'Sıcak', herkesi 'ısıtmaya' geliyor
19 Aralık 2008 Akşam Gazetesi
Bugün vizyona giriyor. Sevenleri de ısıtacak, sevmeyenleri de... Abdullah Oğuz son filmi Sıcak'ta döktürmüş. Sinema gibi sinema yapmış... Başından sonuna kadar adam gibi, sürükleyici, heyecanlı, anlamlı, ciddi bir film... Konuyu ayrıntılarıyla yazmıyorum. Umarım diğer arkadaşlar da yazmazlar. Filmin sürprizlerini, dolayısıyla heyecanını öldürmenin alemi yok.
Demek ki, eleştirilecek. Hem de 'Vay canına sevgilisini oynatmış!' gibi saçma sapan gerekçelerle...
Film bana iki ünlü düşünce adamının burada sıkça dile getirdiğimiz iki sözünü hatırlattı.
Jean Paul Sartre'ın 'İnsan yarı suçlu yarı kurbandır' deyişi... Bertolt Brecht'in, 'Tüm sanatlar bir tek şeye hizmet ederler: Sanatların en yücesine... Yaşama sanatına!' şeklindeki tespiti...
Filmdeki karakterlerin ortak yanı, hepsinin yarı kurban ve yarı suçlu olmaları... Hepimizin zaman zaman hissettiği, ancak bir türlü tanımlayamadığı gerçekliği Abdullah Oğuz beyazperdeye yansıtmış... Bu adamı rahatsız edebilir... İçimizi dışarıya çıkarmanın ne âlemi var?..
Demek ki, eleştirilecek... Hem de 'Çok uzun olmuş' gibi sıradan gerekçelerle...
Cem Özer, Ebru Akel, Hazım Körmükçü birinci sınıf oyun sergilemişler. Hele Ebru Akel... İki erkek oyuncunun bilmem kaçıncı filmleri. Onlardan beklenen bir performans. Akel'in ise ilk başrolü... İlk başrolde başyapıt yakalamış sanki...
Demek ki, eleştirilecek... Starlara, Sindrella hikâyelerine tahammülümüz yok. Tersine dövmeliyiz starlarımızı... Konservatuar bale bölümü mezunu olması falan hikâye. 'Dünün TV sunucusu adam olmuş da sinemada oynuyor. Ben de yönetmenin sevgilisi olsam, ben de oynarım başrolü'...
Abdullah Oğuz 'Mutluluk'u aşmış mı? Aslanlar gibi aşmış... Bu kez mesajı toplumsal değil.
Peki ne?
Bireysel...
Konu 'kader'!.. Nereye kadar kader? Ve insanın kaderi ile karakteri arasında nasıl bir bağ var?.. Ayrıca içinde Hıristiyanlık ve İslam'dan esintiler yok mu? Var...
Demek ki, eleştirilecek. Oğuz'un katli vaciptir... Dünyayı soldan okumuyor çünkü. İnsandan okuyor... Al başına belayı... Ne kadar arkaik solcu varsa çullanacaklar üstüne...
Halk ne yapacak peki?.. Yani normal sinema izleyicisi. Kültür ve değer kodeksleri Recep İvedik kalibresinde olanlar bu filmi zaten izlemez... Yolunu şaşıran da biraz söylenecek. Yapacak bir şey yok... Kritik soru şu. İzleyenlere 'Beğendiniz mi?' diye sormayın. 'Arkadaşlarınıza tavsiye eder misiniz?' diye sorun... Bakın ne yanıt alacaksınız... Ben sordum... Ben dahil sorduğum herkes, 'Tavsiye ederim!' şıkkını işaretledi...
Türk sineması ciddi sinema kültürüne yeniden kavuşuyor... Ellerine sağlık Abdullah Oğuz...
//c
Dalmışım... Masama tuğla gibi bir şey koydular...
