Sosyal medyada manipülasyonlar yılına veda edelim…
01 ocak 2022 - marketing türkiye
2022 hoş geldi, safalar getirdi… Her yeni yıl başlangıcının yeni ümitlere, dileklere vesile olmasının insan ve toplum psikolojisi için rahatlatıcı ve motive edici bir yanı olduğunu düşünenlerdeniz… Yeni yılda sigara bırakılır mesela ya da kilo vermeye başlanılır… Ancak hiçbir şey sebepsiz yere daha iyi, daha güzel olmaz… Emek ister, kafa yormak ister…
İletişim dünyamız açısından 2022’nin daha iyi bir yıl olmasını diliyor, iletişim karnemizi temize çekmek istiyorsak, 2021 yılının ‘en sakat’ gündemine biraz yakından bakmakta yarar var: Sosyal medya manipülasyonları…
Geçen yılı düşündüğümde, çeşitli konuşmalarda, tartışmalarda ve buluşmalarda en çok maruz kaldığım sorunun bu olduğunu fark ettim: “Hocam, şu olay, bu video, şu sosyal medya kampanyası manipülasyon amaçlı mıydı?”…
2021’de böyle yorumlanabilecek neler görmedik ki?! Bu işe herkes o kadar meraklıydı ki “Sosyal Medyayı Maniple Etmek” başlıklı bir video 3 milyon 282 bin kez izlendi… Kimileri siyasiler başta olmak üzere pek çok kişinin itibarını hedef alıyordu… Kimileri ise toplumsal infiale neden olabilecek içerikteydiler… Toplumun sinir uçlarıyla oynamayı amaç edinmiş pandemiden aşıya, orman yangınları için hayali yardım kampanyalarından sığınmacılarla ilgili uydurma görüntülere kadar çok sayıda ‘can alıcı’ çarpıtılmış, dezenformasyon ya da düpedüz yalan olarak tanımlanabilecek ‘içerik’ sosyal medyadan hızla yayıldı…
Tabii sosyal medyanın müstear isimle ‘at koşturmaya’ yarayan yapısı da bu kaosu ve ‘sözel terör’ü körükledi…
Bu vakaların en kötülerinden biri orman yangınlarıyla sarsıldığımız Ağustos ayında yaşandı. Aniden sosyal medyadan bir kampanya ‘patlayıverdi’! Türkiye’den kullanıcılar Twitter’a, Instagram’a sarılarak, yurt dışından Türkiye’ye yardım gelmesi için İngilizce bir metni paylaştılar…
İnsanın içini acıtan bir yangın görseli ve ‘post’ metni de belli ki hazır hâlde iletilmişti. Çünkü işin sonunda 2,5-3 milyon kişinin paylaşımıyla sonuçlanan kampanyadaki(!) mesajlar bire bir aynıydı.
Görselin üstündeki iki satır, iri puntolarla: “Küresel Çağrı!” ve “Lütfen Türkiye’ye Yardım Edin” diyordu. Arada da yangın uçaklarına ihtiyacımız olduğu belirtiliyordu. Post metni de “Bize yardım edebilecek bütün ülkelere sesleniyorum” diye başlıyor ve aynı talebi tekrarlıyor, #helpturkey (Türkiye’ye yardım) etiketi (hashtag) ile bitiyordu.
Yangınların kontrol altına alınması son derece zor bir süreçti, doğru. Ancak yardıma ihtiyacımız olup olmadığını, varsa neyin gerektiğini bilecek ve organize edecek yetkililerin böyle bir talebi yoktu.
Bu kampanya da yangını, toplumsal zemine yaymak amacıyla ‘benzin’ işlevi görmesi için tasarlanmıştı. Çağrıcısı belli olmadığı gibi, kime seslendiği de meçhul, sadece “Lütfen bize yardım edin” diye yalvaran bir mesaj… Yangının toplum üzerinde uyandırdığı infial ve çaresizlik hissinden yararlanmak, durumu maniple etmek isteyen bir kampanyaydı söz konusu olan…
Nitekim, sosyal medya analisti Dr. Marc Owen Jones, bu kampanyanın ‘dijital analizini’ yaptı ve “manipülasyon dolu bir dezenformasyon kampanyası” kanaatiyle Twitter hesabından yayınladı.
