Siyasi gerginlikten biraz uzaklaşalım mı?..
08 HAZİRAN 2011
Türkiye’nin şu gergin seçim atmosferine tam da uygun bir ‘soyutlama dünyasında’ minik bir tur yapmaya ne dersiniz?
Sevgili dostum Dücane Cündioğlu, son dönemde “Felsefe ve Sanat” derslerine ağırlık vermişti. (Bkz. onun adına yönetilen Facebook sayfaları). Bu arada TRT Türk’ün belgesel ekibiyle Cordoba’ya gittiğini biliyorduk. Nihayet Cuma akşamı TRT Türk kanalında yayınlanan “Kentler ve Gölgeler” adlı belgeseli izledik. Kaçıranlar internetteki videosunu izlemeliler... Kurtuba Camii ve İbn Rüşd’ü ve de özellikle İbn-i Rüşd ile İbn-i Arabi arasında saatler süren “üç cümlelik muhabbeti” Dücane Cündioğlu’ndan dinlemek başka âlem... Sonradan hikâyeleştirilen Kurtuba’daki o büyük tanışmada ikisinin saatler boyu sustuğu ve ilk olarak İbn-i Rüşd’ün ağzından “evet” sözcüğünün çıktığı söylenir. Sonra düşünme sırası İbn-i Arabi’ye gelir ve o da saatlerce sustuktan sonra “evet” der. Yine derin düşüncelere dalan İbn-i Rüşt, “evet” diyerek sessizliği bozarken sıra tekrar İbn-i Arabi’ye gelir. Suskunluk yeniden başlar ve İbn-i Arabi bu kez “hayır” der. Bir çırpıda anlamanın imkânsız olduğu bu muhabbetle ilgili olarak İbn-i Rüşd şöyle demiştir: “Hayret bu genç benim bildiklerimi görüyor.”
Cündioğlu’nun “Anadolu irfanının yapıtaşlarından biri olan” diye hayırla yad ettiği İbn-i Arabi de şöyle diyecektir: “Hayret, İbn-i Rüşd benim gördüklerimi biliyor.”
Nasıl? Siyasetin, konuşmanın ‘azdığı’ bir dönemde bu satırlar iyi gelmedi mi?
Hollywood’dan bir “algı yönetimi” filmi daha.
NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels, “Amerika, CIA ya da ordusu ile giremediği yerlere MTV ve Hollywood`u gönderir” diyordu. Günümüzde Hollywood’dan öyle filmler çıkıyor ki, bu filmlerin her biri “algılama yönetimi”nin tüm kurallarıyla devrede olduğu büyük dersler olarak iletişim tarihine de geçiyorlar.
Başbakanımızın 2009’daki ünlü Davos zirvesinde “One minute” diyerek isyan ettiği moderatör David Ignatius’un aynı zamanda Ortadoğu’nun ruhunu ve coğrafyasını gözü kapalı, ezbere okuyan bir senarist olarak hikayesini yazdığı filmi meraklıları hatırlayacaklardır: Leonardo DiCaprio ile Russel Crowe’un oynadığı “Body of Lies”... Ya da Brad Pitt ile Robert Redford’un başrolleri paylaştıkları “Spy Game”i…
Peki ya “Charlie Wilson’s War” adlı filmdeki “Afganistan gerçeği”ni izleyenlerin akıllarında neler kalmıştır acaba? Hani şu, Afganistan’daki Sovyet işgaline direnen mücahitlere illegal yollardan maddi ve manevi olarak, paradan silaha her açıdan destek veren kongre üyesi Charlie Wilson... Tom Hanks her zamanki gibi muhteşem bir oyun sergiliyordu o filmde...
Bu türden filmleri çoğaltmak mümkün... Şimdi sıra Gürcistan’da... Andy Garcia’nın, Saakaşvili’yi canlandırdığı, beş gün süren Rusya-Gürcistan savaşının filmi vizyona girecek. “Five Days of August” adlı filmin galası Tiflis’te yapılmış. Andy Garcia, gazetecilere, “Bu savaş karşıtı bir film. Biz trajedileri bir kez daha yaşanmasın diye gösteriyoruz” diyerek yönetmenin rolünü çalmış. Çalsın, zaten yönetmen Renny Harlin de üç aşağı beş yukarı böyle laflar edecekti… “Biz, Amerikan dış politikasının arzu ettiği biçimde, dünyadaki algılamayı yöneten senaryoların temel mesajlarını, en son teknolojiyle, seyirciyi damarından yakalayarak en çarpıcı kurguyla film haline getiririz” diyecek hali yoktu ya!
