Sosyal medyada çatışma nizami yürümüyor
11 ocak 2020 - Yeni Şafak
Bildiğiniz gibi savaşın bile bir hukuku var… Çatışmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda devreye girer… Hukuk literatüründe İnsancıl Hukuk diye de adlandırılır…
Hasarı minimumda tutmak, yaralıların, sivillerin, kültür miraslarının, çevrenin korunması için uygulanması şarttır…
Savaşta bile uyulması gereken kurallar benimsenmişken sosyal medyanın bu derece pervasız, sorumsuz bir alan olması kabul edilebilir gibi değil…
Batılılar’ın ‘fake’ dediği uydurma haberler de gerçeğin üstünü örten dezenformasyon da aslında yeni değil, hep vardı…
Ancak sosyal medya, bu haberlerin paylaşılabilmesini kolaylaştırdığı gibi son hızla yayılmasına da vesile oldu…
Bu haberlerin yayılmasında en çok etkili olanlar, çoğunlukla hiçbir sorumluluk taşımayan kişiler… Sorumsuzluk çok tehlikeli olabilir…
Geleneksel medyanın revaçta olduğu zamanlarda, itibarıyla sınanma, onu kaybetme ihtimali, gazetecileri, siyasetçileri yalan haberler konusunda temkinli olmaya, araştırma yapmadan, kaynağını kontrol etmeden haber paylaşmamaya iterdi…
Kötü örnekler elbette her zaman vardı ama çoğunlukla göz önündeki profesyoneller olarak itibarlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için bu sorumluluğu taşır, ona göre davranırlardı…
Şimdiyse bu sorumluluktan uzak ordular sosyal medyada fink atıyorlar… “Nasılsa başıma bir şey gelmez” düşüncesiyle, “ben yazmadım, yazılanı paylaştım” ya da “öyle duydum” savunmasıyla klavyelere yükleniyorlar…
Sosyal medyadaki bu ahlaksızlık, sorumsuzluk ve pespayelik, demokrasi kavramının kötüye kullanılması konusunda en iyi örneklerden biri olarak sayılabilir… Demokrasi adı altında demokrasinin katledilmesiyle karşı karşıyayız…
Çamur atılınca izi kalıyor… Herkesin kendi ‘yankı odasına’ çekildiği, yani taraftarı olduğu ideolojiyi destekleyen medyadan beslendiği bir ortamda size atılan iftirayı temizlemeniz hiç de kolay değil…
İstediğiniz kadar “işin doğrusu o değil, bu” diye bağırın… Medyadaki kutuplaşma sesinizin karşı mahalleye ulaşmasına engel…
Kuralsız, yani gayrinizami saldırıların sonucunda da kişiler ve kurumlar savunmasız hâle geliyor…
Öte yandan kurumların uygulaması için her gün yeni etik kurallar belirleniyor. Bu kurallara uygun davranan, değer katanlar itibar kazanıyor…
Mesela ‘Küresel Kurumsal Vatandaşlık’ kavramı… Uluslararası camianın saygın bir üyesi kabul edilmek isteyen kurumlar, buna uygun davranmayı taahhüt ediyorlar…
Nedir bu Küresel Kurumsal Vatandaşlık? Kısaca şöyle:
1. Ticari faaliyetleri yürütürken kanuna, ahlak standartlarına, insan haklarına tam anlamıyla uyumlu davranmak ve faaliyetlerinin dünyanın her yerinde çevreye verebileceği zararı en aza indirgemek için çaba sarf etmek. 2. Şirket faaliyetlerinin piyasayı, tedarik piyasalarını, içinde yaşanılan yöreyi, sivil toplum örgütlerini ve kamu sektörünü de etkilediğinin ve tüm bu sosyal paydaşlar ile iş birliği içinde çalışma gereğinin bilincinde olmak.
Siz istediğiniz kadar işinizi hukuki kurallara, teamüllere, etik kodlara uygun yürütün… Karşınızda bir ‘deliler ordusu’ var… Düzenli, sınırları olan bir muhalefetle çatışmaya girmiyorsunuz… Asimetrik bir saldırıyla karşı karşıyasınız…
Gayrinizami davranışlara karşı nizami tutumu korumak işe yaramıyor… Ortadaki asimetri hep aleyhte çalışıyor…
Buna karşı ‘troll’ hesaplarına, fake profillere yüklenenler var elbette ama eleştirdiğimiz ahlaksızlığa ahlaksızlıkla cevap vermek, ancak bataklığı derinleştirmeye yarar…
Bu konuda konvansiyonel olmayan ama işe yarayabilecek bir yöntem Türkçe ‘tohumlama’ anlamına gelen ‘seeding’ olabilir…
Yayılmasını istediğiniz bir bilgi, haber, görsel ya da her türlü içeriğin sosyal medya hesaplarından paylaşılması olarak tanımlanabilir… Fenomen’ler ya da etkileyiciler (influencer) bu yöntem için devreye sokulabiliyor… Kitlelere ulaştırmak istediğiniz içerik viral olarak yayılıyor…
Sosyal medya çağında yaşadığımız bir hakikat… Bu çağ, pek çok imkân sunduğu gibi ahlaken sorunlu uygulamalarla da bizi sınıyor…
Bu ortamda ahlaki tuzaklara düşmeden yeni yöntemlerle mücadele edilmesi şart!
