Sezen Aksu: Hiçbir şey; ya da her şey...
15 AĞUSTOS 2005
Boşuna uğraşmaya hiç gerek yok. Sezen Aksu için herhangi bir sıfat, tanım aramak boşa harcanan çabadan öteye gitmez. Bir zamanlar kullanılmış olan, kendisinin de kabullendiği ‘Minik Serçe’ lakabı bile onun sadece fiziği ile ilgili bir tanımdı; onu çerçevelemiyordu.
Öte yandan ‘Süper Star’, ‘Mega Star’, ‘Diva’, ‘Büyük Sanatçı’ vb. gibi ‘marketing’ yakıştırmaları Sezen Aksu’ya hiç oturmaz. Bir düşünün bakın... Ne denebilir Sezen Aksu’ya?.. Hiçbir şey... Ya da her şey...
Geçenlerde Emre Aköz ile sohbet ediyorduk. Konu klasik müziğe geldi. Sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde klasik müzik neden bitmişti acaba?.. Emre ters köşeden bakmaya bayılır: “Yanılıyor olabilir misin?.. Rönesans, zamanın popüler akımlarını içeriyordu... Ne malum yüz yıl sonra Beatles ya da benzeri bazı popüler sanatçılar bu dönemin klasikleri olarak algılanmasın!”...
Çarşamba akşamı Açıkhava’da Sezen’i Turkcell’in Kardelenler konserinde dinlerken Emre’nin bu sözleri geldi aklıma... Hele eski şarkılarından potpuri yaparken; hele “Farkındayım!”, ya da “Garanticisin, korkuyorsun!” derken...
Beni, önce Osmanlı kökenime götürüp, sonra oradan alıp uzayın derinliklerinde yolculuklara çıkardığı, en çok sevdiğim şarkısını, Mazi’yi söylemedi o akşam. Olsun... O gece Kardelenlerin gecesiydi ve kendi içinde usta bir beste gibi düzenlediği konser onlar içindi. Mazi’nin de yeri yoktu orada.
Kardelen adlı parçanın klip çekimi için Diyarbakır, Mardin üzerinden Nusaybin’e gitmiş. 60 kişilik ekipte yar alan bir dostumdan dinledim. Her renkten, her ırktan, her inançtan, her rütbeden insanın onu nasıl kol, kanat ve gönül çemberine aldığından söz etti. Dünyaya bir türlü anlatamadığımız, kendi insanımıza bir türlü aşılayamadığımız ‘ortak ruhi şekillenmemizi’ ondan daha iyi simgeleyebilecek bir ‘gönül elçisi’ bulunabilir mi? Türkiye’nin marka değerini ve marka vaadini, marka ruhunu arayanların ‘Sezen Aksu fenomenini’ masaya yatırmalarında yarar olabilir mi acaba?.. Bu benim lafım değil. O gece konsere davet ettiğim Avrupa’nın en büyük iletişim şirketi Pleon’un üç üst düzey yöneticisinin görüşü. Tek kelime Türkçe bilmedikleri halde, bir kaç kez göz pınarlarının dolmasına engel olamamış üç Alman’ın...
Sezen’i bilmem. Ben gelecek yıl onunla dostluğumuzun 30’uncu yılını kutlayacağım. Beni bir iki defa kırdığı oldu. Olsun. Çoktan kapandı o yaralar. Hele son konserinde... ‘Kemerleri bağlayıp’ 30 yıl öncesinin tazeliği ile izledim onu...
Hep şükretmişimdir. Örneğin, Goethe ve Brecht’i orijinalinden okuma ayrıcalığı bana tanındığı için. Ya da aklıma, fikrime yelken açan ‘iyi’ insanlarla dost olabildiğim için. O akşam da bir kez daha şükrettim. Sezen Aksu ile aynı yüzyılda yaşama şansını elde ettiğim için. Sadece benim değil Türk ve Akdeniz coğrafyasında yaşayan herkesin ‘Gönlünün kurma kolu’ gibi bitmeyen o enerjisinden bize verdiği ‘esenlik’ için...
