyetinden tereddüt etmem mümkün değildir.
Konu, Silk & Cashmere’in bir sponsorluğu. Ayşen Hanım firmasını, Alanya'da 15-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 2010 Swatch FIVB Plaj Voleybolu Gençler (Junior) Dünya Şampiyonası’na sponsor yapmış…
Bu sponsorluk işinde bir miktar (!) iletişim hatası var gibi geldi bana. Akşam’da “Eğer sponsorluğu onlara ücretsiz olarak vermedilerse, bu konuda harcadıkları her kuruşun boşa gitme olasılığı çok büyük” diye yazdım…
Sponsorluk işlerinde pek çok şeye dikkat etmek gerekirdi. En çok da sponsor olunanla sponsor olanın arasındaki ilişkilendirmenin ‘tutarlılığına’ (consistent). Tutarlılık burada üç parametrenin bir araya gelmesinden oluşuyor: Değerler, Kültür, Çıkar (maddi ve manevi)… Silk & Cashmere açısından üç parametrede de sorun olabilirdi.
Bu uyarımız üzerine Sayın Zamanpur’dan hoş bir mektup aldım. Ayşen Hanım özetle diyordu ki:
“Öncelikle her zamanki desteğiniz, zarif sözleriniz ve uyarınız için teşekkürler… Siz bu işin uzmanısınız ve siz öyle düşüyorsanız bence ‘algı gerçektir’ ve iletişimimizde belli ki bir hata vardır.
Ama benim de bazı diyeceklerim var…
2007’den beri ‘İyi Kalpli Kaşmir Ayıcıklar’ diye bir sosyal sorumluluk projesi başlattık. Çok sevimli ayıcıklara gerçek saf kaşmir şapka, eldiven, kaşkol giydirdik ve mağazalarımızda satıyoruz. Gelirini (kârını değil tüm satış gelirini) her 3 ya da 6 aylık dilimlerde kendisini pek duyuramamış, medyada yer alamamış, iyi kalpli, tutkulu insanların ve kurumların yaptığı anlamlı projelere verdik hep.
2010 FIVB Beach Volleyball’ a sponsor olmamız da bu bilinçle başladı. İyi kalpli ayıcıklarımız gibi…
Tabii ki boşu boşuna değildi.
1- Öncelikle sizin çok güzel vurguladığınız gibi futbol, basketbol dışında bir etkinlikle medyanın ilgisini çekmek bize anlamlı geldi.
2-Bizim gibi uluslararası alanda rekabetle uğraşan, dünyaya yayılmaya çalışan (bir ölçüde başaran) bir markanın, böyle uluslararası bir işe destek vermesi anlamlı geldi... Üstelik bu sene Çinliler de gelecek, o da artı anlamlı geldi bize.
3- "Niş" bir alanda ayakta kalmanın zorluğunu ve güzelliğini biliyoruz o anlamda da bu sporu kendimize yakın hissettik.
4- KAGİDER ve KADER’in kurucu üyesi olarak bilirsiniz hep pozitif ayrımcılığa olan inancımı açıkladım... Özelinde ise kadın girişimciliğini yürekten, inanarak destekliyorum hep... Bu organizasyonu tek başına, aslanlar gibi, kahramanca senelerdir bizim gibi sponsorlarla gerçekleştiren, tam bir sportmen ruhuyla bu spor dalını tanıtan ve gittikçe büyüten Sevgili Tansı Yıldırımer'e bir kadın girişimci olarak destek vermek anlamlı geldi.
5- Hedef kitlemiz içinde oranları giderek artan gençlere biraz daha yaklaşmak, en azından adımızı bir kere de onların ortamında duyurmak da anlamlı geldi.
6- Sponsorluk bedeli olarak ödenen meblağ bence makul.
Sizin çok okunan köşenizde bu güzel ama değeri bilinmemiş turnuvanın yeniden, daha detaylı yer almasıyla da inanın biz amacımıza ulaşmış oluruz...”
Zamanpur’a 5 tane önerimiz var… Eğer:
1. Bu etkinliğin içinde en az 10 yıl daha var olacaklarsa;
2. Plaj voleybolunu bir KSS projesi olarak ulusal düzeyde de destekleyeceklerse;
3. Ödedikleri sponsorluk ücretinin en az yarısını bu işin iletişimine ayıracaklarsa;
4. Hedef kitleleri üzerindeki etkiyi ölçüp kendilerine açık yüreklilikle raporlayacaklarsa;
5. Ve nihayet Plaj Voleyboluna ilişkin çizimlerin de yer alabileceği çeşitli yaratıcı tasarımlarla belki Silk & Cashmere on the Beach Volley ürün seti ile çıkıp ciddi ek satış rakamları elde edeceklerse
Tüm şüphelerimi geri çekmeye hazırım…
“Mesleki geleceğe buradan bakmak lazım, başlıklı yazınızı Marketing Türkiye’de zevkle okudum (Sayı 201). Sizin de bildiğiniz gibi uzun süredir ekip olarak iletişim sektörüyle ilgili bazı araştırmalar yapıyoruz.
