Selami Başkan her türlü övgüyü hak ediyor
16 ARALIK 2007
Başrollerini Gina Lollobrigida, Burt Lancester ve Tony Curtis’in paylaştıkları Trapez filmini ilk kez orada izlemiştim. Aylarca fragman göstermişler, inanılmaz bir merak ve heyecan yaratmışlardı. Erol Büyükburç’u, Somer Soyata ve Deniz Harp Okulu Orkestrası’nı, Barış Manço’yu, Vasfi Uçaroğlu’nu, Yurdaer Doğulu’yu, Erkut Taçkın’ı, Mavi Işıklar’ı ilk kez Süreyya Sineması’nın sahnesinde alkışlamıştım.
Aralarda tavandaki melekleri izlemeye bayılırdım. O muhteşem fuayenin ve üst kattaki -sonradan balo salonu olduğunu öğreneceğim- insanda küçük bir saraydaymış hissini yaratan alanın ve aslında tüm binanın Süreyya (İlmen) Paşa tarafından işgal kuvvetleriyle iyice didiştikten sonra ancak 1927 yılında, Paris Champs-ElyÈes Tiyatrosu örnek alınarak yapıldığını duyduğumda pek şaşırmamıştım. Çocukluğumuzda Feneryolu’ndan trene binip gittiğimiz Süreyya Paşa Plajı’nda denizin ortasındaki heykeli bilenler bir zamanlar opera ve/veya operet olarak kullanılan Süreyya Sineması’nın mimari konseptini anlamakta zorlanmazlar. Pera’da iki adımda bir karşımıza çıkan Levanten kültüründen başka bir şey değildir o konseptin temeli...
Sonra yıllar içinde sinemanın harabe haline gelişini hüzünle izlemiştim. Kadıköy’e her gidişimde, yolumu uzatmam gerekse de Süreyya Sineması’nın önünden geçmemeye çalışırdım. Vandalizmin böylesine az rastlanır. O canım balo salonunu, demir putrelleri taşıyıcı duvarlara saplayıp iki katlı bir trikotaj atölyesi haline getirmek mi diyelim, binanın orasını burasını yıkıp kendisine yer açan çantacılar mı desem; yoksa kulisin altını bilardo salonu olarak işletenler mi?... Yüz karası bir kültürel cinayet, adım adım işlenmiş...
Sonra birkaç tane adam gibi adam çıkmış: Murat Katoğlu, Ersen Gürsel vb... Bunlara bir de ‘süper atom karınca’ Belediye Başkanı eklenmiş: Selami Öztürk... Muhteşem bir renovasyon çalışması ortaya koymuşlar. Çocukluğumun harikalar dünyasını benim çocuklarım, torunlarım için ayağa kaldırmışlar...
Sadece bu proje bile, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün Kadıköy’ün bir yerlerinde heykelinin dikilmesini, ya da önemli bir caddeye adının verilmesini haklı kılar. Bu önerinin abartılı olup olmadığını anlamak için bir kez bu güzelliği ziyaret etmeniz yeterli...
Cuma akşamı resmi açılışı vardı. Devlet Opera ve Balesi’nin Orkestra ve Korosu muhteşem bir performans sergiledi: Carl Orff’tan Carmina Burana...
Öztürk çok içten ve hoş bir açılış konuşması yaptı. İkinci konuşmacı CHP Başkanı Deniz Baykal, beni çok şaşırttı. Eşimle iddiaya girdik. “Onca medya mensubu varken, lafı mutlaka AK Parti’ye getirecektir!” dedim. Eşim de “Hayır yapmaz” diye ısrar etti. O kazandı. Mükemmel bir konuşma yaptı Baykal. Son derece duygusal ve alabildiğine babacan, sıcak... Ben iddiayı kaybetmeye razıyım; yeter ki Baykal hep böyle konuşsun...
İş başvurusu zor iştir
Bazen bizim şirketlere gönderilen iş başvurularına bakarım. Bazen de CV’lere... 27 yıllık yöneticilik hayatımda herhalde 3000’den fazla elemanla şu veya bu şekilde temasım olmuştur...
