Sizin de bir dalgakıranınız olmalı
12 ARALIK 2010
Daha işin başındayız… WikiLeaks skandalı çevresini yavaş yavaş yakmaya başladı… Şu güne kadar, “O yalan söyledi, bu yalan söyledi, beriki şerefsiz, öteki alçak” türü açıklamalarla fazla hasar almadan geldiler…
Peki, ya Shell ile Pfizer’in Nijerya’da başına gelmiş olanlar Türkiye’de bazı şirketlerin ‘kaderi’ olarak gündeme geliverirse?.. Guardian gazetesindeki ‘ifşaat’lar akıllara durgunluk verecek düzeyde… Shell bütün bakanlıkları satın almış; Pfizer de bazı ölümlerin vuku bulduğu yasa dışı insan denekleri araştırmalarını yargılayan sistem üzerinde ‘baskı’ kurup ve bir şekilde davanın düşmesini sağlamış (!)…
Benzer durumların Türkiye’de de bazı şirketlerle ilgili ortaya çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Bu girişten sonra gelelim bir dost tavsiyesine. Kime? O şirketlere… Onlar kendilerini bilirler… WikiLeaks belgelerinde adlarının geçme olasılığı bulunuyorsa eğer, hemen bir ‘issue management’ (konu yönetimi çalışmasını) başlatmaları yerinde olur…
Bunun iş ve iletişim yönetiminde nemenem bir şey olduğunu merak edenler bana bir e-posta atsınlar, kendilerine bir iki makale göndereyim…
İş özetle şu: Enerji sektöründe misiniz? O alanda bir WikiLeaks golü yeme olasılığınız mı var? Hemen Türkiye’nin enerji politikalarını temel alan bir yıllık iletişim planlaması yapacaksınız. Birkaç seminer, bir iki panel, TV’lerde gösterilecek bir enerji belgeseli. Eğer yenilenebilir enerji stratejisini savunuyorsanız, bunu içeren kitap ve makaleler… Uluslararası guruların katılacağı toplantılar vs…
Ancak o zaman size gelecek WikiLeaks dalgalarını belki karşılayabilirsiniz. Eğer dalgakıranınız yoksa, boşluğuna beklenmedik şiddetli bir yumruk yemiş boksör gibi yığılıp kalabilirsiniz. Bizden uyarması…
İstanbul’a yakışan bir haber…
İstanbul’u yerden yere çalan yazılara alışkın olanlar için benim burada arada bir İstanbul’la ile ilgili yazdığım olumlu yazılar, ciddi rahatsızlık konusu olabilir… Hele de ‘Taraf’ olmakla ‘Taraftar’ olmayı birbirine karıştıran, bu yüzden de AK Parti döneminde yapılan her işin yanlış olduğunu ifade etmeye kendini kodlamış, ya da AK Parti lideri ve politikalarını eleştirenleri vatan haini ilan etme refleksinden bir türlü vazgeçemeyen okur yazar tayfası… Onlar için neyin olumlu neyin olumsuz olduğunu ‘ortalamak’ ne kadar zordur…
Örneğin, şu İstanbul’un dünyanın en ‘âsude’ kentlerinden biri olduğunu nasıl anlatacaksınız? Dilediğiniz kadar rakam verin. Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakıp ‘suç oranı’ artıyor, diye hayıflanıp duruyoruz…
Son araştırmanın medyada hak ettiği yerin yüzde birini bulamayacağına her türlü bahse girerim...
İletişim Danışmanlığı Şirketi G7’den Sevi Y. Hacıhanifioğlu’nun bize gönderdiği, dileyenlere de bizim anında elektronik ortamda ayrıntısıyla iletebileceğimiz habere göre:
Brookings Metropolitan Policy Program ile dünyanın en itibarlı ekonomi bilimi merkezlerinden London School of Economics and Political Science’ın ortak hazırladığı, Deutsche Bank Alfred Herrhausen Society tarafından desteklenen Metropoliten Kentler Araştırması’nda İstanbul, 1993–2010 yılları arasında ulaştığı %5,5’lik gelir ve % 7,3’lük istihdam artışı ile 150 kent arasında birinci sırada yer almış.
Metropoliten Kentler Araştırması, 52 ülkenin en gelişmiş ekonomiye sahip 150 kentinin ekonomik büyüme trendleri incelenerek hazırlanmış. Araştırma, 1993-2010 yılları arasında yaşanan global ekonomik krizlerin bu kentlerin ekonomik gelişmeleri üzerindeki etkilerini ele alarak, dünyanın gayri safi milli hasılasının %46’sını elinde bulunduran bu kentlerin önümüzdeki yıllarda sergileyeceği ekonomi ve istihdam alanındaki büyümelerine de ışık tutmayı hedeflemiş.