Hasarı minimumda tutmak, yaralıların, sivillerin, kültür miraslarının, çevrenin korunması için uygulanması şarttır…
Savaşta bile uyulması gereken kurallar benimsenmişken sosyal medyanın bu derece pervasız, sorumsuz bir alan olması kabul edilebilir gibi değil…
Batılılar’ın ‘fake’ dediği uydurma haberler de gerçeğin üstünü örten dezenformasyon da aslında yeni değil, hep vardı…
Ancak sosyal medya, bu haberlerin paylaşılabilmesini kolaylaştırdığı gibi son hızla yayılmasına da vesile oldu…
Bu haberlerin yayılmasında en çok etkili olanlar, çoğunlukla hiçbir sorumluluk taşımayan kişiler… Sorumsuzluk çok tehlikeli olabilir…
Geleneksel medyanın revaçta olduğu zamanlarda, itibarıyla sınanma, onu kaybetme ihtimali, gazetecileri, siyasetçileri yalan haberler konusunda temkinli olmaya, araştırma yapmadan, kaynağını kontrol etmeden haber paylaşmamaya iterdi…
Kötü örnekler elbette her zaman vardı ama çoğunlukla göz önündeki profesyoneller olarak itibarlarını kaybetmeyi göze alamayacakları için bu sorumluluğu taşır, ona göre davranırlardı…
Şimdiyse bu sorumluluktan uzak ordular sosyal medyada fink atıyorlar… “Nasılsa başıma bir şey gelmez” düşüncesiyle, “ben yazmadım, yazılanı paylaştım” ya da “öyle duydum” savunmasıyla klavyelere yükleniyorlar…
Sosyal medyadaki bu ahlaksızlık, sorumsuzluk ve pespayelik, demokrasi kavramının kötüye kullanılması konusunda en iyi örneklerden biri olarak sayılabilir… Demokrasi adı altında demokrasinin katledilmesiyle karşı karşıyayız…
Çamur atılınca izi kalıyor… Herkesin kendi ‘yankı odasına’ çekildiği, yani taraftarı olduğu ideolojiyi destekleyen medyadan beslendiği bir ortamda size atılan iftirayı temizlemeniz hiç de kolay değil…
İstediğiniz kadar “işin doğrusu o değil, bu” diye bağırın… Medyadaki kutuplaşma sesinizin karşı mahalleye ulaşmasına engel…
Kuralsız, yani gayrinizami saldırıların sonucunda da kişiler ve kurumlar savunmasız hâle geliyor…
Öte yandan kurumların uygulaması için her gün yeni etik kurallar belirleniyor. Bu kurallara uygun davranan, değer katanlar itibar kazanıyor…
Mesela ‘Küresel Kurumsal Vatandaşlık’ kavramı… Uluslararası camianın saygın bir üyesi kabul edilmek isteyen kurumlar, buna uygun davranmayı taahhüt ediyorlar…
Nedir bu Küresel Kurumsal Vatandaşlık? Kısaca şöyle:
1. Ticari faaliyetleri yürütürken kanuna, ahlak standartlarına, insan haklarına tam anlamıyla uyumlu davranmak ve faaliyetlerinin dünyanın her yerinde çevreye verebileceği zararı en aza indirgemek için çaba sarf etmek. 2. Şirket faaliyetlerinin piyasayı, tedarik piyasalarını, içinde yaşanılan yöreyi, sivil toplum örgütlerini ve kamu sektörünü de etkilediğinin ve tüm bu sosyal paydaşlar ile iş birliği içinde çalışma gereğinin bilincinde olmak.
Siz istediğiniz kadar işinizi hukuki kurallara, teamüllere, etik kodlara uygun yürütün… Karşınızda bir ‘deliler ordusu’ var… Düzenli, sınırları olan bir muhalefetle çatışmaya girmiyorsunuz… Asimetrik bir saldırıyla karşı karşıyasınız…
Gayrinizami davranışlara karşı nizami tutumu korumak işe yaramıyor… Ortadaki asimetri hep aleyhte çalışıyor…
Buna karşı ‘troll’ hesaplarına, fake profillere yüklenenler var elbette ama eleştirdiğimiz ahlaksızlığa ahlaksızlıkla cevap vermek, ancak bataklığı derinleştirmeye yarar…
Bu konuda konvansiyonel olmayan ama işe yarayabilecek bir yöntem Türkçe ‘tohumlama’ anlamına gelen ‘seeding’ olabilir…
Yayılmasını istediğiniz bir bilgi, haber, görsel ya da her türlü içeriğin sosyal medya hesaplarından paylaşılması olarak tanımlanabilir… Fenomen’ler ya da etkileyiciler (influencer) bu yöntem için devreye sokulabiliyor… Kitlelere ulaştırmak istediğiniz içerik viral olarak yayılıyor…
Sosyal medya çağında yaşadığımız bir hakikat… Bu çağ, pek çok imkân sunduğu gibi ahlaken sorunlu uygulamalarla da bizi sınıyor…
Bu ortamda ahlaki tuzaklara düşmeden yeni yöntemlerle mücadele edilmesi şart!