Sevgili Perihan Mağden
15 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Size bu satırları yazarken açıkçası epey tereddüt ettim. Çevremdekiler ısrarla 'emin misin?', 'başına geleceklere hazır mısın?' gibi sorular yönelttiler. Yüzlerindeki ve seslerindeki ifadeyi anlıyorum.
Adınızın geçtiği her yerde insanlarda, yazılarınızdaki zengin fakat agresif, farklı fakat sarsıcı, renkli fakat zaman zaman sindirilmesi zor tondan kaynaklı bir çağrışım olduğunu düşünüyorum.
Elbette kimse sizin değerlerinizle, 'dünya görüşünüzle' (weltanschaung) mutabık olmak zorunda değil. Elbette sizi beğenmek ve sevmek zorunda da değiller. Elbette kimse zekânızdan ve zekânızın yansımalarından şüphe edemez. Ben sizsiz bir medya düşünemiyorum ancak 'onlar'ı da anlamak gerektiğine inanıyorum...
Bakın size en son nerede rastladım...
Bana bir gazete göndermişler, Perihan Hanım. 18 Ekim 2008 tarihli Kuwait Times. Birinci sayfanın başköşesinde, sizinle Frankfurt Kitap Fuarı'nda yapılmış ve AFP aracılığı ile dünyaya servis edilmiş bir röportaj var. Bu söyleşinin içeriğini 'onlara' anlatmakta zorlanabilir insan.
'Ben zaten Türkiye'de ulusal bir fahişeyim. Sesimi kesmemi istediklerini düşünüyorum', 'Tabii ki Türk kadınları erkeklerden daha güçlüdür', 'Kızımı ABD'de okutmak isterim; çünkü Türkiye çok klostrofobik' gibi ifadelerle ön plana çıkacağınıza, keşke Frankfurt'ta bulunmanızın gerçek nedeninin altını çizmelerini sağlasaymışsınız... 'İki Genç Kızın Romanı'nın Almancasının piyasaya çıkıyor olması yeterince saygın ve önemli bir haberdir bence... Ne yazık ki, hiç hak etmediği halde o kuvvetli ifadelere kurban gidivermiş, 'İki Genç Kızın Romanı'...
Şimdi kalkıp 'Orhan Pamuk da yurtdışında popüler olmak adına Türkiye aleyhinde attı tuttu. Perihan Mağden de benzer bir şey yapmaya çalışıyor' söylemini geliştirecek olanlarla boğuşacağınıza, iletişiminizi olması gerektiği gibi yönetseydiniz ve içinizden geldiği gibi davranmayıp her profesyonel gibi 'seçilmiş davranış' sergileseydiniz, daha iyi olmaz mıydı?
Gelin Perihan Hanım, beni uyaranları haksız çıkarın. Ya hiç yanıt vermeyip, günün birinde lazım olur diye, önerilerimi bir kenara not edin. Ya da bir şey diyecekseniz de, son günlerdeki bir filmin tartışmasında savunduğum gibi, benim 'fıtratıma' değil 'fikriyatıma' yönelik söyleyin söyleyeceklerinizi de, 'düşman çatlatalım'...
Sevgi ve saygılarımla...
//c
Vecdi Gönül yanlış anlaşılmadı
Aslında kural çok basit... Bir şey söylemek istiyorsunuz. Karşı taraf anlamıyor ya da yanlış anlıyor. Kabahat kimin?
Elbette sizin...
Hedefinizdeki kişi ya da kişilere söylemek istediğiniz şeyi, doğru mesajlarla, doğru kanallar aracılığıyla, doğru zamanda iletememişsiniz demektir.
'Beni yanlış anladılar' ya da 'Bunların kapasitesi el vermedi, anlamadılar' diyemezsiniz. Karşı tarafın kültür ve değerlerinin dışındaysa, doğru kodlanmamışsa ne yapsanız faydası yok.
Gelin bir örnekten yola çıkalım. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül Türkiye'nin Brüksel Büyükelçiliği'nde düzenlenen Atatürk'ü anma töreninde ses getiren bir konuşma yapmış. 'Bugün eğer Ege'de Rumlar devam etseydi ve Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu'da verilen mücadelede bu nation building'de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde (Türkiye'nin) gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet'in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.'
Açıklamanın üstüne çok yazıldı, çizildi. Katılan, katılmayan, eksik bulan ya da reddeden...
Bakanın iddiasını tartışacak değilim. Gereken eleştiri fazlasıyla yapıldı. Ayrıca 'Aman dileyene kılıç kalkmaz!'
Beni ilgilendiren Atatürk'ü anma töreninde Bakan'ın söylediklerinden çok kendisinin 'yanlış anlaşıldım' şeklindeki açıklaması. Birçok sanatçı, siyasetçi, bürokrat ya da işadamı da sık sık benzer tavır içine girer.
Sözler yanlış anlaşılmıyor ki sevgili arkadaşlar... Yanlış anlatılıyor. Sorumlusunu başka yerde aramamak için üç şey yapmak yeterli. Bir: Ne söyleyeceğinizi önceden planlayın ve dışına çıkmayın İki: İçinizden geldiği gibi konuşup, hareket etmeyin. Üç: Dünya görüşünüzün bir bütünlük içinde olmasını sağlayın.
