Sinan Aygün yine yaptı iletişim numarasını
19 HAZİRAN 2005
Türkiye’de publicity’yi (medyada görünürlük), “medyada haberim çıksın da nasıl çıkarsa çıksın” taktiğini en iyi uygulayanlardan biri hiç şüphesiz Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’dür. Fatih Ürek’in ilkel bir Publicity numarası olarak “Kırkpınar Ağalığına soyunacağını” açıklamasını bile ciddiye alıp çarşaf çarşaf haber yapan bazı yayın organları olduğu sürece, Aygün bu işten daha çok ekmek yer. Ben de onu hayranlıkla izlemeye devam ederim. Bu işleri de bizim seçmen bir süre yer. Bu nedenle gelecek seçimlerde bir numaralı adayımdır Sinan Aygün.
2004 haziranında emekli bir polis memuruna yaptırdığı ve içinde “Mafya babası olmasaydınız ne olurdunuz?” şeklinde soruların da bulunduğu iddia edilen araştırma da aynı medya grubunda yankı bulmuştu. Düşünün mafya babası anket dolduruyor: Gelirim şu, giderim bu, baba olmasaydım avukat olurdum, gibi yanıtlar veriyor... Bu da ciddi bir araştırma olarak yayınlanıyor...
Aygün’ün publicity çıkışlı etkinliklerini alta alta yazın çok eğlenirsiniz: Kedi Köpek Güzelllik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nı, basın toplantısına hamallara getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını göstermesi; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir marka gibi davrandığını açıklaması; Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini tespit etmesi; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi...
Sinan Aygün’ün son sansasyonu ne yazık ki araya gitti. Sadece bir gazetede geniş olarak yer alabilmiş. ATO’nun sempatik Başkanı bu kez Time dergisi abonelerine 600 bin DVD dağıtmış. Bir kısmında Türkiye’nin tanıtımının yapıldığı DVD’nin uzunca bir bölümü Ermeni meselesine ayrılmış. Aygün her ne kadar “Bilmiyordum. İşi TRT yapmış. Genel Kurmay da onay vermiş. İyi ki hatırlattınız bundan sonra bu iddiayı ben de kullanırım” gibi tezler ileri sürse de, Türkiye’nin resmi tezlerinde bugüne kadar altı hiç çizilmemiş bir iddia ortalığı karıştırmış. AB’nin canını sıkılmış. Herhalde bizimkilerin de eli zora sokulmuştur. Çünkü DVD’de Ermenilerin Nazi’lerin işbirlikçisi olduğu iddiası yer alıyormuş. AB’nin canının sıkıldığını iddia eden Türkiye Raportörü Camiel Eurlings’e Aygün zehir zıkkım bir de mektup döşenmiş.
Bakalım Aygün’ün bu seferki sansasyonunda iş nereye varacak? Ülke iletişimi bir bütün halinde yürütülmelidir. Doğru. Devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları birlikte hareket etmelidir. Bu da doğru. Ama belli bir stratejik hedef doğrultusunda ve koordinasyon dahilinde. Yoksa gazetede haber olayım diye, kafası kesik tavuk gibi oradan oraya savrularak değil.
Benim ‘Beyaz İnci Ödülüm’ Müco’ya
Türkiye TV endüstrisinde çok önemli bir açık kapandı. Beyaz İnci TV ödülleri dağıtıldı. Bir kere jürinin her kanaldan 200 kişiye yakın olması, tarafsızlığın altını çiziyor. Sürpriz sonuç olmaması jürinin halkın tercihlerini de yansıttığını gösteriyor. Bir de belki bir web sitesinde jüri üyelerinin adları tek tek açıklanmalıydı. Mükemmel bir yayın gerçekleştirmiş olan ATV’yi de, popüler kültür alanında yapılan ciddi işlere destek veren Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da kutluyorum.
Şimdi müsaade ederseniz, benim TV alanındaki birincimi açıklayacağım: Aliye dizisindeki Müco (Barış Falay)!