Sektörle ilgili de en son 2 sene önce TÜHİD ve İDA’nın ortak yaptırdığı ‘İletişim Hizmetleri Algılama Araştırması’nı gönüllü olarak gerçekleştirdik.
Yazınız ve verdiğiniz linkler bizim çok işimize yarayacak, ileride yapacağımız sektörel araştırmalarımıza da ışık tutacaktır. Sitede sonuçlar verilmiş, bunun yanı sıra sunumun videosu da var. Ne kadar önem verdiklerini görmek çok güzel... Bizim en önemli sorunumuz olan ankete katılım düşüklüğü ile nasıl baş edebildiklerini de kendilerine soracağım.”
Oktar’ın e-posta mesajını bu son cümle yüzünden aldım buraya… ‘Ankete katılım düşük’ ne demek? ERA, Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) ve İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) için yapmış o sektörel araştırmayı… İDA’nın web sitesinde var. Türkiye Halkla İlişkiler sektöründe başka bir meslek kuruluşu yok; hepsi bu. Bunlar dünyadaki her meslek kuruluşu gibi sektörel bir araştırma yaptırıyorlar. Yani sektörün tüm meselelerine ayna tutacaklar. Şirketler bu araştırmaya bakarak geleceklerini tasarlayacaklar, yollarını çizecekler, kendilerine çeki düzen verecekler…
Ve bu araştırmaya katılmıyorlar…
Olacak iş mi? Eğer böyleyse, o zaman şirketlerin halkla ilişkiler sektöründe hizmet bedellerinin düşük olmasından, kârlılığın istenilenin çok altında seyretmesinden, nitelikli insan kaynaklarının reklama ve kurumsala kaymasından hiç şikâyetçi olmamaları gerekir… Katılımın az olması demek, aynen “Biz araştırma yaptırmayız, medyadan durumu takip ederiz” diyen siyasi liderler gibi araştırma ve ölçümlemeye inanmamak demektir ki, bu da çağın dışına düşmek anlamına gelir…
O yazımızda sözünü ettiğimiz araştırmaya ve Barselona Araştırma İlkeleri Deklerasyonu’na (The Barcelona Declaration of Research Principles) bir kez daha göz atmakta yarar olabilir…
Bu videoyu mutlaka izleyin
Türkiye’nin en çok satan ve en önemli romancılarından biri olan Elif Şafak’ı izlemenizi tavsiye ediyorum. TED Talks’un adını mutlaka duymuşsunuzdur. Duymadınızsa, duymanızın tam zamanı. Hem de Elif Şafak’ı izleme fırsatını kullanarak olayı incelemekte yarar var. Adres şu: http://on.ted.com/8SJN...
Girin bakın. Bir taşla birkaç kuş birden vurun…
Bir konferans nasıl hazırlanır ve nasıl verilir?..
Sunum teknikleri, seyirci ile temas ve kamera nasıl bir arada yönetilir?..
“Yayılmaya değer fikirler” mottosuyla bir marka nasıl oluşturulur?.. Analog ve sayısal iletişim dünyası nasıl birleştirilir?..
Bir konferans hangi ışık ve kamera hareketi kullanılarak nasıl kaydedilmelidir?..
