Siz necisiniz?
23 NİSAN 2007
Herkes karnından konuşurken Hıncal Uluç cumartesi günü tartışmayı tamamen netleştirdi: “Ben demokrat değil, cumhuriyetçiyim!” ‘Cumhuriyetçiyim’ derken, bizim Anayasa’da bazı maddelerin değiştirilmesinin teklif dahi edilememesi durumunu (4. Madde) kastediyor. “Çoğunluğu bulsan da değiştiremeyeceğin şeyler varsa, bu demokrasi olamaz” demeye getiriyor. Hitler’in %10’la iktidarı ele geçirdiğinden söz ederken, bu işlerin bizde öyle kolay olmayacağının altını çiziyor. Son derece net ve açık!.. Babam 1950’lerin ikinci yarısından sonra, sıkı muhalefet yaptığı için Dünya gazetesi okumaya başlamıştı. O zamanlar internet yoktu. Arkadaşlarına okutmak için Falih Rıfkı Atay’ın bazı yazılarını keser cüzdanının içinde taşırdı. Hıncal Ağabey’in bu yazısı da o türden. İçeriğinin tamamına katılmam mümkün değil, ama hiç çekinmeden kes, taşı cüzdanında; ya da internetten arkadaşlarına tavsiye et. Ve de ciddiye al; tartış! Örneğin, Millî Bakiye sisteminden söz ediyor, Hıncal Ağabey. Hani tek bir oyun ziyan olmadığı, barajın bulunmadığı ve bütün partilerin aldıkları oy oranında Meclis’te temsil edildikleri, bu yüzden de daha çok koalisyonlara neden olan sistem. Burada kalsa, tamamen mutabıkım. Ama devam ediyor sevgili Hıncal Ağabey. Hem de kendini ısıta ısıta... Mutlaka okuyun... Bu arada ‘Milli Mutabakat’ kavramını da bir düşünün. Böyle durumlarda kim nelere kadir olur, onu da dikkate alın... Ve necisiniz, cumhuriyetçi mi, demokrat mı; karar vermeye çalışın... Ancak veremezseniz de üzülmeyin... Ben de böyle bir kararı veremiyorum. Çünkü iki kavramın birbirlerinin zıddı ve/veya reddiyesi olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle de mantığım birinden birini tercih etme yönünde çalışmıyor... / Osman Sınav başarılı olmalı TİCARİ sinema demek, star demektir... TV için pek öyle denemez. O daha çok kendi starını kendi yaratır. Ama sinema öyle mi?.. Bir başka gerçek de şu: Türk sinemasında adı, gişe garantisi olan kaç star var şu sıra? Hani Türkan Şoray’lar, Yılmaz Güney’ler gibi; ya da Kemal Sunal’lar, Zeki - Metin’ler gibi; ya da Şener Şen, Hülya Avşar gibi... Hani filme adını koyduğunuzda, gişe yapacağından %90 emin olduğun kaç starınız var? Bence yok... Dönem iyi senaryo, iyi yapım, iyi oyunculuk dönemi... İşte o yüzden bir şansı var Osman Sınav’ın... Özel gösterim için aradığında, yatak iznine (!) çıkacağımı bilemezdim. “Gelirim” dedim. Filmi ‘özel olarak’ görmek bir hafta sonra nasip oldu. Bu arada TV’lerde (bizim program dahil) Osman Sınav’ı dinledim. Şu lafı bana çok çarpıcı geldi: “İçim ilk kez bu kadar rahat!”... Yani usta bu kez işi starsız halledeceğinden yine emin... Ben star eksikliği nedeniyle değil bir başka sebeple emin değilim. Çok büyük beklenti yarattı Osman Sınav. Belki de ekibi, iletişimi gereğinden fazla abarttı. Elizabeth Taylor - Richard Burton ikilisinin Kleopatrası’nın başına da aynı şey gelmişti... Umarım yanılıyorumdur. Çünkü Sınav’ın başarılı olmasını gönülden istiyorum. Deli Yürek, Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi gibi işleri yaratan birinin yolunun açık olması gerekir. Büyük bir keyifle izledim filmi. Herkese de tavsiye ediyorum. Hele ilk 10 dakika ile son 10 dakika... Finalde Swissotel’in Roof’undaki yakın plandan başlayıp kesintisiz yükselen, İstanbul’un üstünde tur attıktan sonra Beylerbeyi ile Kuzguncuk arasındaki mezarlıkta dua eden Başkomiser Atilla’nın yanı başına kadar gelen ve bütün bu işi tek planda yapan kameranın hareketi... Sadece bunu izlemek için bile Pars’ı görmeye değer... Umarım film, yaratılan ‘fazladan gereksiz hava’nın altında ezilmez. Yoksa yazık olur.