Görsel belleğimde benim için hâlâ Modigliani olarak kalan Andy Garcia’dan nasıl bir Saakaşvili çıkacağını çok merak ediyorum.
Sevgili dostum Dücane Cündioğlu, son dönemde “Felsefe ve Sanat” derslerine ağırlık vermişti. (Bkz. onun adına yönetilen Facebook sayfaları). Bu arada TRT Türk’ün belgesel ekibiyle Cordoba’ya gittiğini biliyorduk. Nihayet Cuma akşamı TRT Türk kanalında yayınlanan “Kentler ve Gölgeler” adlı belgeseli izledik. Kaçıranlar internetteki videosunu izlemeliler... Kurtuba Camii ve İbn Rüşd’ü ve de özellikle İbn-i Rüşd ile İbn-i Arabi arasında saatler süren “üç cümlelik muhabbeti” Dücane Cündioğlu’ndan dinlemek başka âlem... Sonradan hikâyeleştirilen Kurtuba’daki o büyük tanışmada ikisinin saatler boyu sustuğu ve ilk olarak İbn-i Rüşd’ün ağzından “evet” sözcüğünün çıktığı söylenir. Sonra düşünme sırası İbn-i Arabi’ye gelir ve o da saatlerce sustuktan sonra “evet” der. Yine derin düşüncelere dalan İbn-i Rüşt, “evet” diyerek sessizliği bozarken sıra tekrar İbn-i Arabi’ye gelir. Suskunluk yeniden başlar ve İbn-i Arabi bu kez “hayır” der. Bir çırpıda anlamanın imkânsız olduğu bu muhabbetle ilgili olarak İbn-i Rüşd şöyle demiştir: “Hayret bu genç benim bildiklerimi görüyor.”
Cündioğlu’nun “Anadolu irfanının yapıtaşlarından biri olan” diye hayırla yad ettiği İbn-i Arabi de şöyle diyecektir: “Hayret, İbn-i Rüşd benim gördüklerimi biliyor.”
Nasıl? Siyasetin, konuşmanın ‘azdığı’ bir dönemde bu satırlar iyi gelmedi mi?
Hollywood’dan bir “algı yönetimi” filmi daha.
NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels, “Amerika, CIA ya da ordusu ile giremediği yerlere MTV ve Hollywood`u gönderir” diyordu. Günümüzde Hollywood’dan öyle filmler çıkıyor ki, bu filmlerin her biri “algılama yönetimi”nin tüm kurallarıyla devrede olduğu büyük dersler olarak iletişim tarihine de geçiyorlar.
Başbakanımızın 2009’daki ünlü Davos zirvesinde “One minute” diyerek isyan ettiği moderatör David Ignatius’un aynı zamanda Ortadoğu’nun ruhunu ve coğrafyasını gözü kapalı, ezbere okuyan bir senarist olarak hikayesini yazdığı filmi meraklıları hatırlayacaklardır: Leonardo DiCaprio ile Russel Crowe’un oynadığı “Body of Lies”... Ya da Brad Pitt ile Robert Redford’un başrolleri paylaştıkları “Spy Game”i…
Peki ya “Charlie Wilson’s War” adlı filmdeki “Afganistan gerçeği”ni izleyenlerin akıllarında neler kalmıştır acaba? Hani şu, Afganistan’daki Sovyet işgaline direnen mücahitlere illegal yollardan maddi ve manevi olarak, paradan silaha her açıdan destek veren kongre üyesi Charlie Wilson... Tom Hanks her zamanki gibi muhteşem bir oyun sergiliyordu o filmde...
Bu türden filmleri çoğaltmak mümkün... Şimdi sıra Gürcistan’da... Andy Garcia’nın, Saakaşvili’yi canlandırdığı, beş gün süren Rusya-Gürcistan savaşının filmi vizyona girecek. “Five Days of August” adlı filmin galası Tiflis’te yapılmış. Andy Garcia, gazetecilere, “Bu savaş karşıtı bir film. Biz trajedileri bir kez daha yaşanmasın diye gösteriyoruz” diyerek yönetmenin rolünü çalmış. Çalsın, zaten yönetmen Renny Harlin de üç aşağı beş yukarı böyle laflar edecekti… “Biz, Amerikan dış politikasının arzu ettiği biçimde, dünyadaki algılamayı yöneten senaryoların temel mesajlarını, en son teknolojiyle, seyirciyi damarından yakalayarak en çarpıcı kurguyla film haline getiririz” diyecek hali yoktu ya!
Görsel belleğimde benim için hâlâ Modigliani olarak kalan Andy Garcia’dan nasıl bir Saakaşvili çıkacağını çok merak ediyorum.