Doğru dürüst iş başvurusuna çok az rastladığımı itiraf etmeliyim...
Genellikle o işi ne kadar istediklerini anlatırlar... Zekâ değil ama akıl sorunu olanlar da çoğunlukla o işin ve işyerinin kendilerine ne kadar ‘iyi geleceğinden’ söz ederler... “Sizin şirkette kendimi geliştireceğime inanıyorum...”, “Sizin gibi bir duayenin yanında çalışmak bana çok şey katacaktır...”, “Bireysel kariyerimi sizin şirkette sürdürmek istiyorum...”
Bir tanesi de şirketin onu niçin tercih etmesi gerektiğini anlatsın... Ya da kuruluşa kendisinin hangi faydaları getireceğini ifade etsin... Ya da bizim kurumu neden tercih ettiğini söylesin... Hayır. Varsa yoksa kendisi...
Arkadaşlara söyledim. Bundan sonraki iş başvurularda başvuranlardan, bizim kuruluşa neden ve hangi görev için başvurduğunu, kendine ve şirkete hangi katma değeri getirmeyi düşündüğünü ve başkalarını değil de onu tercih etmemizi sağlayacak en az üç nedeni özetleyen bir sayfalık makale isteyecekler...
Benden genç arkadaşlara basit bir tavsiye: Herhangi bir şey satarken, bu arada kendi emek ve birikiminizi pazarlarken, her satın alma sürecinde insanların kendi kendilerine sordukları, “Bunun bana ne faydası olur?” sorusunun yanıtını mutlaka verin...
Inovatif armağanlar
İŞLERİNİ hayranlıkla izlediğim Movida Plus’ın yönetici ortağı sevgili dostum Dürin Ababay, armağan konusunda inovasyonun ne demek olduğunu anlattı geçenlerde. Daha doğrusu anlatmadı da, gösterdi... Onun sayesinde ben de taklit edilemeyen, tekil, etkili ve duyguları alıp götüren armağan konusundan hayli zenginleştirici bir örnek edinmiş oldum...
Şirketin adı Cici Personal (www.cicipersonal.com). Sloganları şu: “Anlatması sizden yaratması bizden!” Örneğin bana gelen hediye sepetinde kurabiyelerden yapılmış bir fötr şapka, bir dizüstü bilgisayar, cep telefonu, dolma kalem, bir de Bertolt Brecht cildi vardı... Arkadaşlar öyle tanımlamışlar demek ki beni...
Aslında kolay iş değil. Bir düşünün. Siz de sevdiğiniz birine böyle bir armağan vermek isteseydiniz, onu hangi 5 karakteristik eşyasıyla tanımlayabilirsiniz?
Bir de yenilebilir meyve çiçekleri var (www.fruitandthecity.com)... Meyveleri çiçek gibi sepet içinde bir tasarım anlayışıyla dizmek ve düzenlemek çok hoş bir fikir...
Bu DVD’yi mutlaka edinin
2007’nin en etkili iletişim olaylarından biri hiç şüphesiz Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın 26 Eylül’de Lütfi Kırdar’da verdiği konserdi. İstanbul’un bütün eliti oradaydı. İş, sanat, spor dünyasının ünlüleri bir araya gelmişti.
Orkestrayı yönetecek olan Konuk Şef Rahmi M. Koç, yerini aldığında herkes nefesini tutmuştu. Rahmi Bey üstüne aldığı görevi müthiş bir alçakgönüllük ve disiplinle yerine getirirken ben de kendi kendime soruyordum: Neden Borusan bu işin çerçevesini büyütmüyor; geniş kitlelere yaymıyor; biletleri niçin ciddi bir rakama satmazlar ve geliri uygun gördükleri bir hayır işine harcamıyorlardı?...
Postadan bir Borusan zarfı çıktı. İçinden de bir DVD ve bir mektup. 26 Eylül akşamından alınmış özel bir kayıt ve Borusan Kültür Sanat Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Hamedi imzasını taşıyan son derece içten, kısa ve öz yazılmış mektup...
