Şiddete 'kulak' vermek tehlikelidir...
07 Ekim 2009 Akşam Gazetesi
Sanki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan değil, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez konuşuyor. Yer, mekan, zamanlama, üslup, jestüel öyle...
Erdoğan toplantıya katılmak için dünyanın dört bir yanından gelmiş konukları uyarıyor: 'Dünyadan yükselen çığlığa, taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak vermemiz gerekir... Küresel ekonomiye yön veren herkesin, yani sizlerin başını iki elinin arasına alarak, nerede yanlış yapıldığını enine boyuna düşünmeniz kaçınılmazdır'
Tam ters köşe... Ne beklenir?.. 'Üç beş baldırı çıplağa' kulak asmamak... Protestoları ağzına bile almamak... Canlı yayınlarda TV'lerin 1.000-1.500 kişi olduklarını belirttikleri protestocuların, IMF'yle hiçbir ilişkisi olmayan mağaza sahiplerini mağdur edecek taşkınlıklarını, vitrin camlarını taşla sopayla tekmeyle yerle bir etmelerini, şiddeti destekliyormuş algısı yaratmamak...
Ancak Başbakan tam da tersini yaptı... Muhalefete, hatta aşırı uç temsilcisi politikacılara -bu arada Chavez'e- yakışacak bir tavır takınmayı tercih etti... İçişleri Bakanlığı'na bağlı emniyet güçleri, IMF ve Dünya Bankası görüşmelerinin yapıldığı Kongre Vadisi'ine doğru yürüyüşe geçmeleri karşısında göstericileri dağıtmak için hayli sert bir şekilde müdahale ederken, Başbakan bu şiddetli protestoya 'Kulak verilmesi gerekliliğine' işaret ediyordu... Hayli talihsiz; aceleye gelmiş ve ne zaman aceleye, telaşa gelse o zaman Erdoğan'ı zor durumda bırakan o 'amatör içtenlik', Başbakan'ı bir kez daha keyifsiz bir algılama ortamına itti...
Günün en dramatik anı hangisiydi biliyor musunuz? Başbakan'ın konvoyunun 'çalışma ofisine giderken' Beşiktaş'ta o 'kulak verilmesini' istediği protestoculardan 100 kadarıyla karşılaştığı an...
Allah'tan şaşkınlıkla bir an tereddüt geçirdiler ve Başbakan'ı fark edemediler... Yoksa o grup, Erdoğan'ın kendilerine gerçekten 'kulaklarını vermesini' isteyebilirler; ya da korumaların en küçük panikleri şuursuzca silaha sarılmalarına neden olabilir, ortalık kan gölüne dönebilirdi... Dedik ya, Allah korudu...
Belli ki Başbakan IMF'ye biraz 'sopa göstermek' istemiş... Ancak yöntem bu mu olmalıydı?.. Tartışılır... Çünkü bunun yarını da var... Şiddeti destekler duruma düşmek; -iyi niyetli bile olsa- protestonun 'servet düşmanlığı' boyutuna taşınmasına ses çıkarmamak; hatta uluslararası siyasette bu protestoları kullanmaya kalkmak çok risklidir...
Sokak gösterilerini, göstericileri, sokak şiddetini bugün işinize geldiği için destekler görünürseniz, yarın 'işinize gelmediğinde' kınamaya kalktığınızda, inandırıcı olmak konusunda zorlanabilirsiniz...
Burası Davos değil. 'İçten' bir tavırla 'Daha da İstanbul'a gelmem!' falan diyecek halimiz yok. Burada ev sahibi biziz. Ve her ev sahibi gibi konuklarımızın güven ve huzurundan biz sorumluyuz... O huzuru bozmak için şiddete başvuranları savunamayız...
Pisuvar deyip geçmemek gerek!..
Bir tek pisuvarın, yani erkeklerin 'küçük tuvaletlerini' yaptıkları o sistemin, yılda kaç ton su harcadığını bilmiyordum... Daha önce medyada çıkmış. Ben görmemişim... Yapı Kredi Plaza C Blok'un hemen giriş katındaki tuvaletlere girince gördüm... Yaklaşık 130 ton su harcıyormuş bir pisuvar... Akıl alır gibi değil ama gerçek. Alt tarafı 'küçük abdest' işte... Ama tükettiği su günümüz dünya koşullarında ciddi tehdit oluşturacak boyutta...
Tuvaletteki sistemde 'Falcon Susuz Pisuvar'lar kullanılmış. Oraya da koskocaman yazmışlar, ne kadar su tasarruf edildiğini belirtmişler... Def-i hacette bulunurken okuyorsunuz... Web sitesinin adresini de vermişler: www.allimeks.com.tr. Mutlaka girin bakın... Çok etkileyici... Özellikle meselenin sorumluluk boyutu ile ilgili yazdıkları...
Falcon firması Türkiye dışında 52 ülkeye daha su kullanmadan kendi kendini temizleyen pisuvar satıyormuş... Üretim Türkiye'de, Zonguldak'ta yapılıyormuş... Ortadoğu pazarına mal buradan gönderilecekmiş...
Küçük tuvaletini yaparken insanın dünyada yaşam konusunda duyulan sorumluluğu paylaşması çok keyifli bir duygu...
