Sosyal medya ve ‘vahşi özgürlük’...
06 ŞUBAT 2012
Dün bizim gazetede Gülay Altan’ın Ece Temelkuran’la yaptığı çok ilginç bir röportaj vardı. Ece Hanım hem yeni kitabından söz etmiş, hem de gazetesiyle ilişkisinin kesilmesine neden olan ‘sosyal medyadaki etkinliği’ üzerine…
Bu konu daha çok su kaldırır. Bol bol da tartışılır. Tartışılmalıdır da…
İnsanların Twitter, Facebook gibi sosyal medya ortamlarında verdiği mesajlar, aldıkları tavır ve kendilerini konumlandırmalarıyla, çalıştıkları kurumun konumlandırılması çatışırsa, burada nasıl bir yol izlemek, akıl, adap ve vicdani değerler açısından daha doğrudur? Temel soru budur herhalde…
Çalıştığınız şirket diyor ki: “Ben Müslüman bir kuruluşum. Burada ancak İslam’ı yaşayanlar çalışabilir”… Bakın burada hiçbir çelişki çıkmaz. Siz hiç, böyle bir şirketten yukarıdaki cümleye ters davrandı diye atılan birinin toplumda tartışma ortamı yaratabildiğine tanık oldunuz mu?
Ya da “Bizde İslam’ı tam olarak yaşamak isteyen elemanlar çalışamaz” diye daha mülakat aşamasında türbanlı adayları eleyen bir şirketin eleştirildiğini duydunuz mu? Duymamışsınızdır. Sorun genellikle nerede çıkıyor? ‘Sınırsız sorumsuz’ özgürlük ortamı havası yaratılmaya çalışılan ya da bu ortamın olduğu ‘varsayılan’ ilişkilerde çıkıyor.
“Bir kuruluşun dini inancı, ideolojisi, siyasi görüşü olamaz. Biz tüm inançlara ve fikirlere eşit mesafede dururuz” diyen firmalarda, bireysel özgürlüklerin sınırı zorlandı mı, tartışma başlıyor…
Temel çelişki, ‘bireysel kimlik’le ‘toplumsal kimlik’in çatışmasına izin verildiği kesişme noktalarında çıkıyor.
Bir düşünün. Eğer kendisi bir siyasi kuruluş gibi davranmıyorsa, geniş kitleleri hedefleyen hangi hizmet şirketi, elemanlarının deklare ve angaje bir şekilde siyasi konularda pozisyon almasına izin verebilir?
Sınırsız, sorumsuz özgürlük savunusu yapmak, ancak ‘vahşi’ kapitalizm, liberalizm ve demokrasilerde mümkün. ‘Vahşi özgürlük’ de zaten vahşi kapitalizmin gayrı meşru çocuğu değil mi?
Bu çerçeveden bakılınca, insanın bireysel konumlanmasının çalıştığı kurumun konumlanması ile çok fazla zıtlık içinde olmaması gerektiği söylenebilir.
Yani çalıştığım kurumun hedef kitlesinde inançlı insanlar kahir çoğunluğu oluşturuyorsa, ve benim adım bir şekilde firmamla ilişkilendiriliyorsa, ben Twitter oramında ‘Satanist’ mesajlar veremem. Verirsem de beni gönderebilirler… O zaman da “Vay özgürlükler kısıtlanıyor!” diye tepinenleri kimse ciddiye almayabilir…
Sosyal medya - gazeteci ilişkisinde de bir şey değişmez. Çalıştığımız kurumun yazılı ya da yazılı olmayan zihniyet iklimiyle kuşatılmış oluşumuz da somut bir realitedir. Yazarlarının sosyal medyada siyasiler hakkında öven ya da söven yazılar yazmasına izin vermeyen New York Times gibi pek çok yayın organı olduğu söyleniyor.
Ece Hanım, “En iyisi ülkeyi terk etmek” demiş. Bence de… Nasıl ki, çalıştığınız kuruluşun kültür ve değerleriyle uyuşamadığınız zaman en sağlıklısı kurumu terk etmekse, aynı şekilde ülkenin kültür ve değerlerine bu kadar ters düşüyorsanız, en sağlıklısı ülkeyi terk etmek olabilir…
Hayvanlara eziyete ağır ceza
Yıllar önce büyük hukuk âlimi Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in “Hayvan Hakları” adını verdiği tuğla gibi kitabını gördüğüm zaman hayli şaşırmıştım. İslam âleminde hayvanların yerini geç de olsa o kitaptan öğrenmek nasip olmuştu.
İşin abartılı bir boyut almasını kastetmiyorum tabii; ancak sağlıklı anlamda hayvan ve doğa sevgisi olmayan bir ‘insan’ın değerlerini ve ruhunun tekâmül düzeyini sorgulamak gerektiğini de o yıllarda kavramaya başlamıştım.
Yıllar sonra dün Tarım ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun açıklamalarını okuyunca, insan vahşeti karşısında savunmasız bu canlılar adına bir rahat nefes aldım. Başbakan talimat vermiş. Hayvanlara eziyet edilmemesi, bakılmaları ve korunmaları için mevcut mevzuat yeniden gözden geçirilecek ve eziyet edenlere daha da ağır cezalar verilecekmiş.