Jones, ‘Help Turkey’ etiketiyle yapılan 160 bin etkileşimi ve 46 bin hesabı kapsayan çalışmasında, “Bu kampanya Türkiye’yi zayıf göstermeyi hedefleyen bir algı operasyonuydu… Sahte ve bot hesaplarla dezenformasyon yapıldı” sonucuna varmış. FETÖ’cü Bülent Keneş gibi isimlerin bu etiketle yaptıkları Türkiye karşıtı paylaşımları da örnek göstermiş.
Ayrıca, bu etiket altında en çok etkileşim gösteren ve sadece iki takipçisi olan @ege20281770 hesabının 2 Ağustos’ta açıldığını, normalde birçok tweet bulunması gereken hesapta, hiçbir tweet bulunmadığını, çünkü ‘kara propaganda’ amacıyla etikete yazdıktan sonra tespit edilmeyi önlemek için hesap sahibinin tweetleri sildiğini belirtiyor. Kullanılan başka bir yöntem de 15 bin takipçisi olduğu görülen @Badboy2147 gibi hesaplar, “sıra dışı bir durum” olarak, kullanıcı adlarını değiştirmiş; dahası, ‘Help Turkey’ ile ilgili tweetlerini de silmişler.
Jones, bu kampanya için en çok paylaşım yapan 7400 hesaptan oluşan ‘şüpheli grubun’ çoğunun aynı şekilde kullanıcı isimlerini ve uzantılarını değiştirdiğini veya hesabını tamamen sildiğini yazmış. Analizde bu işin bir ‘aldatmaca’ olduğunu gösteren başka detaylar da var. Bunlara Jones’un Twitter hesabından ulaşmak mümkün…
Son bir haftanın gündeminde de böyle ‘yalanlar’dan bolca var: “ASELSAN satıldı… Hükûmet döviz hesaplarına el koyacak… Türk bankalarının öz sermaye yeterlilik rasyoları düşük; yani batacaklar”… Liste uzayıp gidiyor ama maalesef ortada dolanan bu tür mesajların tamamen aldatmaca olduğunu gösterebilecek çok sayıda bilimsel araştırma yapılmıyor… O nedenle de atılan çamurun izi uzun yıllar kalabiliyor… Yanlış kanaatler insanların zihnine yerleşebiliyor…
Tabii burada Cass Sunstein’in isabetle ‘Yankı Odaları’ (Echo Chambers) diye tanımladığı yapının da hayli katkısı oluyor… Sunstein, aynı düşünceden insanların sosyal medyada oluşturdukları arkadaş grupları aracılığıyla, yalnızca kendi seslerini/fikirlerini dinlemesiyle ortaya çıkan sanal mecralara ‘Yankı Odaları’ adını veriyor. Sunstein’in iddiasına göre; insanların faklı görüşlerle karşılaşmasına olanak sağlayarak ‘demokratikleşme’ için çok etkili bir kaynak olacağı düşünülen sosyal medyada, kısıtlı çevrelerin takip edilmesiyle ‘kutuplaştırıcı’, hatta toplulukları ‘görünmez’ kılan etkiler ortaya çıkmış.