Talipoğlu her şirkete lazım! Herkeste yaklaşık aynı yorum: “Oh! Yırttın... Otur keyfine bak! Bol kitap oku, TV, DVD seyret!..” Kimseye anlatamıyorum... Ben istediğim kadar yırtınayım:”Hastayım kardeşim!”... Kimse konuşurken karşısındakini dinlemiyor ki... Cevap hazır: “Boş ver, boş ver! Çok iyi oldu. İhtiyacın vardı dinlenmeye!”... Aslında Özlem Gürses bana inat TV’den anons geçmese sözünü bile etmeyeceğim. Küçük bir rahatsızlık... Ama yine de iki hafta ayaklarımı uzatıp yatmam gerek... İşte bu dinlenme (!) anlarından birinde kanallar arasında dolaşırken Memleketim TV’de Tayfun Talipoğlu’na rastladım. Yanılmıyorsam Mersin’deki yerel kanallardan birinde medya üzerine konuşuyordu. İlk kez Tansaş’ın Çeşme toplantısında izlemiştim. Hiç değişmemiş. Tek kelimeyle muhteşem!.. Asistanım Aslı Hanım’la birlikte ağzımız bir karış açık, ekranın karşısında öyle çakılıp kalmışız. Sonra sevgili Ülkü Karaosmanoğlu mesaj atmış: “Kaçırdınızsa CD’sini istetin. Çok ilginç!..” Şimdi buradan iş dünyamıza not: Kurumsal toplantılarınıza konuk konuşmacı bulmak için göbeğiniz çatlıyor. Yurtdışından gelenlere binlerce dolar döktüğünüz bile oluyor. İşte burnunuzun dibinde Tayfun Talipoğlu. Gözünüz kapalı davet edin. Kefili benim. Memnun kalmazsanız paranızı ben iade edeceğim...
Talipoğlu her şirkete lazım! Herkeste yaklaşık aynı yorum: “Oh! Yırttın... Otur keyfine bak! Bol kitap oku, TV, DVD seyret!..” Kimseye anlatamıyorum... Ben istediğim kadar yırtınayım:”Hastayım kardeşim!”... Kimse konuşurken karşısındakini dinlemiyor ki... Cevap hazır: “Boş ver, boş ver! Çok iyi oldu. İhtiyacın vardı dinlenmeye!”... Aslında Özlem Gürses bana inat TV’den anons geçmese sözünü bile etmeyeceğim. Küçük bir rahatsızlık... Ama yine de iki hafta ayaklarımı uzatıp yatmam gerek... İşte bu dinlenme (!) anlarından birinde kanallar arasında dolaşırken Memleketim TV’de Tayfun Talipoğlu’na rastladım. Yanılmıyorsam Mersin’deki yerel kanallardan birinde medya üzerine konuşuyordu. İlk kez Tansaş’ın Çeşme toplantısında izlemiştim. Hiç değişmemiş. Tek kelimeyle muhteşem!.. Asistanım Aslı Hanım’la birlikte ağzımız bir karış açık, ekranın karşısında öyle çakılıp kalmışız. Sonra sevgili Ülkü Karaosmanoğlu mesaj atmış: “Kaçırdınızsa CD’sini istetin. Çok ilginç!..” Şimdi buradan iş dünyamıza not: Kurumsal toplantılarınıza konuk konuşmacı bulmak için göbeğiniz çatlıyor. Yurtdışından gelenlere binlerce dolar döktüğünüz bile oluyor. İşte burnunuzun dibinde Tayfun Talipoğlu. Gözünüz kapalı davet edin. Kefili benim. Memnun kalmazsanız paranızı ben iade edeceğim...