Konserden çıkarken Hümeyra’nın o muhteşem dizeleri geldi aklıma: “Ya her şeyim, ya hiçim... Sorma dünyam ne biçim... Bir kördüğüm ki içim... Çözdükçe, dolaşıyor...”
Sezen’i çözmeye çalışmamak gerekir. Kim çözmeye çalışmışsa, ‘dolaşmıştır’...Benim de bir iki kez başıma geldiği gibi... İşte biraz da bu nedenle de ona herhangi bir ‘tanım’ getirilemez...
Not: Turkcell’in sadece Türkiye’ye değil dünyaya örnek olan bu PR projesini geniş şekilde Marketing Türkiye Dergisi’nin Eylül sayısında ele alacağız.
Vuslat vuku bulmuş
Geçen hafta Pınar’ın Kafela reklamlarından söz etmiş ve “Vuslat vuku bulursa mesele yok” demiştik. Çünkü bize absürd gelen bazı noktalar vardı reklamda. Belki bilinmeye hizmet ederdi ama satış ne olurdu, diye merak etmiş, Pınar’ın bizi bilgilendirmesini istemiştik. Yaşar Gıda Grubu Pazarlama Direktörü Kaan Tanık da bir mesaj göndermiş. Diyor ki: “Kafela reklam filmi yaz başında (25 Haziran 2005) yayına girdiğinden ve reklam yaz dönemi boyunca yayınlanacağından dolayı sloganımızı ‘Bu yaz moda Kafela’ olarak seçtik. Bu reklamın amacı tutundurma sürecinin bir aşaması olarak marka bilinirliğini arttırmak idi. Reklam filminin satışlara etkisinin çok büyük olduğunu söylemeliyiz. Aylık ortalama satış tonajımız, reklam filminin gösterime girmesinden sonra reklam öncesi döneme göre %225 büyüdü”...
Bu arada bir okurumuz, Emre Öğüt uyarmış:”Dünkü yazınızı okudum ve orada Kafela reklamında oynayan kızın Brezilyalı olduğunu sanıyorsunuz. Ben size gerçeği bildireyim dedim. Shelly, İsrail vatandaşı. Benim çalıştığım model ajansının modelidir. Sadece bilgi vermek için yolladım.” Bu kadar konuşulduğuna göre reklam iyice yerini bulmuş...
Beklenti büyükse kriz de büyük olabilir
Üniversitedeki sınavlarda klasik sorumdur: Kriz durumunda ilk yapılması gereken şey nedir? ‘Krizde yapılacaklar’ listesinin en az on kere üstünden geçmiş olmalarına rağmen sınıfın en az yarısı dökülür. “Sözcü belirlemek; kriz masası kurmak; basını bilgilendirmek...” falan derler. Oysa doğru cevap, ilk yapılacak şeyin hasarı belirlemek olduğudur...
Çünkü ondan sonra atacağınız tüm adımların içeriğini ve iletişim ‘şiddetini’ hasarın büyüklüğüne göre belirlersiniz. Tarkan’ın Avea konserlerinin ertelenmesi de bir iletişim kriziydi. Dışarıdan bakıldığında krizi gayet iyi yönettiler. Cumartesi günü çıkan haberler, okuyanların “Ne yapsın çocuk, sol ayağı ve kalça ekleminde ödem varmış!” diye düşünmesini sağlamış olabilir. Bu da Avea’yı şimdilik kurtarır. Ama Eylül sonu geldiğinde bu millet unutmaz, bekler. O zaman İbrahim Tatlıses’e Açıkhava’da Bursa Senfoni değil Berlin Filarmoni eşliğinde konser verdirtseniz, olmaz. Çünkü beklentiyi çok yukarı çektiniz.
En iyisi hasarı ölçtüyseniz bildirin. Biz de okurlara bildirelim. Avea iletişimcileri ‘beklenti yönetimini’ iyi bilirler...