“Çok sesliliğe erişeceğiz, neler oluyormuş göreceğiz” diye kendimizi hapsettiğimiz ortam, aslında ‘takip ettiklerimizle’ çevrili, benzer, çoğunlukla da aynı fikirde olduğumuzu sandığımız insanlardan müteşekkil… İnsan, kendini doğrulamak, doğrulatmaktan zevk alan bir canlı… Dozunda olursa bunda bir zarar da yok elbette… Ancak “Büyük resmi göreceksiniz” yalanına inandırılıp, kendi elimizle ördüğümüz bir hücreden dünyayı çözümlediğimizi sanıyorsak, orada büyük bir problem var işte…
Netflix’te yayınlanan iki belgesel bu konuları biraz daha deşmek isteyenler için doğru birer başlangıç noktası olabilir… İlki The Great Hack, diğeri ise Social Dilemma…
Her ikisi de bireysel psikolojiyi etkileyen yöntemlerle toplumsal psikolojimiz üzerinde nasıl ince bir çalışma yapıldığını ve bunların etkili sonuçları olabildiğini göstermek açısından son derece başarılıydı… Önermeleri de şöyle özetlenebilir: Sosyal medya araçlarının/firmalarının ticari birer kuruluş olduğunu, dolayısıyla ürün ya da fikir ‘satışını’ tetikleyen kullanım oranlarının artırılmasını ana hedef olarak benimsediklerinin farkında olun. Çünkü bu uğurda her şeyi yapabilirler… Bireysel ya da toplumsal huzurunuzu sizin aracılığınızla yerle bir edebilirler…
Bu belgesellerin ya da bizim, “Aman sosyal medya çok kötü, hemen orayı terk edin” dediğimiz sanılmasın… Ancak, dijitalleşmenin en üst seviyeye vardığı günümüzde sosyal medya ve türevlerine, içinde ne olduğunu bilmeden içmediğimiz ilaç muamelesi yapmakta fayda var…
Madem yeni bir yıla, yeni başlangıçlara adım atıyoruz. Umudumuzu tazeleyelim… Uzmanlar tarafından, yalan haberlerin yayılma hızının diğerlerine göre altı kat daha fazla olduğu ifade edilen sosyal medya konusunda bilincimizin çok da kötü olmadığına dair bir umut ışığı, Reuters Enstitüsü’nün yayınladığı “2021 Dijital Haber Raporu” nda bulunabilir. Raporda, Türkiye’de haberlere güvenme oranı %41 olarak açıklanmış. Türkiye’de insanların kendi tükettikleri haber kaynaklarına güven oranları %47 olarak ölçülürken, arama yaptıklarında karşılarına çıkan haberlere güvenleri %40, sosyal ağlardaki haberlere ise %36 oranında güvendikleri görülmüş…
Tabii yüzde 36 hiç de azımsanamayacak bir oran… Yine de ‘hesap verebilir’, kimliği belli kişi ya da kurumların medya organlarının daha yüksek oranda güvenilir bulunmasını sevindirici bir gelişme olarak görüyoruz… Geleneksel, dijital ya da sosyal medyanın manipülasyondan, dezenformasyondan, yalandan, iftiradan ve ‘kara propaganda’dan uzak yayın yapması ancak sorumluğun kime ait olduğunun bilinmesi ile mümkün…
Bir de şunu belirtelim: Büyük ve doğru fikir, her zaman ‘aracı’ sabah kahvaltısında yer… Yeter ki aracı mubah kılıp doğru amaçtan şaşmayın…
İletişim dünyamız açısından 2022’nin daha iyi bir yıl olmasını diliyor, iletişim karnemizi temize çekmek istiyorsak, 2021 yılının ‘en sakat’ gündemine biraz yakından bakmakta yarar var: Sosyal medya manipülasyonları…
Geçen yılı düşündüğümde, çeşitli konuşmalarda, tartışmalarda ve buluşmalarda en çok maruz kaldığım sorunun bu olduğunu fark ettim: “Hocam, şu olay, bu video, şu sosyal medya kampanyası manipülasyon amaçlı mıydı?”…
2021’de böyle yorumlanabilecek neler görmedik ki?! Bu işe herkes o kadar meraklıydı ki “Sosyal Medyayı Maniple Etmek” başlıklı bir video 3 milyon 282 bin kez izlendi… Kimileri siyasiler başta olmak üzere pek çok kişinin itibarını hedef alıyordu… Kimileri ise toplumsal infiale neden olabilecek içerikteydiler… Toplumun sinir uçlarıyla oynamayı amaç edinmiş pandemiden aşıya, orman yangınları için hayali yardım kampanyalarından sığınmacılarla ilgili uydurma görüntülere kadar çok sayıda ‘can alıcı’ çarpıtılmış, dezenformasyon ya da düpedüz yalan olarak tanımlanabilecek ‘içerik’ sosyal medyadan hızla yayıldı…
Tabii sosyal medyanın müstear isimle ‘at koşturmaya’ yarayan yapısı da bu kaosu ve ‘sözel terör’ü körükledi…
Bu vakaların en kötülerinden biri orman yangınlarıyla sarsıldığımız Ağustos ayında yaşandı. Aniden sosyal medyadan bir kampanya ‘patlayıverdi’! Türkiye’den kullanıcılar Twitter’a, Instagram’a sarılarak, yurt dışından Türkiye’ye yardım gelmesi için İngilizce bir metni paylaştılar…
İnsanın içini acıtan bir yangın görseli ve ‘post’ metni de belli ki hazır hâlde iletilmişti. Çünkü işin sonunda 2,5-3 milyon kişinin paylaşımıyla sonuçlanan kampanyadaki(!) mesajlar bire bir aynıydı.
