Siz hiç “özelge” gördünüz mü?
25 ARALIK 2006
Allah Petrol Ofisi’nden razı olsun; yeni bir kavramı öğrenmemi sağladı. Mukteza... Siz daha önce biliyor ve “Mukteza gördüm!” şeklinde cümle içinde kullanmış bile olabilirsiniz. Ben hiç duymamıştım...
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve İcra Kurulu Üyesi İmre Barmanbek Hanım, Cuma günü bir basın toplantısı düzenleyip suçlamaları yanıtladı. İyi de yaptı. Sabah haberi şirket ismi vermeden kullanmıştı. 1,2 milyarlık bir ‘vergi kaçakçılığından’, ortada dolaşan resmi bir rapordan söz edilmişti. Sabah’a göre zaman aşımının dolmasına birkaç gün kalmıştı. Doğan Grubunun, adı ortaya atılmadı diye hiçbir şey yokmuş gibi davranmaması, ima edilen şirketin kendileri olduğunu açıklaması doğru bir iletişim hareketiydi.
Yoksa fıkradaki “Kışın şömine veya soba kenarında mırıl mırıl oturmayı sever, derdini miyavlayarak anlatır?” şeklindeki soruya “Bildim! Timsah!” şeklinde yanıt veren adamın durumuna düşebilirlerdi.
Barmanbek basın toplantısında sık sık “Maliye Bakanlığından mukteza aldık!” dedi. Ben de minik bir araştırma yaptım. En net açıklama www.verginet.net sitesinde var. Deniyor ki, “Mükellefler, Maliye Bakanlığından veya Maliye Bakanlığının bu hususta yetkili kıldığı makamlardan vergi durumları ve vergi uygulanması bakımından açık olamayan ve uygulamada şüpheye düştükleri konular hakkında yazılı açıklama isteyebilirler.
Yetkili makamlar yazı ile istenecek izahatı ‘yazı ile veya sirkülerle’ cevaplamak mecburiyetindedirler. Sadece başvuru yapan mükellefe yazı ile gönderilen cevaplar ‘mukteza’ veya ‘özelge’ olarak adlandırılmaktadır. Alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri ceza kesilmesini gerektirse dahi ceza kesilmez.”
Mukteza’nın Türkçesi de çok açıklayıcı değil mi: Özelge...
Verginet.net’in son cümlesi işin can alıcı noktasını oluşturuyor: Alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri ceza kesilmesini gerektirse dahi ceza kesilmez.
Nasıl yani? Evet öyle... Mukteza’yı aldın mı yırttın... Ama buna rağmen yangın var! Ya o ‘özelge’yi yazıp veren yandı... Ya Doğan Holding yandı... Ya o vergi kaçağı raporunu yazan ve/veya onu Sabah’a sızdıranlar yandı... Ya da özelge mözelge, durumu kurtarmazsa; Aydın Bey bu süreci yönetmiş olan herkesi yaktı...
Yani öyle veya böyle yangın kaçınılmaz... Çömlek patladığı için, bundan sonra mecburen bütün kartlar açılacak. Biz de “Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu” diye nitelenen bu filmi 32 kısmı tekmili birden heyecanla izleyeceğiz.
Hediye üç ‘noktaya’ dokunur...
Sık sık dile getiririm: Tavlayı eğer Backgammon kurallarıyla ve uzun partilerle oynarsanız, şans olayı sıfıra doğru geriler ve birkaç da kitap olursanız, dünyanın en zevkli strateji oyunlarından birini oynadığınızı fark edersiniz. Hem kafanız çalışır, hem de eğlenirsiniz. Bu nedenle de sevdiklerinize alabileceğiniz en iyi yılbaşı hediyelerinden biri özel yapım bir tavla olabilir. Yanına bir tane de ‘Nasıl tavla oynanır?’ kitabı koydunuz mu, değmeyin keyfe...
Bu görüşümüze doğal olarak katılmayanlar da var. Okurlarımızdan Yasemin Tanrıverdi Hanım demiş ki: “Ben Güzel Sanatlar Mezunu bir okuyucu olarak yazınızda tavla yerine sanatsal malzemelere yönlendirmenizi yeğlerdim. Siz de iyi biliyorsunuzdur ki, sanatsal malzemeler, yani resim veya hobi boyaları ile uğraşan insanların toplum içerisinde sosyalleşmesi kaçınılmaz. Hobi olarak bu işle uğraşan bir insan bunun devamında müzelerdeki sergilere de merak duymakta, bu konu ile ilgili kitapları da karıştırmaya başlamakta.