Birinci aşamayı geçmişler. O muhteşem fikir ve ürünü geniş kitlelere yayma şansını yakalamışlar. Şimdiden gelecek yılın konuk şefini ilan etmeli ve teberrulu biletleri, örneğin 1000 Avro’dan, satmaya başlamalılar. Gelecek yılın konuk şefi adayımı da bir kez daha tekrarlayayım: Bülent Eczacıbaşı...
Teşekkürler Zeynep Hanım...
Aralarda tavandaki melekleri izlemeye bayılırdım. O muhteşem fuayenin ve üst kattaki -sonradan balo salonu olduğunu öğreneceğim- insanda küçük bir saraydaymış hissini yaratan alanın ve aslında tüm binanın Süreyya (İlmen) Paşa tarafından işgal kuvvetleriyle iyice didiştikten sonra ancak 1927 yılında, Paris Champs-ElyÈes Tiyatrosu örnek alınarak yapıldığını duyduğumda pek şaşırmamıştım. Çocukluğumuzda Feneryolu’ndan trene binip gittiğimiz Süreyya Paşa Plajı’nda denizin ortasındaki heykeli bilenler bir zamanlar opera ve/veya operet olarak kullanılan Süreyya Sineması’nın mimari konseptini anlamakta zorlanmazlar. Pera’da iki adımda bir karşımıza çıkan Levanten kültüründen başka bir şey değildir o konseptin temeli...
Sonra yıllar içinde sinemanın harabe haline gelişini hüzünle izlemiştim. Kadıköy’e her gidişimde, yolumu uzatmam gerekse de Süreyya Sineması’nın önünden geçmemeye çalışırdım. Vandalizmin böylesine az rastlanır. O canım balo salonunu, demir putrelleri taşıyıcı duvarlara saplayıp iki katlı bir trikotaj atölyesi haline getirmek mi diyelim, binanın orasını burasını yıkıp kendisine yer açan çantacılar mı desem; yoksa kulisin altını bilardo salonu olarak işletenler mi?... Yüz karası bir kültürel cinayet, adım adım işlenmiş...
Sonra birkaç tane adam gibi adam çıkmış: Murat Katoğlu, Ersen Gürsel vb... Bunlara bir de ‘süper atom karınca’ Belediye Başkanı eklenmiş: Selami Öztürk... Muhteşem bir renovasyon çalışması ortaya koymuşlar. Çocukluğumun harikalar dünyasını benim çocuklarım, torunlarım için ayağa kaldırmışlar...
Sadece bu proje bile, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün Kadıköy’ün bir yerlerinde heykelinin dikilmesini, ya da önemli bir caddeye adının verilmesini haklı kılar. Bu önerinin abartılı olup olmadığını anlamak için bir kez bu güzelliği ziyaret etmeniz yeterli...
Cuma akşamı resmi açılışı vardı. Devlet Opera ve Balesi’nin Orkestra ve Korosu muhteşem bir performans sergiledi: Carl Orff’tan Carmina Burana...
Öztürk çok içten ve hoş bir açılış konuşması yaptı. İkinci konuşmacı CHP Başkanı Deniz Baykal, beni çok şaşırttı. Eşimle iddiaya girdik. “Onca medya mensubu varken, lafı mutlaka AK Parti’ye getirecektir!” dedim. Eşim de “Hayır yapmaz” diye ısrar etti. O kazandı. Mükemmel bir konuşma yaptı Baykal. Son derece duygusal ve alabildiğine babacan, sıcak... Ben iddiayı kaybetmeye razıyım; yeter ki Baykal hep böyle konuşsun...
İş başvurusu zor iştir
Bazen bizim şirketlere gönderilen iş başvurularına bakarım. Bazen de CV’lere... 27 yıllık yöneticilik hayatımda herhalde 3000’den fazla elemanla şu veya bu şekilde temasım olmuştur...
Doğru dürüst iş başvurusuna çok az rastladığımı itiraf etmeliyim...
Genellikle o işi ne kadar istediklerini anlatırlar... Zekâ değil ama akıl sorunu olanlar da çoğunlukla o işin ve işyerinin kendilerine ne kadar ‘iyi geleceğinden’ söz ederler... “Sizin şirkette kendimi geliştireceğime inanıyorum...”, “Sizin gibi bir duayenin yanında çalışmak bana çok şey katacaktır...”, “Bireysel kariyerimi sizin şirkette sürdürmek istiyorum...”