Neden mi Müco benim adamım? Bir: Müco, 80’lerde başlayan ve halen kısmen sürmekte olan ‘neşeli cahiliye devri’nin değerlerden kültürden bihaber, ‘iş bitirici’ fakat son tahlilde İngilizcesiyle söyleyelim ‘looser’ (sürekli kaybeden) iş adamını olağanüstü bir başarıyla canlandırıyor. İki: Herkesten daha akıllı ve zeki olduğumuz için herkesten daha kolay ve kısa yoldan köşe dönebilme inancımızı ve arzumuzu mükemmel gıdıklıyor. Üç: Negatif bir tipin de son derece sempatik oynanabileceği B. Brecht’den bu yana iddia edilir durur. Fakat bunu becerebilen dünyada bile çok az sayıda oyuncu vardır. İşte bu nedenle benim Beyaz İncim Müco’ya!..
Bir lokma adalet lütfen!
Türkiye’ye dışarıdan gelen Guru’lara itibar edilmesine itirazım yok. Her ne kadar matematik gurusu, tıp gurusu, fizik gurusu, tarih gurusuna rastlanmazken; iletişim, ekonomi, strateji gibi alanlarda mebzul miktarda guru bulunmasını garipsesem ve kendimi zaman zaman “acaba şu guru meselesi sadece bir ticari numara mı” diye öküz altında buzağı ararken yakalasam da, Her Guru’yu da ‘kuru – yaş’ esprisi içinde ele almamaktan yanayım...
Benim medya ve iş dünyasından beklediğim bir lokma adalet. Tamam, gurulara destek verin ama, biraz da bizimkileri görün. Örneğin, IPRA’nın (Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği) 50’inci yılındaki Dünya Kongresi 26-28 Haziran’da İstanbul’da düzenlenecek. Yüzlerce ülkeden binlerce ‘etkileyici’ İstanbul’a gelecek. Nerede tüm medyanın desteği? Nerede Türkiye’nin tanıtımı üzerine ahkâm kesen özel sektör? Kaç tanesi sponsor bu dev organizasyona?
Mentor Executive Coaching şirketinin yönetici ortağı Hande Yaşargil 12-13 Mayıs’da CIPD’nin bu yıl Dublin’de düzenlenen Uluslararası İnsan Kaynakları Konferansı’nda Koçluk ve Mentorluk üzerine önemli bir tebliğ sunmuş. Nerede bu sunumun özeti ve Hande Hanımla yapılmış röportajlar.
Ya da Marka Ajans’ın sahibi Hulusi Derici London International Awards Büyük Jürisi’ne seçilmiş. Haydi ‘bizden adam çıkmaz’ diye bu haberlere itibar etmiyorsunuz; hiç mi merak etmiyorsunuz, onca yıl ödüllere karşı çıkan, Kristal Elma’yı eleştiren Hulusi Derici bu görevi niye kabul etmiş? Dedik ya, biraz daha özgüven, bir lokma daha adalet... Hepsi bu...
15 Temmuz’u not edin!
Keşke başkası sponsor olsaydı da ballandıra ballandıra yazsaydım. İş bizim gazetenin olunca ne hikmetse elimiz kolumuz bağlanıyor. Hani misafirin yanında ayıp olmasın diye çocuklarına sevgi gösterisinde bulunmaktan çekinen anne – baba’lar misali... Oysa iletişim adına iş çok renkli ve başarılı.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın sahipliğinde düzenlenen “Deniz Kuvvetleri Kupası, Sabah Açık Deniz Yarışları” Türkiye’nin en büyük açık deniz yat yarışı. Sabah ve ATV geniş yer verecekler. Yarış canlı yayınlarla ekrana taşınacak. İşin bu tarafı standart. Fakat bu yıl iki önemli fark var. Bir kere yarış yıllar öncesi gibi yine uluslararası bir niteliğe bürünüyor; ikincisi de 15 Temmuzdaki start büyük bir açık hava şöleni haline gelmiş. SAT komandoları ve Deniz Kuvvetleri birimlerinin gösterileriyle katılacağı, Anadolu’dan gelecek davetli çocukların tekneleri gezme fırsatı bulacağı startı sahilden izlemek de büyük keyif olacak. Bu yarış 18 Temmuz’da Çeşme’de bittikten sonra tekneler bu kez “Çaka bey - Doğu Ege Yat Haftası” için Bodrum Turgut Reis’e doğru yelken açacaklar.