Kaynak yukarıda. Ne yapılması gerektiğini İsmet Sungurbey 1999’da söylemiş…
Not: Yarın akşam, saat 22.00’de Pana Film ekibinin, TRT 1’de Kemal Tahir’in ünlü romanı ‘Kurt Kanunu uyarlamasını izleyeceğiz. Tartışmanın parçası olabilmek için, dizinin yapımcısı ve senaryo yazarı Bahadır Özdener’in dün bizim gazetede yayınlanmış olan röportajı, Halit Refiğ’in ‘Gerçeğin Değişkenliği Kemal Tahir’ mutlaka okunmalı; belki de bir fırsat bulunup Ersin Pertan’ın aynı adı taşıyan filmi izlenmeli…
Bu konu daha çok su kaldırır. Bol bol da tartışılır. Tartışılmalıdır da…
İnsanların Twitter, Facebook gibi sosyal medya ortamlarında verdiği mesajlar, aldıkları tavır ve kendilerini konumlandırmalarıyla, çalıştıkları kurumun konumlandırılması çatışırsa, burada nasıl bir yol izlemek, akıl, adap ve vicdani değerler açısından daha doğrudur? Temel soru budur herhalde…
Çalıştığınız şirket diyor ki: “Ben Müslüman bir kuruluşum. Burada ancak İslam’ı yaşayanlar çalışabilir”… Bakın burada hiçbir çelişki çıkmaz. Siz hiç, böyle bir şirketten yukarıdaki cümleye ters davrandı diye atılan birinin toplumda tartışma ortamı yaratabildiğine tanık oldunuz mu?
Ya da “Bizde İslam’ı tam olarak yaşamak isteyen elemanlar çalışamaz” diye daha mülakat aşamasında türbanlı adayları eleyen bir şirketin eleştirildiğini duydunuz mu? Duymamışsınızdır. Sorun genellikle nerede çıkıyor? ‘Sınırsız sorumsuz’ özgürlük ortamı havası yaratılmaya çalışılan ya da bu ortamın olduğu ‘varsayılan’ ilişkilerde çıkıyor.
“Bir kuruluşun dini inancı, ideolojisi, siyasi görüşü olamaz. Biz tüm inançlara ve fikirlere eşit mesafede dururuz” diyen firmalarda, bireysel özgürlüklerin sınırı zorlandı mı, tartışma başlıyor…
Temel çelişki, ‘bireysel kimlik’le ‘toplumsal kimlik’in çatışmasına izin verildiği kesişme noktalarında çıkıyor.
Bir düşünün. Eğer kendisi bir siyasi kuruluş gibi davranmıyorsa, geniş kitleleri hedefleyen hangi hizmet şirketi, elemanlarının deklare ve angaje bir şekilde siyasi konularda pozisyon almasına izin verebilir?
Sınırsız, sorumsuz özgürlük savunusu yapmak, ancak ‘vahşi’ kapitalizm, liberalizm ve demokrasilerde mümkün. ‘Vahşi özgürlük’ de zaten vahşi kapitalizmin gayrı meşru çocuğu değil mi?
Bu çerçeveden bakılınca, insanın bireysel konumlanmasının çalıştığı kurumun konumlanması ile çok fazla zıtlık içinde olmaması gerektiği söylenebilir.
Yani çalıştığım kurumun hedef kitlesinde inançlı insanlar kahir çoğunluğu oluşturuyorsa, ve benim adım bir şekilde firmamla ilişkilendiriliyorsa, ben Twitter oramında ‘Satanist’ mesajlar veremem. Verirsem de beni gönderebilirler… O zaman da “Vay özgürlükler kısıtlanıyor!” diye tepinenleri kimse ciddiye almayabilir…
Sosyal medya - gazeteci ilişkisinde de bir şey değişmez. Çalıştığımız kurumun yazılı ya da yazılı olmayan zihniyet iklimiyle kuşatılmış oluşumuz da somut bir realitedir. Yazarlarının sosyal medyada siyasiler hakkında öven ya da söven yazılar yazmasına izin vermeyen New York Times gibi pek çok yayın organı olduğu söyleniyor.
Ece Hanım, “En iyisi ülkeyi terk etmek” demiş. Bence de… Nasıl ki, çalıştığınız kuruluşun kültür ve değerleriyle uyuşamadığınız zaman en sağlıklısı kurumu terk etmekse, aynı şekilde ülkenin kültür ve değerlerine bu kadar ters düşüyorsanız, en sağlıklısı ülkeyi terk etmek olabilir…
Hayvanlara eziyete ağır ceza
Yıllar önce büyük hukuk âlimi Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in “Hayvan Hakları” adını verdiği tuğla gibi kitabını gördüğüm zaman hayli şaşırmıştım. İslam âleminde hayvanların yerini geç de olsa o kitaptan öğrenmek nasip olmuştu.
İşin abartılı bir boyut almasını kastetmiyorum tabii; ancak sağlıklı anlamda hayvan ve doğa sevgisi olmayan bir ‘insan’ın değerlerini ve ruhunun tekâmül düzeyini sorgulamak gerektiğini de o yıllarda kavramaya başlamıştım.
Yıllar sonra dün Tarım ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun açıklamalarını okuyunca, insan vahşeti karşısında savunmasız bu canlılar adına bir rahat nefes aldım. Başbakan talimat vermiş. Hayvanlara eziyet edilmemesi, bakılmaları ve korunmaları için mevcut mevzuat yeniden gözden geçirilecek ve eziyet edenlere daha da ağır cezalar verilecekmiş.
Kaynak yukarıda. Ne yapılması gerektiğini İsmet Sungurbey 1999’da söylemiş…
Not: Yarın akşam, saat 22.00’de Pana Film ekibinin, TRT 1’de Kemal Tahir’in ünlü romanı ‘Kurt Kanunu uyarlamasını izleyeceğiz. Tartışmanın parçası olabilmek için, dizinin yapımcısı ve senaryo yazarı Bahadır Özdener’in dün bizim gazetede yayınlanmış olan röportajı, Halit Refiğ’in ‘Gerçeğin Değişkenliği Kemal Tahir’ mutlaka okunmalı; belki de bir fırsat bulunup Ersin Pertan’ın aynı adı taşıyan filmi izlenmeli…