Sebat etmek şart
Boğaz’da tekne turu yapan yerli yabancı her turistin en çok dikkatini çeken iki tarihi eserden biri Rumeli Hisarı ise diğeri de Anadolu Hisarı’dır. ETİ’nin Rumeli ve Anadoluhisarı Müzeleri Aydınlatma çalışması, bu açıdan bakıldığında mükemmel bir PR projesinin başlangıcını vaat ediyor. “Başlangıcını” diyorum, çünkü bizde bu işlere ‘Türk gibi başlanır’ da işler ‘İsviçreli gibi bitirilmez’.
Şu sıra ‘Cif Gel’ ile çok başarılı bir kampanya yürüten Cif’in Topkapı Sarayı’nı temizleme kampanyası da böyle parlak bir proje idi. Ama ne yazık ki bir yerlerde kaybolup gitti. Böyle büyük bir balık yakalamışken durulur mu? Topkapı bittiyse temizlenecek saray, kasır, köşk mü yok? İstemediğiniz kadar var. Eczacıbaşı, markasını kültür ve sanatla ne kadar zamanda yan yana getirmeyi başardı? En az 30 yılda...
Şimdi ETİ’ye düşen bu tarihi mekanları ışıklandırma işini sahiplenmesi ve bu projeyi uzun yıllara yayarak sabırla yaygınlık kazandırmasıdır...
Anlamak yolun yarısı
Araştırmacılar Derneği mükemmel bir yayın çıkarmış. Reklam ve Araştırma sektörü için yapılmış bir çalışma bu. Adı: Pazar Potansiyeli Araştırması
Dernek Başkanı Ali Danış sunuş yazısında diyor ki: “Bu araştırma tasarlanırken, asıl odaklanmamız gereken kesimin (...) Kobileri tanımına giren şirketler olduğuna karar verdik. (...) Alışkanlıkları, davranışları, algıları ve bunların ardında yatan zihniyeti değiştirmenin ne denli zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama önce anlamak gerek...”
Çok haklısın Başkan. Kobi mantığı dört alana yatırım yapmaya çekinir: 1. Ar-GE’ye 2. İnsan Kaynaklarına 3. Yapısal Süreçlere (kurumsal yönetişim vs) 4. Pazarlama ve iletişime...
Bu nedenle o kesimi anlamak ve o alışkınları kırmak için bu araştırma bulunmaz nimet. Yayını Araştırmacılar Derneği’nden ücretsiz olarak edinmek mümkün. Tel:0212 2492319 (Genel Koordinatör Jale Elhadef).
Hoş geldin Mercan...
Nihayet bir rakımız daha oldu. Benim gibi özel yemeklerde birinci tercihi rakı olan biri için piyasada bol alternatifin bulunması, rekabetin artması kadar lezzetli bir şey olabilir mi? Bu nedenle dün gazetelerde Tariş-Tat’ın piyasaya sürdüğü yeni rakısı Mercan’ı görünce bir hayli heyecanlandım. Herhalde beklentim çok yüksekti. Reklamı Tariş-Tat gibi dev bir kuruluşa pek yakıştırdığım söylenemez doğrusu...
Bir kere marka vaadi zayıf geldi bana. Rakıyı bekletiyorlarmış. Bunu Efe, Mey’in Tekirdağ ve Yeni Rakı’sı ve Burgaz aylardır bas bas bağırıyor. ‘Me too’ stratejisi uygulamanın ne alemi var. Ayrıca reklamda en az 6 çeşit yazı karakteri saydım. Yazı kataloğu gibi. Yazık değil mi Mercan’a?...
İkincisi, reklam sloganı... Haydi aşağıda söylediniz. Tepeye koskocaman ‘Uyku’ ile ilgili bir cümle konur mu? Güzellik Uykusu... Ya iç rakıyı sonra da güzellik uykusuna yat, türünden aslında reklamın hiç de söylemek istemediği bir mesaj akıllarda kalırsa?...