Okumak için de taşımak için de cesaret isteyen, ödüllü örnek uygulamaların yer aldığı, 'Teoriden Pratiğe Halkla İlişkiler Projeleri' adlı kitabın yazarları Yard. Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul ve Arş. Gör. Gül Coşkun yememiş, içmemiş, gezip eğlenmemişler, oturup bu kitabı yazmışlar. Gencecik iki insan, hayatlarından bu kadar özveri gösterip hem akademik önermeleri hem de pratik örnekleri bir araya getirmişler ve bu işi eğitimini alanlardan, eğitimini verenlere, sektörde çalışanlardan, kurumlarda çalışanlara kadar geniş bir hedef kitleye kazandırmışlar.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Bülend Göksel de fakültesinden iki akademisyenin bu emEyine layık bir önsöz yazmış ve haklı gururunu saklamamış.
Hiç mi olumsuz bir şey yok diye ısrarla sorarsanız (!) söyleyeceğim tek şey sık sık kullandıkları 'imaj' kelimesinin böyle bir kitaba yakışmadığı, olurdu. Mış gibi yapmanın iletişim ve halkla ilişkiler yönetimi ve uygulamalarında hiçbir zaman işe yaramadığını tarih bize fazlasıyla gösterdi. Bundan sonra da bir işe yaramayacağı şüphesiz!
İşe yaramayan imaj kavramının çok uzağında gerçek bir itibar ve algı yönetimi adına, yine ciddi emek sarf edilmiş iki kitaba daha dEyinmekte yarar var:
İDO Yayınları'nın arşivlere kazandırdığı Osmanlı Bahriyesi'nin Mazisi ve Eski İstanbul'da Deniz Ulaşımı: Kayıklar.
Prof. Dr. İskender Pala'nın hazırladığı Osmanlı Bahriyesi'nin Mazisi kitabının takdiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş diyor ki: 'Bir denizci gibi vefa gösterdik ve eski denizcilere dair hatıralardan oluşan bu kitabı sizlere sunduk.'
Mehmet Mazak'ın hazırladığı Kayıklar kitabının girişinde ise İDO Genel Müdürü Dr. Ahmet Paksoy şöyle demiş: 'Yaşam kültürü ancak geçmişin ışığında algılanabilen ve daha iyi noktalara taşınabilen bir değer. İDO olarak bu mirası en ince noktasına kadar öğrenme ve bu bilgileri sizlerle paylaşma gayreti içindeyiz.'
Her iki yöneticiyi, oydan çok itibar sağlayacak bu zenginliği İstanbul markasına kazandırdıkları için kutlamak gerek...
//c
Anne babayı hayattayken de anmalı...
Vefa duygusunun sadece bir semt adı olmadığını hatırlatan olaylara ve örneklere bayılıyorum. Dünkü Hürriyet Gazetesi'nde Hamit - İbrahim - Melahat - Yusuf Turhan kardeşlerin halen hayatta olan anne ve babaları için verdikleri son derece ilginç ilan da bunlardan biri.
Bakın Fatma ve İzzet Turhan'ın çocukları ilana fotoğraflarını da ekledikleri anne ve babalarına nasıl seslenmişler: 'Sevgili anne babamız, biz hayatta en çok sizi sevdik... Varlığımız, varlık nedeninizdi. Sizin varlığınız da bizim varlık nedenimiz. Bize bir ömür adadınız. Biz de size adayacağız. Bizim üzerimizdeki emeklerinizin karşılığını ne bu dünyada ne de başka bir dünyada verebilmemiz mümkün değil. Size milyonlarca teşekkür borçluyuz. Bizi sevgiyle büyüttüğünüz için... Bize insan olmayı öğrettiğiniz için... Bize erdemli, onurlu bir hayat sunduğunuz için... Bizi insani değerlerle donattığınız için... Size sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Sağolun, varolun. Allah size daha nice uzun ömürler versin, sizi başımızdan eksik etmesin. Çocuklarınız.'
İlan keşke biraz daha sevimli olsaymış... Ölüm ilanlarının bulunduğu sayfada yayınlanmış olmamasına rağmen, keşke ölüm ilanlarından biraz daha kopuk bir anlayışla tasarlansaymış... Buna rağmen insanın içini ısıtan bir farklılık örneği...
Devir tüketmenin devri. Devir, kültür ve değerlerin anlamını yitirmeye yüz tuttuğu devir... Ama belli ki değerleri tüketmeyen insanlar da var bu dünyada...