Bir okuyucu olarak sizden ricam insanları biraz da sanata yönlendirelim. Örneğin ben bu yıl arkadaşlarıma Lukas'ın yağlıboyalarından aldım. Hiç resimle alakaları olmadıkları halde belki boya ile kirlenip hayata başka bir yerinden bakabilirler.”
Sevgili Yasemin Hanım hediye, verenle alan arasında üç noktaya temas eden çok özel bir ilişki ve iletişim aracıdır: Kültüre, değerlere ve duygulara aynı anda dokunur. Bu yüzdendir ki bu alanda genelleme yapmak çok yanlıştır. En fazlası, çeşitli öneriler getirebiliriz. Karşımızdakine (karşımızdakilere) ve onlarla ilişkilerimize göre bunların arasından seçim yapılabilir.
Doğulu ve TRT’yi rahat bırakın
Benim için ciddi bir düş kırıklığıydı. Türkiye’de ortalık Eurovision diye yıkılırken, eğitim için gittiğim Avrupa’da Eurovision’un başta medya kimsenin umurunda olmadığını görmenin şaşkınlığını bugün bile unutamam. Adamo, Dario Moreno ve Marc Aryan’ı kimsenin tanımadığını gördüğüm zaman da çok şaşırmıştım. Onların starları başkaydı; bize getirilip sunulmuş olanlar başka...
Şu sıra Türkiye’de yine parlamış olan Eurovision tartışmasını dudağımın kenarındaki tebessümle izliyorum. Kim gitsin, nece söylesin? Koca koca adamlar ciddi ciddi tartışıyor. Medya da acayip teşne...
Bu yarışma Avrupa’da TV kuruluşlarının aralarında organize ettikleri bir şovdur; öyle şampiyona falan değil... Genelde şöhret olmayanlar katılır. Bu nedenle Kenan Doğulu’nun katılması bir lütuftur. Doğulu risk almaktadır. Alınacak talihsiz bir sonuç (İşte Opera benzeri..) bizim starımızı da yıkabilir. Nece söyleyeceğini TRT ve Doğulu belirler. Buna da kimse karışmamalıdır. Doğulu da durduk yerde “Türkçe ısrarı eski kafalılık” gibi açıklamalarla ayağına ateş edip, itibarını sarsmamalıdır. Yoksa on tane de “10. Yıl Marşı” söylese onu kimse kurtaramaz.
En iyisi Eurovision’u abartmadan, ulusal bir mesele haline getirmeden, efendi gibi geçirmek yerinde olacaktır.
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve İcra Kurulu Üyesi İmre Barmanbek Hanım, Cuma günü bir basın toplantısı düzenleyip suçlamaları yanıtladı. İyi de yaptı. Sabah haberi şirket ismi vermeden kullanmıştı. 1,2 milyarlık bir ‘vergi kaçakçılığından’, ortada dolaşan resmi bir rapordan söz edilmişti. Sabah’a göre zaman aşımının dolmasına birkaç gün kalmıştı. Doğan Grubunun, adı ortaya atılmadı diye hiçbir şey yokmuş gibi davranmaması, ima edilen şirketin kendileri olduğunu açıklaması doğru bir iletişim hareketiydi.
Yoksa fıkradaki “Kışın şömine veya soba kenarında mırıl mırıl oturmayı sever, derdini miyavlayarak anlatır?” şeklindeki soruya “Bildim! Timsah!” şeklinde yanıt veren adamın durumuna düşebilirlerdi.
Barmanbek basın toplantısında sık sık “Maliye Bakanlığından mukteza aldık!” dedi. Ben de minik bir araştırma yaptım. En net açıklama www.verginet.net sitesinde var. Deniyor ki, “Mükellefler, Maliye Bakanlığından veya Maliye Bakanlığının bu hususta yetkili kıldığı makamlardan vergi durumları ve vergi uygulanması bakımından açık olamayan ve uygulamada şüpheye düştükleri konular hakkında yazılı açıklama isteyebilirler.
Yetkili makamlar yazı ile istenecek izahatı ‘yazı ile veya sirkülerle’ cevaplamak mecburiyetindedirler. Sadece başvuru yapan mükellefe yazı ile gönderilen cevaplar ‘mukteza’ veya ‘özelge’ olarak adlandırılmaktadır. Alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri ceza kesilmesini gerektirse dahi ceza kesilmez.”
Mukteza’nın Türkçesi de çok açıklayıcı değil mi: Özelge...
Verginet.net’in son cümlesi işin can alıcı noktasını oluşturuyor: Alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri ceza kesilmesini gerektirse dahi ceza kesilmez.