Görselin üstündeki iki satır, iri puntolarla: “Küresel Çağrı!” ve “Lütfen Türkiye’ye Yardım Edin” diyordu. Arada da yangın uçaklarına ihtiyacımız olduğu belirtiliyordu. Post metni de “Bize yardım edebilecek bütün ülkelere sesleniyorum” diye başlıyor ve aynı talebi tekrarlıyor, #helpturkey (Türkiye’ye yardım) etiketi (hashtag) ile bitiyordu.
Yangınların kontrol altına alınması son derece zor bir süreçti, doğru. Ancak yardıma ihtiyacımız olup olmadığını, varsa neyin gerektiğini bilecek ve organize edecek yetkililerin böyle bir talebi yoktu.
Bu kampanya da yangını, toplumsal zemine yaymak amacıyla ‘benzin’ işlevi görmesi için tasarlanmıştı. Çağrıcısı belli olmadığı gibi, kime seslendiği de meçhul, sadece “Lütfen bize yardım edin” diye yalvaran bir mesaj… Yangının toplum üzerinde uyandırdığı infial ve çaresizlik hissinden yararlanmak, durumu maniple etmek isteyen bir kampanyaydı söz konusu olan…
Nitekim, sosyal medya analisti Dr. Marc Owen Jones, bu kampanyanın ‘dijital analizini’ yaptı ve “manipülasyon dolu bir dezenformasyon kampanyası” kanaatiyle Twitter hesabından yayınladı.
Jones, ‘Help Turkey’ etiketiyle yapılan 160 bin etkileşimi ve 46 bin hesabı kapsayan çalışmasında, “Bu kampanya Türkiye’yi zayıf göstermeyi hedefleyen bir algı operasyonuydu… Sahte ve bot hesaplarla dezenformasyon yapıldı” sonucuna varmış. FETÖ’cü Bülent Keneş gibi isimlerin bu etiketle yaptıkları Türkiye karşıtı paylaşımları da örnek göstermiş.
Ayrıca, bu etiket altında en çok etkileşim gösteren ve sadece iki takipçisi olan @ege20281770 hesabının 2 Ağustos’ta açıldığını, normalde birçok tweet bulunması gereken hesapta, hiçbir tweet bulunmadığını, çünkü ‘kara propaganda’ amacıyla etikete yazdıktan sonra tespit edilmeyi önlemek için hesap sahibinin tweetleri sildiğini belirtiyor. Kullanılan başka bir yöntem de 15 bin takipçisi olduğu görülen @Badboy2147 gibi hesaplar, “sıra dışı bir durum” olarak, kullanıcı adlarını değiştirmiş; dahası, ‘Help Turkey’ ile ilgili tweetlerini de silmişler.
Jones, bu kampanya için en çok paylaşım yapan 7400 hesaptan oluşan ‘şüpheli grubun’ çoğunun aynı şekilde kullanıcı isimlerini ve uzantılarını değiştirdiğini veya hesabını tamamen sildiğini yazmış. Analizde bu işin bir ‘aldatmaca’ olduğunu gösteren başka detaylar da var. Bunlara Jones’un Twitter hesabından ulaşmak mümkün…
Son bir haftanın gündeminde de böyle ‘yalanlar’dan bolca var: “ASELSAN satıldı… Hükûmet döviz hesaplarına el koyacak… Türk bankalarının öz sermaye yeterlilik rasyoları düşük; yani batacaklar”… Liste uzayıp gidiyor ama maalesef ortada dolanan bu tür mesajların tamamen aldatmaca olduğunu gösterebilecek çok sayıda bilimsel araştırma yapılmıyor… O nedenle de atılan çamurun izi uzun yıllar kalabiliyor… Yanlış kanaatler insanların zihnine yerleşebiliyor…
Tabii burada Cass Sunstein’in isabetle ‘Yankı Odaları’ (Echo Chambers) diye tanımladığı yapının da hayli katkısı oluyor… Sunstein, aynı düşünceden insanların sosyal medyada oluşturdukları arkadaş grupları aracılığıyla, yalnızca kendi seslerini/fikirlerini dinlemesiyle ortaya çıkan sanal mecralara ‘Yankı Odaları’ adını veriyor. Sunstein’in iddiasına göre; insanların faklı görüşlerle karşılaşmasına olanak sağlayarak ‘demokratikleşme’ için çok etkili bir kaynak olacağı düşünülen sosyal medyada, kısıtlı çevrelerin takip edilmesiyle ‘kutuplaştırıcı’, hatta toplulukları ‘görünmez’ kılan etkiler ortaya çıkmış.