Bir tanesi de şirketin onu niçin tercih etmesi gerektiğini anlatsın... Ya da kuruluşa kendisinin hangi faydaları getireceğini ifade etsin... Ya da bizim kurumu neden tercih ettiğini söylesin... Hayır. Varsa yoksa kendisi...
Arkadaşlara söyledim. Bundan sonraki iş başvurularda başvuranlardan, bizim kuruluşa neden ve hangi görev için başvurduğunu, kendine ve şirkete hangi katma değeri getirmeyi düşündüğünü ve başkalarını değil de onu tercih etmemizi sağlayacak en az üç nedeni özetleyen bir sayfalık makale isteyecekler...
Benden genç arkadaşlara basit bir tavsiye: Herhangi bir şey satarken, bu arada kendi emek ve birikiminizi pazarlarken, her satın alma sürecinde insanların kendi kendilerine sordukları, “Bunun bana ne faydası olur?” sorusunun yanıtını mutlaka verin...
Inovatif armağanlar
İŞLERİNİ hayranlıkla izlediğim Movida Plus’ın yönetici ortağı sevgili dostum Dürin Ababay, armağan konusunda inovasyonun ne demek olduğunu anlattı geçenlerde. Daha doğrusu anlatmadı da, gösterdi... Onun sayesinde ben de taklit edilemeyen, tekil, etkili ve duyguları alıp götüren armağan konusundan hayli zenginleştirici bir örnek edinmiş oldum...
Şirketin adı Cici Personal (www.cicipersonal.com). Sloganları şu: “Anlatması sizden yaratması bizden!” Örneğin bana gelen hediye sepetinde kurabiyelerden yapılmış bir fötr şapka, bir dizüstü bilgisayar, cep telefonu, dolma kalem, bir de Bertolt Brecht cildi vardı... Arkadaşlar öyle tanımlamışlar demek ki beni...
Aslında kolay iş değil. Bir düşünün. Siz de sevdiğiniz birine böyle bir armağan vermek isteseydiniz, onu hangi 5 karakteristik eşyasıyla tanımlayabilirsiniz?
Bir de yenilebilir meyve çiçekleri var (www.fruitandthecity.com)... Meyveleri çiçek gibi sepet içinde bir tasarım anlayışıyla dizmek ve düzenlemek çok hoş bir fikir...
Bu DVD’yi mutlaka edinin
2007’nin en etkili iletişim olaylarından biri hiç şüphesiz Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın 26 Eylül’de Lütfi Kırdar’da verdiği konserdi. İstanbul’un bütün eliti oradaydı. İş, sanat, spor dünyasının ünlüleri bir araya gelmişti.
Orkestrayı yönetecek olan Konuk Şef Rahmi M. Koç, yerini aldığında herkes nefesini tutmuştu. Rahmi Bey üstüne aldığı görevi müthiş bir alçakgönüllük ve disiplinle yerine getirirken ben de kendi kendime soruyordum: Neden Borusan bu işin çerçevesini büyütmüyor; geniş kitlelere yaymıyor; biletleri niçin ciddi bir rakama satmazlar ve geliri uygun gördükleri bir hayır işine harcamıyorlardı?...
Postadan bir Borusan zarfı çıktı. İçinden de bir DVD ve bir mektup. 26 Eylül akşamından alınmış özel bir kayıt ve Borusan Kültür Sanat Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Hamedi imzasını taşıyan son derece içten, kısa ve öz yazılmış mektup...
Birinci aşamayı geçmişler. O muhteşem fikir ve ürünü geniş kitlelere yayma şansını yakalamışlar. Şimdiden gelecek yılın konuk şefini ilan etmeli ve teberrulu biletleri, örneğin 1000 Avro’dan, satmaya başlamalılar. Gelecek yılın konuk şefi adayımı da bir kez daha tekrarlayayım: Bülent Eczacıbaşı...
Teşekkürler Zeynep Hanım...