İstanbul’la ilgili iyi şeyler yazdığım için ‘ilgili taraftar arkadaşlar’dan özür diler, bu vesile ile böylesine gelişen ve zenginleşen bu asude kentte, öğrencileri dövme yerine kucaklama stratejisinin kente ve onu yönetenlere çok daha fazla yakışacağını hatırlatmak isterim…
Acun’u yine kıskandım…
Rakip gazetede gördüğümde biraz bozuldum. Daha doğrusu kıskandım… İçimden dedim ki “Keşke Acun bu röportajı bizim gazeteye vermiş olsaydı”…
Acun Ilıcalı ne yapmış ne etmiş, Angelina Jolie ile röportajı koparmıştı… Angelina Paris’e gelmişti. The Tourist’in galasına… Acun da işin Türkiye lansmanını üstlenmiş ekibin içinde. İşte fırsat. Atlayıp gitmiş… Bir iki kare fotoğraf… Belki edebî değeri gazetecilik tarihine geçeceği tartışılacak bir söyleşi… Hiç önemli değil…
İşin kendisi, gazetecilik ve girişimcilik adına son derece başarılıdır ve Acun’un yaptığı bütün işlerdeki gibi popüler kültür değeri ve ‘reyting’i çok yüksektir…
Acun’u aradım. Merak ettim, sordum… Röportajı verdiği gazete onu ilk arayan grupmuş. Görüşüp anlaşmaya varmışlar. Dünyada medyada benzerine binlercesine rastlanan türden bir iş… ‘Exclusive’ (münhasırlık) hakkı, pek çok özel röportajda üzerinde en çok savaş verilen konulardan biridir…
Leyla Umar’a yıllarca maddi destek sağlamış olan İdi Amin, Castro röportajları hatırlardadır… Bu durumlarda genelde bir tür soyut ve/veya somut ‘incentive’ (teşvik) aracı devreye girer. Şimdi bu başarıyı alkışlamak varken, başkasına gitti diye bozulmanın ve daha da vahimi ‘Şöhret’ başkasıyla anlaştı diye ona karşı tavır almanın âlemi yoktur…
Hele de dönüp Acun’un özel hayatını konu ederek, ona belden aşağı vurmaya kalkmak… Bu tür hezeyanlar, kısa sürede etkili olacakmış gibi gözükse de, uzun vadede o yayın organının itibarını sarsıcı bir etki yapmaya başlar. Hele de Acun tüm içtenliğiyle seyircisinin hâlâ çok büyük sempatisini toplamayı ve programları en yüksek reyting’lere ulaşmayı başarırken…
Peki, ya Shell ile Pfizer’in Nijerya’da başına gelmiş olanlar Türkiye’de bazı şirketlerin ‘kaderi’ olarak gündeme geliverirse?.. Guardian gazetesindeki ‘ifşaat’lar akıllara durgunluk verecek düzeyde… Shell bütün bakanlıkları satın almış; Pfizer de bazı ölümlerin vuku bulduğu yasa dışı insan denekleri araştırmalarını yargılayan sistem üzerinde ‘baskı’ kurup ve bir şekilde davanın düşmesini sağlamış (!)…
Benzer durumların Türkiye’de de bazı şirketlerle ilgili ortaya çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Bu girişten sonra gelelim bir dost tavsiyesine. Kime? O şirketlere… Onlar kendilerini bilirler… WikiLeaks belgelerinde adlarının geçme olasılığı bulunuyorsa eğer, hemen bir ‘issue management’ (konu yönetimi çalışmasını) başlatmaları yerinde olur…
Bunun iş ve iletişim yönetiminde nemenem bir şey olduğunu merak edenler bana bir e-posta atsınlar, kendilerine bir iki makale göndereyim…
İş özetle şu: Enerji sektöründe misiniz? O alanda bir WikiLeaks golü yeme olasılığınız mı var? Hemen Türkiye’nin enerji politikalarını temel alan bir yıllık iletişim planlaması yapacaksınız. Birkaç seminer, bir iki panel, TV’lerde gösterilecek bir enerji belgeseli. Eğer yenilenebilir enerji stratejisini savunuyorsanız, bunu içeren kitap ve makaleler… Uluslararası guruların katılacağı toplantılar vs…
Ancak o zaman size gelecek WikiLeaks dalgalarını belki karşılayabilirsiniz. Eğer dalgakıranınız yoksa, boşluğuna beklenmedik şiddetli bir yumruk yemiş boksör gibi yığılıp kalabilirsiniz. Bizden uyarması…
İstanbul’a yakışan bir haber…
İstanbul’u yerden yere çalan yazılara alışkın olanlar için benim burada arada bir İstanbul’la ile ilgili yazdığım olumlu yazılar, ciddi rahatsızlık konusu olabilir… Hele de ‘Taraf’ olmakla ‘Taraftar’ olmayı birbirine karıştıran, bu yüzden de AK Parti döneminde yapılan her işin yanlış olduğunu ifade etmeye kendini kodlamış, ya da AK Parti lideri ve politikalarını eleştirenleri vatan haini ilan etme refleksinden bir türlü vazgeçemeyen okur yazar tayfası… Onlar için neyin olumlu neyin olumsuz olduğunu ‘ortalamak’ ne kadar zordur…
Örneğin, şu İstanbul’un dünyanın en ‘âsude’ kentlerinden biri olduğunu nasıl anlatacaksınız? Dilediğiniz kadar rakam verin. Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakıp ‘suç oranı’ artıyor, diye hayıflanıp duruyoruz…
Son araştırmanın medyada hak ettiği yerin yüzde birini bulamayacağına her türlü bahse girerim...