Bugün vizyona giriyor. Sevenleri de ısıtacak, sevmeyenleri de... Abdullah Oğuz son filmi Sıcak'ta döktürmüş. Sinema gibi sinema yapmış... Başından sonuna kadar adam gibi, sürükleyici, heyecanlı, anlamlı, ciddi bir film... Konuyu ayrıntılarıyla yazmıyorum. Umarım diğer arkadaşlar da yazmazlar. Filmin sürprizlerini, dolayısıyla heyecanını öldürmenin alemi yok.
Demek ki, eleştirilecek. Hem de 'Vay canına sevgilisini oynatmış!' gibi saçma sapan gerekçelerle...
Film bana iki ünlü düşünce adamının burada sıkça dile getirdiğimiz iki sözünü hatırlattı.
Jean Paul Sartre'ın 'İnsan yarı suçlu yarı kurbandır' deyişi... Bertolt Brecht'in, 'Tüm sanatlar bir tek şeye hizmet ederler: Sanatların en yücesine... Yaşama sanatına!' şeklindeki tespiti...
Filmdeki karakterlerin ortak yanı, hepsinin yarı kurban ve yarı suçlu olmaları... Hepimizin zaman zaman hissettiği, ancak bir türlü tanımlayamadığı gerçekliği Abdullah Oğuz beyazperdeye yansıtmış... Bu adamı rahatsız edebilir... İçimizi dışarıya çıkarmanın ne âlemi var?..
Demek ki, eleştirilecek... Hem de 'Çok uzun olmuş' gibi sıradan gerekçelerle...
Cem Özer, Ebru Akel, Hazım Körmükçü birinci sınıf oyun sergilemişler. Hele Ebru Akel... İki erkek oyuncunun bilmem kaçıncı filmleri. Onlardan beklenen bir performans. Akel'in ise ilk başrolü... İlk başrolde başyapıt yakalamış sanki...
Demek ki, eleştirilecek... Starlara, Sindrella hikâyelerine tahammülümüz yok. Tersine dövmeliyiz starlarımızı... Konservatuar bale bölümü mezunu olması falan hikâye. 'Dünün TV sunucusu adam olmuş da sinemada oynuyor. Ben de yönetmenin sevgilisi olsam, ben de oynarım başrolü'...
Abdullah Oğuz 'Mutluluk'u aşmış mı? Aslanlar gibi aşmış... Bu kez mesajı toplumsal değil.
Peki ne?
Bireysel...
Konu 'kader'!.. Nereye kadar kader? Ve insanın kaderi ile karakteri arasında nasıl bir bağ var?.. Ayrıca içinde Hıristiyanlık ve İslam'dan esintiler yok mu? Var...
Demek ki, eleştirilecek. Oğuz'un katli vaciptir... Dünyayı soldan okumuyor çünkü. İnsandan okuyor... Al başına belayı... Ne kadar arkaik solcu varsa çullanacaklar üstüne...
Halk ne yapacak peki?.. Yani normal sinema izleyicisi. Kültür ve değer kodeksleri Recep İvedik kalibresinde olanlar bu filmi zaten izlemez... Yolunu şaşıran da biraz söylenecek. Yapacak bir şey yok... Kritik soru şu. İzleyenlere 'Beğendiniz mi?' diye sormayın. 'Arkadaşlarınıza tavsiye eder misiniz?' diye sorun... Bakın ne yanıt alacaksınız... Ben sordum... Ben dahil sorduğum herkes, 'Tavsiye ederim!' şıkkını işaretledi...
Türk sineması ciddi sinema kültürüne yeniden kavuşuyor... Ellerine sağlık Abdullah Oğuz...
//c
Dalmışım... Masama tuğla gibi bir şey koydular...