Üç bir yanı denizlerle çevrili fakat buna rağmen denize yabancı ülke insanımıza, Vakko’nun İstanbul’da düzenlediği ve kıyı şeridi boyunca keyifle izlenen İstanbul yarışları bir ışık yakmıştı. Şimdi de Deniz Kuvvetleri Kupası bu ışığı doruklara taşıyacak gibi. İstanbul ve Bozcaada startlarını kaçırmak hata olur. Tavsiye ederim.
Altını doldururlarsa işlem tamam
Hem güzel hem de etkili reklam bulmak zor iş. Garanti Bankası bunu yine başarmış. Pek çok banka 10 yıl ve daha fazlası vadeyle konut kredisi verdiğini açıklıyor. İnsanın düşlediği bir eve ulaşabileceği gibi pek çoğunun kuru bir ifade ile dile getirebileceği bir vaat bundan daha net ve daha sevimli bir üslupla nasıl verilebilirdi acaba? Sadece 5 milyarı olduğu için dalga geçilen gence ya da gördükleri evi almalarının imkansız olduğu ifade edilen çifte sahip çıkan tipleme müthiş.
Bir küçük tehlike var tabii. Bu vaadi dikkate alıp Garanti Bankası şubelerine koşan herkesin bu krediye sahip olamayacağını, bunun için belli koşulların yerine getirilmesi gerektiğini insanlar öğrendiklerinde ne tür bir düş kırıklığına uğrayabileceğini ve bunun markaya ne denli zarar verebileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Bu nedenle Garanti’nin reklam filminde ortaya koyduğu son derece etkili vaadin altını yazılı basın reklamlarında mutlaka doldurması gerekiyor.
Bankanın “Her şey daha güzel olacak” şeklindeki sloganının bir çocuk saflığında söylenmiş bir ‘iyi dilek’ mesajı olarak havada dolaşmaması, “Bir markanın reklamını en iyi müşterisi yapar!” konseptinin ete kemiğe bürünmesine bağlı.
Ufuk turu
- Marka olabilmenin en önemli unsurlarından brand extention (Marka genişlemesi) ile ilgili her yerde karşımıza iyi örnekler çıkmıyor. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet’in Kitap ekinde yer alan Cross’un okuryazar gözlüğü reklamı bu konuya cuk diye uyuyor. Göz doktorlarının test için kullandığı harf tablosuna benzetilen reklamda “Cross’la yazın, Cross okuryazar gözlüğü ile okuyun” mesajı veriliyor. Hem doğru mecra hem de başarılı bir marka genişlemesi.
- İlk defa Avea’dan satış yönelimli değil de duygusal ve daha çok itibar yönelimli bir reklam görüyorum. Nereye oturtacağımı tam bilemediğim Tarkan’lı reklamlardan sonra çok iyi geldi. Yatılı okulda öğrencileriyle ilgilenen şefkatli nöbetçi öğretmenle, evinde çocuklarını uyutan eşinin diyaloğu müthiş. Avea yakaladığı bu ince ‘damarı’ sürdürmeli.