Unutmayalım ki günümüzde, “En iyi ürün, iletişimi en iyi yapılan üründür”...
Öte yandan ‘Süper Star’, ‘Mega Star’, ‘Diva’, ‘Büyük Sanatçı’ vb. gibi ‘marketing’ yakıştırmaları Sezen Aksu’ya hiç oturmaz. Bir düşünün bakın... Ne denebilir Sezen Aksu’ya?.. Hiçbir şey... Ya da her şey...
Geçenlerde Emre Aköz ile sohbet ediyorduk. Konu klasik müziğe geldi. Sanayi toplumu ve bilgi toplumu sürecinde klasik müzik neden bitmişti acaba?.. Emre ters köşeden bakmaya bayılır: “Yanılıyor olabilir misin?.. Rönesans, zamanın popüler akımlarını içeriyordu... Ne malum yüz yıl sonra Beatles ya da benzeri bazı popüler sanatçılar bu dönemin klasikleri olarak algılanmasın!”...
Çarşamba akşamı Açıkhava’da Sezen’i Turkcell’in Kardelenler konserinde dinlerken Emre’nin bu sözleri geldi aklıma... Hele eski şarkılarından potpuri yaparken; hele “Farkındayım!”, ya da “Garanticisin, korkuyorsun!” derken...
Beni, önce Osmanlı kökenime götürüp, sonra oradan alıp uzayın derinliklerinde yolculuklara çıkardığı, en çok sevdiğim şarkısını, Mazi’yi söylemedi o akşam. Olsun... O gece Kardelenlerin gecesiydi ve kendi içinde usta bir beste gibi düzenlediği konser onlar içindi. Mazi’nin de yeri yoktu orada.
Kardelen adlı parçanın klip çekimi için Diyarbakır, Mardin üzerinden Nusaybin’e gitmiş. 60 kişilik ekipte yar alan bir dostumdan dinledim. Her renkten, her ırktan, her inançtan, her rütbeden insanın onu nasıl kol, kanat ve gönül çemberine aldığından söz etti. Dünyaya bir türlü anlatamadığımız, kendi insanımıza bir türlü aşılayamadığımız ‘ortak ruhi şekillenmemizi’ ondan daha iyi simgeleyebilecek bir ‘gönül elçisi’ bulunabilir mi? Türkiye’nin marka değerini ve marka vaadini, marka ruhunu arayanların ‘Sezen Aksu fenomenini’ masaya yatırmalarında yarar olabilir mi acaba?.. Bu benim lafım değil. O gece konsere davet ettiğim Avrupa’nın en büyük iletişim şirketi Pleon’un üç üst düzey yöneticisinin görüşü. Tek kelime Türkçe bilmedikleri halde, bir kaç kez göz pınarlarının dolmasına engel olamamış üç Alman’ın...
Sezen’i bilmem. Ben gelecek yıl onunla dostluğumuzun 30’uncu yılını kutlayacağım. Beni bir iki defa kırdığı oldu. Olsun. Çoktan kapandı o yaralar. Hele son konserinde... ‘Kemerleri bağlayıp’ 30 yıl öncesinin tazeliği ile izledim onu...
Hep şükretmişimdir. Örneğin, Goethe ve Brecht’i orijinalinden okuma ayrıcalığı bana tanındığı için. Ya da aklıma, fikrime yelken açan ‘iyi’ insanlarla dost olabildiğim için. O akşam da bir kez daha şükrettim. Sezen Aksu ile aynı yüzyılda yaşama şansını elde ettiğim için. Sadece benim değil Türk ve Akdeniz coğrafyasında yaşayan herkesin ‘Gönlünün kurma kolu’ gibi bitmeyen o enerjisinden bize verdiği ‘esenlik’ için...