Okumak için de taşımak için de cesaret isteyen, ödüllü örnek uygulamaların yer aldığı, 'Teoriden Pratiğe Halkla İlişkiler Projeleri' adlı kitabın yazarları Yard. Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul ve Arş. Gör. Gül Coşkun yememiş, içmemiş, gezip eğlenmemişler, oturup bu kitabı yazmışlar. Gencecik iki insan, hayatlarından bu kadar özveri gösterip hem akademik önermeleri hem de pratik örnekleri bir araya getirmişler ve bu işi eğitimini alanlardan, eğitimini verenlere, sektörde çalışanlardan, kurumlarda çalışanlara kadar geniş bir hedef kitleye kazandırmışlar.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Bülend Göksel de fakültesinden iki akademisyenin bu emEyine layık bir önsöz yazmış ve haklı gururunu saklamamış.
Hiç mi olumsuz bir şey yok diye ısrarla sorarsanız (!) söyleyeceğim tek şey sık sık kullandıkları 'imaj' kelimesinin böyle bir kitaba yakışmadığı, olurdu. Mış gibi yapmanın iletişim ve halkla ilişkiler yönetimi ve uygulamalarında hiçbir zaman işe yaramadığını tarih bize fazlasıyla gösterdi. Bundan sonra da bir işe yaramayacağı şüphesiz!
İşe yaramayan imaj kavramının çok uzağında gerçek bir itibar ve algı yönetimi adına, yine ciddi emek sarf edilmiş iki kitaba daha dEyinmekte yarar var:
İDO Yayınları'nın arşivlere kazandırdığı Osmanlı Bahriyesi'nin Mazisi ve Eski İstanbul'da Deniz Ulaşımı: Kayıklar.
Prof. Dr. İskender Pala'nın hazırladığı Osmanlı Bahriyesi'nin Mazisi kitabının takdiminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş diyor ki: 'Bir denizci gibi vefa gösterdik ve eski denizcilere dair hatıralardan oluşan bu kitabı sizlere sunduk.'
Mehmet Mazak'ın hazırladığı Kayıklar kitabının girişinde ise İDO Genel Müdürü Dr. Ahmet Paksoy şöyle demiş: 'Yaşam kültürü ancak geçmişin ışığında algılanabilen ve daha iyi noktalara taşınabilen bir değer. İDO olarak bu mirası en ince noktasına kadar öğrenme ve bu bilgileri sizlerle paylaşma gayreti içindeyiz.'
Her iki yöneticiyi, oydan çok itibar sağlayacak bu zenginliği İstanbul markasına kazandırdıkları için kutlamak gerek...
//c
Anne babayı hayattayken de anmalı...
Vefa duygusunun sadece bir semt adı olmadığını hatırlatan olaylara ve örneklere bayılıyorum. Dünkü Hürriyet Gazetesi'nde Hamit - İbrahim - Melahat - Yusuf Turhan kardeşlerin halen hayatta olan anne ve babaları için verdikleri son derece ilginç ilan da bunlardan biri.
Bakın Fatma ve İzzet Turhan'ın çocukları ilana fotoğraflarını da ekledikleri anne ve babalarına nasıl seslenmişler: 'Sevgili anne babamız, biz hayatta en çok sizi sevdik... Varlığımız, varlık nedeninizdi. Sizin varlığınız da bizim varlık nedenimiz. Bize bir ömür adadınız. Biz de size adayacağız. Bizim üzerimizdeki emeklerinizin karşılığını ne bu dünyada ne de başka bir dünyada verebilmemiz mümkün değil. Size milyonlarca teşekkür borçluyuz. Bizi sevgiyle büyüttüğünüz için... Bize insan olmayı öğrettiğiniz için... Bize erdemli, onurlu bir hayat sunduğunuz için... Bizi insani değerlerle donattığınız için... Size sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Sağolun, varolun. Allah size daha nice uzun ömürler versin, sizi başımızdan eksik etmesin. Çocuklarınız.'
İlan keşke biraz daha sevimli olsaymış... Ölüm ilanlarının bulunduğu sayfada yayınlanmış olmamasına rağmen, keşke ölüm ilanlarından biraz daha kopuk bir anlayışla tasarlansaymış... Buna rağmen insanın içini ısıtan bir farklılık örneği...
Devir tüketmenin devri. Devir, kültür ve değerlerin anlamını yitirmeye yüz tuttuğu devir... Ama belli ki değerleri tüketmeyen insanlar da var bu dünyada...