- Pepsi Cola’nın büyük boyunun TV reklamlarını gördünüz mü? Ben gördüm. İzlerken de bir tuhaf oldum. Karşı binanın üst katlarında birileri cam silse bile ben bakamam. İçim burkulur. Bu filmde ise çelik konstrüksiyon halinde inşa edilen bir gökdelenin tepesinde genç işçiler, üzerinde zor ayakta durulabilecek putrellerin tepesinde birbirlerine litrelik Pepsi’leri atıp tutuyorlar. Herhalde stüdyoda çekilmiş ama yürek dayanmıyor. Slogan da etkili: “Tutması kolay, bırakması zor!”
2004 haziranında emekli bir polis memuruna yaptırdığı ve içinde “Mafya babası olmasaydınız ne olurdunuz?” şeklinde soruların da bulunduğu iddia edilen araştırma da aynı medya grubunda yankı bulmuştu. Düşünün mafya babası anket dolduruyor: Gelirim şu, giderim bu, baba olmasaydım avukat olurdum, gibi yanıtlar veriyor... Bu da ciddi bir araştırma olarak yayınlanıyor...
Aygün’ün publicity çıkışlı etkinliklerini alta alta yazın çok eğlenirsiniz: Kedi Köpek Güzelllik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nı, basın toplantısına hamallara getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını göstermesi; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir marka gibi davrandığını açıklaması; Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini tespit etmesi; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi...
Sinan Aygün’ün son sansasyonu ne yazık ki araya gitti. Sadece bir gazetede geniş olarak yer alabilmiş. ATO’nun sempatik Başkanı bu kez Time dergisi abonelerine 600 bin DVD dağıtmış. Bir kısmında Türkiye’nin tanıtımının yapıldığı DVD’nin uzunca bir bölümü Ermeni meselesine ayrılmış. Aygün her ne kadar “Bilmiyordum. İşi TRT yapmış. Genel Kurmay da onay vermiş. İyi ki hatırlattınız bundan sonra bu iddiayı ben de kullanırım” gibi tezler ileri sürse de, Türkiye’nin resmi tezlerinde bugüne kadar altı hiç çizilmemiş bir iddia ortalığı karıştırmış. AB’nin canını sıkılmış. Herhalde bizimkilerin de eli zora sokulmuştur. Çünkü DVD’de Ermenilerin Nazi’lerin işbirlikçisi olduğu iddiası yer alıyormuş. AB’nin canının sıkıldığını iddia eden Türkiye Raportörü Camiel Eurlings’e Aygün zehir zıkkım bir de mektup döşenmiş.
Bakalım Aygün’ün bu seferki sansasyonunda iş nereye varacak? Ülke iletişimi bir bütün halinde yürütülmelidir. Doğru. Devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları birlikte hareket etmelidir. Bu da doğru. Ama belli bir stratejik hedef doğrultusunda ve koordinasyon dahilinde. Yoksa gazetede haber olayım diye, kafası kesik tavuk gibi oradan oraya savrularak değil.
Benim ‘Beyaz İnci Ödülüm’ Müco’ya
Türkiye TV endüstrisinde çok önemli bir açık kapandı. Beyaz İnci TV ödülleri dağıtıldı. Bir kere jürinin her kanaldan 200 kişiye yakın olması, tarafsızlığın altını çiziyor. Sürpriz sonuç olmaması jürinin halkın tercihlerini de yansıttığını gösteriyor. Bir de belki bir web sitesinde jüri üyelerinin adları tek tek açıklanmalıydı. Mükemmel bir yayın gerçekleştirmiş olan ATV’yi de, popüler kültür alanında yapılan ciddi işlere destek veren Başbakan Tayyip Erdoğan’ı da kutluyorum.
Şimdi müsaade ederseniz, benim TV alanındaki birincimi açıklayacağım: Aliye dizisindeki Müco (Barış Falay)!