İletişim Danışmanlığı Şirketi G7’den Sevi Y. Hacıhanifioğlu’nun bize gönderdiği, dileyenlere de bizim anında elektronik ortamda ayrıntısıyla iletebileceğimiz habere göre:
Brookings Metropolitan Policy Program ile dünyanın en itibarlı ekonomi bilimi merkezlerinden London School of Economics and Political Science’ın ortak hazırladığı, Deutsche Bank Alfred Herrhausen Society tarafından desteklenen Metropoliten Kentler Araştırması’nda İstanbul, 1993–2010 yılları arasında ulaştığı %5,5’lik gelir ve % 7,3’lük istihdam artışı ile 150 kent arasında birinci sırada yer almış.
Metropoliten Kentler Araştırması, 52 ülkenin en gelişmiş ekonomiye sahip 150 kentinin ekonomik büyüme trendleri incelenerek hazırlanmış. Araştırma, 1993-2010 yılları arasında yaşanan global ekonomik krizlerin bu kentlerin ekonomik gelişmeleri üzerindeki etkilerini ele alarak, dünyanın gayri safi milli hasılasının %46’sını elinde bulunduran bu kentlerin önümüzdeki yıllarda sergileyeceği ekonomi ve istihdam alanındaki büyümelerine de ışık tutmayı hedeflemiş.
İstanbul’la ilgili iyi şeyler yazdığım için ‘ilgili taraftar arkadaşlar’dan özür diler, bu vesile ile böylesine gelişen ve zenginleşen bu asude kentte, öğrencileri dövme yerine kucaklama stratejisinin kente ve onu yönetenlere çok daha fazla yakışacağını hatırlatmak isterim…
Acun’u yine kıskandım…
Rakip gazetede gördüğümde biraz bozuldum. Daha doğrusu kıskandım… İçimden dedim ki “Keşke Acun bu röportajı bizim gazeteye vermiş olsaydı”…
Acun Ilıcalı ne yapmış ne etmiş, Angelina Jolie ile röportajı koparmıştı… Angelina Paris’e gelmişti. The Tourist’in galasına… Acun da işin Türkiye lansmanını üstlenmiş ekibin içinde. İşte fırsat. Atlayıp gitmiş… Bir iki kare fotoğraf… Belki edebî değeri gazetecilik tarihine geçeceği tartışılacak bir söyleşi… Hiç önemli değil…
İşin kendisi, gazetecilik ve girişimcilik adına son derece başarılıdır ve Acun’un yaptığı bütün işlerdeki gibi popüler kültür değeri ve ‘reyting’i çok yüksektir…
Acun’u aradım. Merak ettim, sordum… Röportajı verdiği gazete onu ilk arayan grupmuş. Görüşüp anlaşmaya varmışlar. Dünyada medyada benzerine binlercesine rastlanan türden bir iş… ‘Exclusive’ (münhasırlık) hakkı, pek çok özel röportajda üzerinde en çok savaş verilen konulardan biridir…
Leyla Umar’a yıllarca maddi destek sağlamış olan İdi Amin, Castro röportajları hatırlardadır… Bu durumlarda genelde bir tür soyut ve/veya somut ‘incentive’ (teşvik) aracı devreye girer. Şimdi bu başarıyı alkışlamak varken, başkasına gitti diye bozulmanın ve daha da vahimi ‘Şöhret’ başkasıyla anlaştı diye ona karşı tavır almanın âlemi yoktur…
Hele de dönüp Acun’un özel hayatını konu ederek, ona belden aşağı vurmaya kalkmak… Bu tür hezeyanlar, kısa sürede etkili olacakmış gibi gözükse de, uzun vadede o yayın organının itibarını sarsıcı bir etki yapmaya başlar. Hele de Acun tüm içtenliğiyle seyircisinin hâlâ çok büyük sempatisini toplamayı ve programları en yüksek reyting’lere ulaşmayı başarırken…