Konserden çıkarken Hümeyra’nın o muhteşem dizeleri geldi aklıma: “Ya her şeyim, ya hiçim... Sorma dünyam ne biçim... Bir kördüğüm ki içim... Çözdükçe, dolaşıyor...”
Sezen’i çözmeye çalışmamak gerekir. Kim çözmeye çalışmışsa, ‘dolaşmıştır’...Benim de bir iki kez başıma geldiği gibi... İşte biraz da bu nedenle de ona herhangi bir ‘tanım’ getirilemez...
Not: Turkcell’in sadece Türkiye’ye değil dünyaya örnek olan bu PR projesini geniş şekilde Marketing Türkiye Dergisi’nin Eylül sayısında ele alacağız.
Vuslat vuku bulmuş
Geçen hafta Pınar’ın Kafela reklamlarından söz etmiş ve “Vuslat vuku bulursa mesele yok” demiştik. Çünkü bize absürd gelen bazı noktalar vardı reklamda. Belki bilinmeye hizmet ederdi ama satış ne olurdu, diye merak etmiş, Pınar’ın bizi bilgilendirmesini istemiştik. Yaşar Gıda Grubu Pazarlama Direktörü Kaan Tanık da bir mesaj göndermiş. Diyor ki: “Kafela reklam filmi yaz başında (25 Haziran 2005) yayına girdiğinden ve reklam yaz dönemi boyunca yayınlanacağından dolayı sloganımızı ‘Bu yaz moda Kafela’ olarak seçtik. Bu reklamın amacı tutundurma sürecinin bir aşaması olarak marka bilinirliğini arttırmak idi. Reklam filminin satışlara etkisinin çok büyük olduğunu söylemeliyiz. Aylık ortalama satış tonajımız, reklam filminin gösterime girmesinden sonra reklam öncesi döneme göre %225 büyüdü”...
Bu arada bir okurumuz, Emre Öğüt uyarmış:”Dünkü yazınızı okudum ve orada Kafela reklamında oynayan kızın Brezilyalı olduğunu sanıyorsunuz. Ben size gerçeği bildireyim dedim. Shelly, İsrail vatandaşı. Benim çalıştığım model ajansının modelidir. Sadece bilgi vermek için yolladım.” Bu kadar konuşulduğuna göre reklam iyice yerini bulmuş...
Beklenti büyükse kriz de büyük olabilir
Üniversitedeki sınavlarda klasik sorumdur: Kriz durumunda ilk yapılması gereken şey nedir? ‘Krizde yapılacaklar’ listesinin en az on kere üstünden geçmiş olmalarına rağmen sınıfın en az yarısı dökülür. “Sözcü belirlemek; kriz masası kurmak; basını bilgilendirmek...” falan derler. Oysa doğru cevap, ilk yapılacak şeyin hasarı belirlemek olduğudur...
Çünkü ondan sonra atacağınız tüm adımların içeriğini ve iletişim ‘şiddetini’ hasarın büyüklüğüne göre belirlersiniz. Tarkan’ın Avea konserlerinin ertelenmesi de bir iletişim kriziydi. Dışarıdan bakıldığında krizi gayet iyi yönettiler. Cumartesi günü çıkan haberler, okuyanların “Ne yapsın çocuk, sol ayağı ve kalça ekleminde ödem varmış!” diye düşünmesini sağlamış olabilir. Bu da Avea’yı şimdilik kurtarır. Ama Eylül sonu geldiğinde bu millet unutmaz, bekler. O zaman İbrahim Tatlıses’e Açıkhava’da Bursa Senfoni değil Berlin Filarmoni eşliğinde konser verdirtseniz, olmaz. Çünkü beklentiyi çok yukarı çektiniz.
En iyisi hasarı ölçtüyseniz bildirin. Biz de okurlara bildirelim. Avea iletişimcileri ‘beklenti yönetimini’ iyi bilirler...