Neden mi Müco benim adamım? Bir: Müco, 80’lerde başlayan ve halen kısmen sürmekte olan ‘neşeli cahiliye devri’nin değerlerden kültürden bihaber, ‘iş bitirici’ fakat son tahlilde İngilizcesiyle söyleyelim ‘looser’ (sürekli kaybeden) iş adamını olağanüstü bir başarıyla canlandırıyor. İki: Herkesten daha akıllı ve zeki olduğumuz için herkesten daha kolay ve kısa yoldan köşe dönebilme inancımızı ve arzumuzu mükemmel gıdıklıyor. Üç: Negatif bir tipin de son derece sempatik oynanabileceği B. Brecht’den bu yana iddia edilir durur. Fakat bunu becerebilen dünyada bile çok az sayıda oyuncu vardır. İşte bu nedenle benim Beyaz İncim Müco’ya!..
Bir lokma adalet lütfen!
Türkiye’ye dışarıdan gelen Guru’lara itibar edilmesine itirazım yok. Her ne kadar matematik gurusu, tıp gurusu, fizik gurusu, tarih gurusuna rastlanmazken; iletişim, ekonomi, strateji gibi alanlarda mebzul miktarda guru bulunmasını garipsesem ve kendimi zaman zaman “acaba şu guru meselesi sadece bir ticari numara mı” diye öküz altında buzağı ararken yakalasam da, Her Guru’yu da ‘kuru – yaş’ esprisi içinde ele almamaktan yanayım...
Benim medya ve iş dünyasından beklediğim bir lokma adalet. Tamam, gurulara destek verin ama, biraz da bizimkileri görün. Örneğin, IPRA’nın (Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği) 50’inci yılındaki Dünya Kongresi 26-28 Haziran’da İstanbul’da düzenlenecek. Yüzlerce ülkeden binlerce ‘etkileyici’ İstanbul’a gelecek. Nerede tüm medyanın desteği? Nerede Türkiye’nin tanıtımı üzerine ahkâm kesen özel sektör? Kaç tanesi sponsor bu dev organizasyona?
Mentor Executive Coaching şirketinin yönetici ortağı Hande Yaşargil 12-13 Mayıs’da CIPD’nin bu yıl Dublin’de düzenlenen Uluslararası İnsan Kaynakları Konferansı’nda Koçluk ve Mentorluk üzerine önemli bir tebliğ sunmuş. Nerede bu sunumun özeti ve Hande Hanımla yapılmış röportajlar.
Ya da Marka Ajans’ın sahibi Hulusi Derici London International Awards Büyük Jürisi’ne seçilmiş. Haydi ‘bizden adam çıkmaz’ diye bu haberlere itibar etmiyorsunuz; hiç mi merak etmiyorsunuz, onca yıl ödüllere karşı çıkan, Kristal Elma’yı eleştiren Hulusi Derici bu görevi niye kabul etmiş? Dedik ya, biraz daha özgüven, bir lokma daha adalet... Hepsi bu...
15 Temmuz’u not edin!
Keşke başkası sponsor olsaydı da ballandıra ballandıra yazsaydım. İş bizim gazetenin olunca ne hikmetse elimiz kolumuz bağlanıyor. Hani misafirin yanında ayıp olmasın diye çocuklarına sevgi gösterisinde bulunmaktan çekinen anne – baba’lar misali... Oysa iletişim adına iş çok renkli ve başarılı.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın sahipliğinde düzenlenen “Deniz Kuvvetleri Kupası, Sabah Açık Deniz Yarışları” Türkiye’nin en büyük açık deniz yat yarışı. Sabah ve ATV geniş yer verecekler. Yarış canlı yayınlarla ekrana taşınacak. İşin bu tarafı standart. Fakat bu yıl iki önemli fark var. Bir kere yarış yıllar öncesi gibi yine uluslararası bir niteliğe bürünüyor; ikincisi de 15 Temmuzdaki start büyük bir açık hava şöleni haline gelmiş. SAT komandoları ve Deniz Kuvvetleri birimlerinin gösterileriyle katılacağı, Anadolu’dan gelecek davetli çocukların tekneleri gezme fırsatı bulacağı startı sahilden izlemek de büyük keyif olacak. Bu yarış 18 Temmuz’da Çeşme’de bittikten sonra tekneler bu kez “Çaka bey - Doğu Ege Yat Haftası” için Bodrum Turgut Reis’e doğru yelken açacaklar.