Bunlar ilk izlemede aldığım notlar…
Fikirlerine katılırsınız, katılmazsınız; romanlarını beğenirsiniz, beğenmezsiniz; ancak bu video’yu keyif ve gururla izlememeniz olası değildir…
Kayıt, Temmuz 2010’da Oxford, İngiltere’de yapılmış…
Elif Şafak, ‘Storytelling’ üzerine konuşmuş. Yani ‘Hikâye Anlatmak’… İletişimcilerin işin başından beri yaptıkları şey… Rahmetli yönetmen Ali Tara kardeşim, reklamcı Ali Taran için “Çok iyi hikâye anlatır” derdi… Bunun üzerine konuşmuş Elif Hanım… Sadece Bersay çalışanlarına değil tüm etkinlikleri tüm iletişim dünyasına açık olan Bersay İletişim Enstitüsü’nde verdiği ve yakında ‘Geleceği Tasarlamak’ adı altında yayınlanacak kitapta yer alacak konferansında da benzer konulara değinmişti…
Elif Şafak sadece önemsenmesi gereken bir yazar değil aynı zaman çok da iyi bir iletişimci. Özellikle gençlerin bu videoyu izlemelerini şiddetle tavsiye ediyorum…
Fikir sahibi olmak için bilgi gerekiyorsa eğer…
Bir iletişimcinin içinde yaşadığı toplumu tanımadan (okumadan) bir adım bile atmaması gerekir… Bu konuda aslında Türkiye’de çok fazla araştırma yoktur. Benim en çok başvurduğum kaynak, Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in ekibi ile birlikte yürüttüğü, küresel bir çalışmanın da bir parçası olan (bkz. www.worldvaluessurvey.org) Türkiye Değerler Araştırması’dır. Belki bir de bazı firmaların yaptırdıkları tüketici panelleriyle, ‘life style” (yaşam tarzı) segmentasyonuna uygun yapılmış araştırmalara bakarım elimden geldikçe…
Kısmen inceleme fırsatı bulduğum, Eğitim-Bir Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin geçen ay açıkladığı ''Türkiye'de Ortak Bir Kimlik Olarak Ötekilik'' araştırması da hayli umut vaat edici bir içerik zenginliğine sahipmiş gibi görünüyor.
Prof. Dr. Yasin Aktay'ın danışmanlığında sonuçlandırılan araştırma, 2 aşamadan oluşuyormuş ve 14 ilde 78 derinlemesine görüşme ve 16 ilde 2190 kişi ile yüz yüze anket uygulaması sonucu ortaya çıkmış.
Araştırmanın 9 ana bölümünün başlıkları şöyle: Kültürel Kimlik Algıları, Türkiye'de Siyasal Kimlik Algıları, Mahalle Baskısı, Ötekileşme ve Ayrımcılığa Bakış, Genel Olarak Aleviliğe ve Alevi Açılımına Bakış, Kürt Sorununa ve Demokratik Açılıma Bakış, Azınlık Haklarına Bakış, Dini Haklar ve Özgürlüklere Bakış, Eğitim Hakkına Bakış ve Demokratik Hak, Özgürlüklere Bakış…
Araştırmadan tadımlık birkaç sonuç şöyle: ''Kendinizi kültürel kimlik olarak birinci derecede nasıl tanımlarsınız?'' sorusuna, ankete katılanların yüzde 52,6'sı Türk, yüzde 32,9'u ise Müslüman cevabını vermiş. Bu dağılıma göre, kendini birinci dereceden Kürt sayanların oranı yüzde 5,1, Alevi sayanların oranı da yüzde 4,5 olarak belirlenmiş.
Birincil düzeydeki kültürel kimliğini Kürt olarak ifade edenlerin oranı, Kürtlerin genel nüfus içindeki oranının oldukça altında kalırken, Kürtlerin çok büyük bir kısmının birincil düzeydeki kültürel kimlik olarak Müslümanlığı seçtiği görülmüş.
Sonuçlara göre, Alevilik hem birincil hem de ikincil ve üçüncül kimlik düzeylerinde sahiplenilen bir kimlik tanımlama aracı iken, Sünnilik neredeyse bir kimlik seçeneği olarak görülmüyormuş.
''Kendinizi tanımlama biçiminiz dolayısıyla diğer toplumsal kesimlerden dışlanma veya baskı görüyor musunuz?'' şeklindeki soruya katılımcıların yüzde 80'i ''hayır, kesinlikle dışlanma ve baskı görmüyorum'' cevabını verirken, ''çoğunlukla hem dışlanma hem de baskı görüyorum'' diyenlerin oranı yüzde 5,4, ''zaman zaman dışlanma ve baskı görüyorum'' yanıtını verenlerin oranı ise yüzde 12,3 olarak tespit edilmiş.
330 sayfadan oluşan araştırmanın tamamına PDF formatında, http://www.egitimbirsen.org.tr adresindeki ‘araştırmalar’ sekmesinden ulaşabilirsiniz… Türkiye hakkında fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olunmasının da gerektiğine inananlardansanız tahlil girişimlerinde bulunmadan bu araştırmaya bir göz atmanızda yarar olabilir…
Silk & Cashmere on The Beach…
Biliyorsunuz, cehennem yolları iyi niyet taşları ile döşeliymiş. Türkiye’nin en önemli markalarından biri olduğuna inandığım Silk & Cashmere’in, Türkiye’nin en başarılı girişimcilerinden biri olduğuna en küçük tereddüdüm olmayan patronu Ayşen Zamanpur’un iyi niyetinden tereddüt etmem mümkün değildir.