Sebat etmek şart
Boğaz’da tekne turu yapan yerli yabancı her turistin en çok dikkatini çeken iki tarihi eserden biri Rumeli Hisarı ise diğeri de Anadolu Hisarı’dır. ETİ’nin Rumeli ve Anadoluhisarı Müzeleri Aydınlatma çalışması, bu açıdan bakıldığında mükemmel bir PR projesinin başlangıcını vaat ediyor. “Başlangıcını” diyorum, çünkü bizde bu işlere ‘Türk gibi başlanır’ da işler ‘İsviçreli gibi bitirilmez’.
Şu sıra ‘Cif Gel’ ile çok başarılı bir kampanya yürüten Cif’in Topkapı Sarayı’nı temizleme kampanyası da böyle parlak bir proje idi. Ama ne yazık ki bir yerlerde kaybolup gitti. Böyle büyük bir balık yakalamışken durulur mu? Topkapı bittiyse temizlenecek saray, kasır, köşk mü yok? İstemediğiniz kadar var. Eczacıbaşı, markasını kültür ve sanatla ne kadar zamanda yan yana getirmeyi başardı? En az 30 yılda...
Şimdi ETİ’ye düşen bu tarihi mekanları ışıklandırma işini sahiplenmesi ve bu projeyi uzun yıllara yayarak sabırla yaygınlık kazandırmasıdır...
Anlamak yolun yarısı
Araştırmacılar Derneği mükemmel bir yayın çıkarmış. Reklam ve Araştırma sektörü için yapılmış bir çalışma bu. Adı: Pazar Potansiyeli Araştırması
Dernek Başkanı Ali Danış sunuş yazısında diyor ki: “Bu araştırma tasarlanırken, asıl odaklanmamız gereken kesimin (...) Kobileri tanımına giren şirketler olduğuna karar verdik. (...) Alışkanlıkları, davranışları, algıları ve bunların ardında yatan zihniyeti değiştirmenin ne denli zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama önce anlamak gerek...”
Çok haklısın Başkan. Kobi mantığı dört alana yatırım yapmaya çekinir: 1. Ar-GE’ye 2. İnsan Kaynaklarına 3. Yapısal Süreçlere (kurumsal yönetişim vs) 4. Pazarlama ve iletişime...
Bu nedenle o kesimi anlamak ve o alışkınları kırmak için bu araştırma bulunmaz nimet. Yayını Araştırmacılar Derneği’nden ücretsiz olarak edinmek mümkün. Tel:0212 2492319 (Genel Koordinatör Jale Elhadef).
Hoş geldin Mercan...
Nihayet bir rakımız daha oldu. Benim gibi özel yemeklerde birinci tercihi rakı olan biri için piyasada bol alternatifin bulunması, rekabetin artması kadar lezzetli bir şey olabilir mi? Bu nedenle dün gazetelerde Tariş-Tat’ın piyasaya sürdüğü yeni rakısı Mercan’ı görünce bir hayli heyecanlandım. Herhalde beklentim çok yüksekti. Reklamı Tariş-Tat gibi dev bir kuruluşa pek yakıştırdığım söylenemez doğrusu...
Bir kere marka vaadi zayıf geldi bana. Rakıyı bekletiyorlarmış. Bunu Efe, Mey’in Tekirdağ ve Yeni Rakı’sı ve Burgaz aylardır bas bas bağırıyor. ‘Me too’ stratejisi uygulamanın ne alemi var. Ayrıca reklamda en az 6 çeşit yazı karakteri saydım. Yazı kataloğu gibi. Yazık değil mi Mercan’a?...
İkincisi, reklam sloganı... Haydi aşağıda söylediniz. Tepeye koskocaman ‘Uyku’ ile ilgili bir cümle konur mu? Güzellik Uykusu... Ya iç rakıyı sonra da güzellik uykusuna yat, türünden aslında reklamın hiç de söylemek istemediği bir mesaj akıllarda kalırsa?...
Unutmayalım ki günümüzde, “En iyi ürün, iletişimi en iyi yapılan üründür”...