Üç bir yanı denizlerle çevrili fakat buna rağmen denize yabancı ülke insanımıza, Vakko’nun İstanbul’da düzenlediği ve kıyı şeridi boyunca keyifle izlenen İstanbul yarışları bir ışık yakmıştı. Şimdi de Deniz Kuvvetleri Kupası bu ışığı doruklara taşıyacak gibi. İstanbul ve Bozcaada startlarını kaçırmak hata olur. Tavsiye ederim.
Altını doldururlarsa işlem tamam
Hem güzel hem de etkili reklam bulmak zor iş. Garanti Bankası bunu yine başarmış. Pek çok banka 10 yıl ve daha fazlası vadeyle konut kredisi verdiğini açıklıyor. İnsanın düşlediği bir eve ulaşabileceği gibi pek çoğunun kuru bir ifade ile dile getirebileceği bir vaat bundan daha net ve daha sevimli bir üslupla nasıl verilebilirdi acaba? Sadece 5 milyarı olduğu için dalga geçilen gence ya da gördükleri evi almalarının imkansız olduğu ifade edilen çifte sahip çıkan tipleme müthiş.
Bir küçük tehlike var tabii. Bu vaadi dikkate alıp Garanti Bankası şubelerine koşan herkesin bu krediye sahip olamayacağını, bunun için belli koşulların yerine getirilmesi gerektiğini insanlar öğrendiklerinde ne tür bir düş kırıklığına uğrayabileceğini ve bunun markaya ne denli zarar verebileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Bu nedenle Garanti’nin reklam filminde ortaya koyduğu son derece etkili vaadin altını yazılı basın reklamlarında mutlaka doldurması gerekiyor.
Bankanın “Her şey daha güzel olacak” şeklindeki sloganının bir çocuk saflığında söylenmiş bir ‘iyi dilek’ mesajı olarak havada dolaşmaması, “Bir markanın reklamını en iyi müşterisi yapar!” konseptinin ete kemiğe bürünmesine bağlı.
Ufuk turu
- Marka olabilmenin en önemli unsurlarından brand extention (Marka genişlemesi) ile ilgili her yerde karşımıza iyi örnekler çıkmıyor. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet’in Kitap ekinde yer alan Cross’un okuryazar gözlüğü reklamı bu konuya cuk diye uyuyor. Göz doktorlarının test için kullandığı harf tablosuna benzetilen reklamda “Cross’la yazın, Cross okuryazar gözlüğü ile okuyun” mesajı veriliyor. Hem doğru mecra hem de başarılı bir marka genişlemesi.
- İlk defa Avea’dan satış yönelimli değil de duygusal ve daha çok itibar yönelimli bir reklam görüyorum. Nereye oturtacağımı tam bilemediğim Tarkan’lı reklamlardan sonra çok iyi geldi. Yatılı okulda öğrencileriyle ilgilenen şefkatli nöbetçi öğretmenle, evinde çocuklarını uyutan eşinin diyaloğu müthiş. Avea yakaladığı bu ince ‘damarı’ sürdürmeli.
- Pepsi Cola’nın büyük boyunun TV reklamlarını gördünüz mü? Ben gördüm. İzlerken de bir tuhaf oldum. Karşı binanın üst katlarında birileri cam silse bile ben bakamam. İçim burkulur. Bu filmde ise çelik konstrüksiyon halinde inşa edilen bir gökdelenin tepesinde genç işçiler, üzerinde zor ayakta durulabilecek putrellerin tepesinde birbirlerine litrelik Pepsi’leri atıp tutuyorlar. Herhalde stüdyoda çekilmiş ama yürek dayanmıyor. Slogan da etkili: “Tutması kolay, bırakması zor!”