Konu, Silk & Cashmere’in bir sponsorluğu. Ayşen Hanım firmasını, Alanya'da 15-19 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 2010 Swatch FIVB Plaj Voleybolu Gençler (Junior) Dünya Şampiyonası’na sponsor yapmış…
Bu sponsorluk işinde bir miktar (!) iletişim hatası var gibi geldi bana. Akşam’da “Eğer sponsorluğu onlara ücretsiz olarak vermedilerse, bu konuda harcadıkları her kuruşun boşa gitme olasılığı çok büyük” diye yazdım…
Sponsorluk işlerinde pek çok şeye dikkat etmek gerekirdi. En çok da sponsor olunanla sponsor olanın arasındaki ilişkilendirmenin ‘tutarlılığına’ (consistent). Tutarlılık burada üç parametrenin bir araya gelmesinden oluşuyor: Değerler, Kültür, Çıkar (maddi ve manevi)… Silk & Cashmere açısından üç parametrede de sorun olabilirdi.
Bu uyarımız üzerine Sayın Zamanpur’dan hoş bir mektup aldım. Ayşen Hanım özetle diyordu ki:
“Öncelikle her zamanki desteğiniz, zarif sözleriniz ve uyarınız için teşekkürler… Siz bu işin uzmanısınız ve siz öyle düşüyorsanız bence ‘algı gerçektir’ ve iletişimimizde belli ki bir hata vardır.
Ama benim de bazı diyeceklerim var…
2007’den beri ‘İyi Kalpli Kaşmir Ayıcıklar’ diye bir sosyal sorumluluk projesi başlattık. Çok sevimli ayıcıklara gerçek saf kaşmir şapka, eldiven, kaşkol giydirdik ve mağazalarımızda satıyoruz. Gelirini (kârını değil tüm satış gelirini) her 3 ya da 6 aylık dilimlerde kendisini pek duyuramamış, medyada yer alamamış, iyi kalpli, tutkulu insanların ve kurumların yaptığı anlamlı projelere verdik hep.
2010 FIVB Beach Volleyball’ a sponsor olmamız da bu bilinçle başladı. İyi kalpli ayıcıklarımız gibi…
Tabii ki boşu boşuna değildi.
1- Öncelikle sizin çok güzel vurguladığınız gibi futbol, basketbol dışında bir etkinlikle medyanın ilgisini çekmek bize anlamlı geldi.
2-Bizim gibi uluslararası alanda rekabetle uğraşan, dünyaya yayılmaya çalışan (bir ölçüde başaran) bir markanın, böyle uluslararası bir işe destek vermesi anlamlı geldi... Üstelik bu sene Çinliler de gelecek, o da artı anlamlı geldi bize.
3- "Niş" bir alanda ayakta kalmanın zorluğunu ve güzelliğini biliyoruz o anlamda da bu sporu kendimize yakın hissettik.
4- KAGİDER ve KADER’in kurucu üyesi olarak bilirsiniz hep pozitif ayrımcılığa olan inancımı açıkladım... Özelinde ise kadın girişimciliğini yürekten, inanarak destekliyorum hep... Bu organizasyonu tek başına, aslanlar gibi, kahramanca senelerdir bizim gibi sponsorlarla gerçekleştiren, tam bir sportmen ruhuyla bu spor dalını tanıtan ve gittikçe büyüten Sevgili Tansı Yıldırımer'e bir kadın girişimci olarak destek vermek anlamlı geldi.
5- Hedef kitlemiz içinde oranları giderek artan gençlere biraz daha yaklaşmak, en azından adımızı bir kere de onların ortamında duyurmak da anlamlı geldi.
6- Sponsorluk bedeli olarak ödenen meblağ bence makul.
Sizin çok okunan köşenizde bu güzel ama değeri bilinmemiş turnuvanın yeniden, daha detaylı yer almasıyla da inanın biz amacımıza ulaşmış oluruz...”
Zamanpur’a 5 tane önerimiz var… Eğer:
1. Bu etkinliğin içinde en az 10 yıl daha var olacaklarsa;
2. Plaj voleybolunu bir KSS projesi olarak ulusal düzeyde de destekleyeceklerse;
3. Ödedikleri sponsorluk ücretinin en az yarısını bu işin iletişimine ayıracaklarsa;
4. Hedef kitleleri üzerindeki etkiyi ölçüp kendilerine açık yüreklilikle raporlayacaklarsa;
5. Ve nihayet Plaj Voleyboluna ilişkin çizimlerin de yer alabileceği çeşitli yaratıcı tasarımlarla belki Silk & Cashmere on the Beach Volley ürün seti ile çıkıp ciddi ek satış rakamları elde edeceklerse
Tüm şüphelerimi geri çekmeye hazırım…