Sanki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan değil, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez konuşuyor. Yer, mekan, zamanlama, üslup, jestüel öyle...
Erdoğan toplantıya katılmak için dünyanın dört bir yanından gelmiş konukları uyarıyor: 'Dünyadan yükselen çığlığa, taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak vermemiz gerekir... Küresel ekonomiye yön veren herkesin, yani sizlerin başını iki elinin arasına alarak, nerede yanlış yapıldığını enine boyuna düşünmeniz kaçınılmazdır'
Tam ters köşe... Ne beklenir?.. 'Üç beş baldırı çıplağa' kulak asmamak... Protestoları ağzına bile almamak... Canlı yayınlarda TV'lerin 1.000-1.500 kişi olduklarını belirttikleri protestocuların, IMF'yle hiçbir ilişkisi olmayan mağaza sahiplerini mağdur edecek taşkınlıklarını, vitrin camlarını taşla sopayla tekmeyle yerle bir etmelerini, şiddeti destekliyormuş algısı yaratmamak...
Ancak Başbakan tam da tersini yaptı... Muhalefete, hatta aşırı uç temsilcisi politikacılara -bu arada Chavez'e- yakışacak bir tavır takınmayı tercih etti... İçişleri Bakanlığı'na bağlı emniyet güçleri, IMF ve Dünya Bankası görüşmelerinin yapıldığı Kongre Vadisi'ine doğru yürüyüşe geçmeleri karşısında göstericileri dağıtmak için hayli sert bir şekilde müdahale ederken, Başbakan bu şiddetli protestoya 'Kulak verilmesi gerekliliğine' işaret ediyordu... Hayli talihsiz; aceleye gelmiş ve ne zaman aceleye, telaşa gelse o zaman Erdoğan'ı zor durumda bırakan o 'amatör içtenlik', Başbakan'ı bir kez daha keyifsiz bir algılama ortamına itti...
Günün en dramatik anı hangisiydi biliyor musunuz? Başbakan'ın konvoyunun 'çalışma ofisine giderken' Beşiktaş'ta o 'kulak verilmesini' istediği protestoculardan 100 kadarıyla karşılaştığı an...
Allah'tan şaşkınlıkla bir an tereddüt geçirdiler ve Başbakan'ı fark edemediler... Yoksa o grup, Erdoğan'ın kendilerine gerçekten 'kulaklarını vermesini' isteyebilirler; ya da korumaların en küçük panikleri şuursuzca silaha sarılmalarına neden olabilir, ortalık kan gölüne dönebilirdi... Dedik ya, Allah korudu...
Belli ki Başbakan IMF'ye biraz 'sopa göstermek' istemiş... Ancak yöntem bu mu olmalıydı?.. Tartışılır... Çünkü bunun yarını da var... Şiddeti destekler duruma düşmek; -iyi niyetli bile olsa- protestonun 'servet düşmanlığı' boyutuna taşınmasına ses çıkarmamak; hatta uluslararası siyasette bu protestoları kullanmaya kalkmak çok risklidir...
Sokak gösterilerini, göstericileri, sokak şiddetini bugün işinize geldiği için destekler görünürseniz, yarın 'işinize gelmediğinde' kınamaya kalktığınızda, inandırıcı olmak konusunda zorlanabilirsiniz...
Burası Davos değil. 'İçten' bir tavırla 'Daha da İstanbul'a gelmem!' falan diyecek halimiz yok. Burada ev sahibi biziz. Ve her ev sahibi gibi konuklarımızın güven ve huzurundan biz sorumluyuz... O huzuru bozmak için şiddete başvuranları savunamayız...
Pisuvar deyip geçmemek gerek!..
Bir tek pisuvarın, yani erkeklerin 'küçük tuvaletlerini' yaptıkları o sistemin, yılda kaç ton su harcadığını bilmiyordum... Daha önce medyada çıkmış. Ben görmemişim... Yapı Kredi Plaza C Blok'un hemen giriş katındaki tuvaletlere girince gördüm... Yaklaşık 130 ton su harcıyormuş bir pisuvar... Akıl alır gibi değil ama gerçek. Alt tarafı 'küçük abdest' işte... Ama tükettiği su günümüz dünya koşullarında ciddi tehdit oluşturacak boyutta...
Tuvaletteki sistemde 'Falcon Susuz Pisuvar'lar kullanılmış. Oraya da koskocaman yazmışlar, ne kadar su tasarruf edildiğini belirtmişler... Def-i hacette bulunurken okuyorsunuz... Web sitesinin adresini de vermişler: www.allimeks.com.tr. Mutlaka girin bakın... Çok etkileyici... Özellikle meselenin sorumluluk boyutu ile ilgili yazdıkları...
Falcon firması Türkiye dışında 52 ülkeye daha su kullanmadan kendi kendini temizleyen pisuvar satıyormuş... Üretim Türkiye'de, Zonguldak'ta yapılıyormuş... Ortadoğu pazarına mal buradan gönderilecekmiş...
Küçük tuvaletini yaparken insanın dünyada yaşam konusunda duyulan sorumluluğu paylaşması çok keyifli bir duygu...