Nasıl yani? Evet öyle... Mukteza’yı aldın mı yırttın... Ama buna rağmen yangın var! Ya o ‘özelge’yi yazıp veren yandı... Ya Doğan Holding yandı... Ya o vergi kaçağı raporunu yazan ve/veya onu Sabah’a sızdıranlar yandı... Ya da özelge mözelge, durumu kurtarmazsa; Aydın Bey bu süreci yönetmiş olan herkesi yaktı...
Yani öyle veya böyle yangın kaçınılmaz... Çömlek patladığı için, bundan sonra mecburen bütün kartlar açılacak. Biz de “Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu” diye nitelenen bu filmi 32 kısmı tekmili birden heyecanla izleyeceğiz.
Hediye üç ‘noktaya’ dokunur...
Sık sık dile getiririm: Tavlayı eğer Backgammon kurallarıyla ve uzun partilerle oynarsanız, şans olayı sıfıra doğru geriler ve birkaç da kitap olursanız, dünyanın en zevkli strateji oyunlarından birini oynadığınızı fark edersiniz. Hem kafanız çalışır, hem de eğlenirsiniz. Bu nedenle de sevdiklerinize alabileceğiniz en iyi yılbaşı hediyelerinden biri özel yapım bir tavla olabilir. Yanına bir tane de ‘Nasıl tavla oynanır?’ kitabı koydunuz mu, değmeyin keyfe...
Bu görüşümüze doğal olarak katılmayanlar da var. Okurlarımızdan Yasemin Tanrıverdi Hanım demiş ki: “Ben Güzel Sanatlar Mezunu bir okuyucu olarak yazınızda tavla yerine sanatsal malzemelere yönlendirmenizi yeğlerdim. Siz de iyi biliyorsunuzdur ki, sanatsal malzemeler, yani resim veya hobi boyaları ile uğraşan insanların toplum içerisinde sosyalleşmesi kaçınılmaz. Hobi olarak bu işle uğraşan bir insan bunun devamında müzelerdeki sergilere de merak duymakta, bu konu ile ilgili kitapları da karıştırmaya başlamakta.
Bir okuyucu olarak sizden ricam insanları biraz da sanata yönlendirelim. Örneğin ben bu yıl arkadaşlarıma Lukas'ın yağlıboyalarından aldım. Hiç resimle alakaları olmadıkları halde belki boya ile kirlenip hayata başka bir yerinden bakabilirler.”
Sevgili Yasemin Hanım hediye, verenle alan arasında üç noktaya temas eden çok özel bir ilişki ve iletişim aracıdır: Kültüre, değerlere ve duygulara aynı anda dokunur. Bu yüzdendir ki bu alanda genelleme yapmak çok yanlıştır. En fazlası, çeşitli öneriler getirebiliriz. Karşımızdakine (karşımızdakilere) ve onlarla ilişkilerimize göre bunların arasından seçim yapılabilir.
Doğulu ve TRT’yi rahat bırakın
Benim için ciddi bir düş kırıklığıydı. Türkiye’de ortalık Eurovision diye yıkılırken, eğitim için gittiğim Avrupa’da Eurovision’un başta medya kimsenin umurunda olmadığını görmenin şaşkınlığını bugün bile unutamam. Adamo, Dario Moreno ve Marc Aryan’ı kimsenin tanımadığını gördüğüm zaman da çok şaşırmıştım. Onların starları başkaydı; bize getirilip sunulmuş olanlar başka...
Şu sıra Türkiye’de yine parlamış olan Eurovision tartışmasını dudağımın kenarındaki tebessümle izliyorum. Kim gitsin, nece söylesin? Koca koca adamlar ciddi ciddi tartışıyor. Medya da acayip teşne...
Bu yarışma Avrupa’da TV kuruluşlarının aralarında organize ettikleri bir şovdur; öyle şampiyona falan değil... Genelde şöhret olmayanlar katılır. Bu nedenle Kenan Doğulu’nun katılması bir lütuftur. Doğulu risk almaktadır. Alınacak talihsiz bir sonuç (İşte Opera benzeri..) bizim starımızı da yıkabilir. Nece söyleyeceğini TRT ve Doğulu belirler. Buna da kimse karışmamalıdır. Doğulu da durduk yerde “Türkçe ısrarı eski kafalılık” gibi açıklamalarla ayağına ateş edip, itibarını sarsmamalıdır. Yoksa on tane de “10. Yıl Marşı” söylese onu kimse kurtaramaz.
En iyisi Eurovision’u abartmadan, ulusal bir mesele haline getirmeden, efendi gibi geçirmek yerinde olacaktır.