Çok mu zor?
Size bu satırları yazarken açıkçası epey tereddüt ettim. Çevremdekiler ısrarla 'emin misin?', 'başına geleceklere hazır mısın?' gibi sorular yönelttiler. Yüzlerindeki ve seslerindeki ifadeyi anlıyorum.
Adınızın geçtiği her yerde insanlarda, yazılarınızdaki zengin fakat agresif, farklı fakat sarsıcı, renkli fakat zaman zaman sindirilmesi zor tondan kaynaklı bir çağrışım olduğunu düşünüyorum.
Elbette kimse sizin değerlerinizle, 'dünya görüşünüzle' (weltanschaung) mutabık olmak zorunda değil. Elbette sizi beğenmek ve sevmek zorunda da değiller. Elbette kimse zekânızdan ve zekânızın yansımalarından şüphe edemez. Ben sizsiz bir medya düşünemiyorum ancak 'onlar'ı da anlamak gerektiğine inanıyorum...
Bakın size en son nerede rastladım...
Bana bir gazete göndermişler, Perihan Hanım. 18 Ekim 2008 tarihli Kuwait Times. Birinci sayfanın başköşesinde, sizinle Frankfurt Kitap Fuarı'nda yapılmış ve AFP aracılığı ile dünyaya servis edilmiş bir röportaj var. Bu söyleşinin içeriğini 'onlara' anlatmakta zorlanabilir insan.
'Ben zaten Türkiye'de ulusal bir fahişeyim. Sesimi kesmemi istediklerini düşünüyorum', 'Tabii ki Türk kadınları erkeklerden daha güçlüdür', 'Kızımı ABD'de okutmak isterim; çünkü Türkiye çok klostrofobik' gibi ifadelerle ön plana çıkacağınıza, keşke Frankfurt'ta bulunmanızın gerçek nedeninin altını çizmelerini sağlasaymışsınız... 'İki Genç Kızın Romanı'nın Almancasının piyasaya çıkıyor olması yeterince saygın ve önemli bir haberdir bence... Ne yazık ki, hiç hak etmediği halde o kuvvetli ifadelere kurban gidivermiş, 'İki Genç Kızın Romanı'...
Şimdi kalkıp 'Orhan Pamuk da yurtdışında popüler olmak adına Türkiye aleyhinde attı tuttu. Perihan Mağden de benzer bir şey yapmaya çalışıyor' söylemini geliştirecek olanlarla boğuşacağınıza, iletişiminizi olması gerektiği gibi yönetseydiniz ve içinizden geldiği gibi davranmayıp her profesyonel gibi 'seçilmiş davranış' sergileseydiniz, daha iyi olmaz mıydı?
Gelin Perihan Hanım, beni uyaranları haksız çıkarın. Ya hiç yanıt vermeyip, günün birinde lazım olur diye, önerilerimi bir kenara not edin. Ya da bir şey diyecekseniz de, son günlerdeki bir filmin tartışmasında savunduğum gibi, benim 'fıtratıma' değil 'fikriyatıma' yönelik söyleyin söyleyeceklerinizi de, 'düşman çatlatalım'...
Sevgi ve saygılarımla...
//c
Vecdi Gönül yanlış anlaşılmadı
Aslında kural çok basit... Bir şey söylemek istiyorsunuz. Karşı taraf anlamıyor ya da yanlış anlıyor. Kabahat kimin?
Elbette sizin...
Hedefinizdeki kişi ya da kişilere söylemek istediğiniz şeyi, doğru mesajlarla, doğru kanallar aracılığıyla, doğru zamanda iletememişsiniz demektir.
'Beni yanlış anladılar' ya da 'Bunların kapasitesi el vermedi, anlamadılar' diyemezsiniz. Karşı tarafın kültür ve değerlerinin dışındaysa, doğru kodlanmamışsa ne yapsanız faydası yok.
Gelin bir örnekten yola çıkalım. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül Türkiye'nin Brüksel Büyükelçiliği'nde düzenlenen Atatürk'ü anma töreninde ses getiren bir konuşma yapmış. 'Bugün eğer Ege'de Rumlar devam etseydi ve Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu'da verilen mücadelede bu nation building'de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz. O halde (Türkiye'nin) gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet'in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.'
Açıklamanın üstüne çok yazıldı, çizildi. Katılan, katılmayan, eksik bulan ya da reddeden...
Bakanın iddiasını tartışacak değilim. Gereken eleştiri fazlasıyla yapıldı. Ayrıca 'Aman dileyene kılıç kalkmaz!'
Beni ilgilendiren Atatürk'ü anma töreninde Bakan'ın söylediklerinden çok kendisinin 'yanlış anlaşıldım' şeklindeki açıklaması. Birçok sanatçı, siyasetçi, bürokrat ya da işadamı da sık sık benzer tavır içine girer.
Sözler yanlış anlaşılmıyor ki sevgili arkadaşlar... Yanlış anlatılıyor. Sorumlusunu başka yerde aramamak için üç şey yapmak yeterli. Bir: Ne söyleyeceğinizi önceden planlayın ve dışına çıkmayın İki: İçinizden geldiği gibi konuşup, hareket etmeyin. Üç: Dünya görüşünüzün bir bütünlük içinde olmasını sağlayın.
Çok mu zor?