“Çok sesliliğe erişeceğiz, neler oluyormuş göreceğiz” diye kendimizi hapsettiğimiz ortam, aslında ‘takip ettiklerimizle’ çevrili, benzer, çoğunlukla da aynı fikirde olduğumuzu sandığımız insanlardan müteşekkil… İnsan, kendini doğrulamak, doğrulatmaktan zevk alan bir canlı… Dozunda olursa bunda bir zarar da yok elbette… Ancak “Büyük resmi göreceksiniz” yalanına inandırılıp, kendi elimizle ördüğümüz bir hücreden dünyayı çözümlediğimizi sanıyorsak, orada büyük bir problem var işte…
Netflix’te yayınlanan iki belgesel bu konuları biraz daha deşmek isteyenler için doğru birer başlangıç noktası olabilir… İlki The Great Hack, diğeri ise Social Dilemma…
Her ikisi de bireysel psikolojiyi etkileyen yöntemlerle toplumsal psikolojimiz üzerinde nasıl ince bir çalışma yapıldığını ve bunların etkili sonuçları olabildiğini göstermek açısından son derece başarılıydı… Önermeleri de şöyle özetlenebilir: Sosyal medya araçlarının/firmalarının ticari birer kuruluş olduğunu, dolayısıyla ürün ya da fikir ‘satışını’ tetikleyen kullanım oranlarının artırılmasını ana hedef olarak benimsediklerinin farkında olun. Çünkü bu uğurda her şeyi yapabilirler… Bireysel ya da toplumsal huzurunuzu sizin aracılığınızla yerle bir edebilirler…
Bu belgesellerin ya da bizim, “Aman sosyal medya çok kötü, hemen orayı terk edin” dediğimiz sanılmasın… Ancak, dijitalleşmenin en üst seviyeye vardığı günümüzde sosyal medya ve türevlerine, içinde ne olduğunu bilmeden içmediğimiz ilaç muamelesi yapmakta fayda var…
Madem yeni bir yıla, yeni başlangıçlara adım atıyoruz. Umudumuzu tazeleyelim… Uzmanlar tarafından, yalan haberlerin yayılma hızının diğerlerine göre altı kat daha fazla olduğu ifade edilen sosyal medya konusunda bilincimizin çok da kötü olmadığına dair bir umut ışığı, Reuters Enstitüsü’nün yayınladığı “2021 Dijital Haber Raporu” nda bulunabilir. Raporda, Türkiye’de haberlere güvenme oranı %41 olarak açıklanmış. Türkiye’de insanların kendi tükettikleri haber kaynaklarına güven oranları %47 olarak ölçülürken, arama yaptıklarında karşılarına çıkan haberlere güvenleri %40, sosyal ağlardaki haberlere ise %36 oranında güvendikleri görülmüş…
Tabii yüzde 36 hiç de azımsanamayacak bir oran… Yine de ‘hesap verebilir’, kimliği belli kişi ya da kurumların medya organlarının daha yüksek oranda güvenilir bulunmasını sevindirici bir gelişme olarak görüyoruz… Geleneksel, dijital ya da sosyal medyanın manipülasyondan, dezenformasyondan, yalandan, iftiradan ve ‘kara propaganda’dan uzak yayın yapması ancak sorumluğun kime ait olduğunun bilinmesi ile mümkün…
Bir de şunu belirtelim: Büyük ve doğru fikir, her zaman ‘aracı’ sabah kahvaltısında yer… Yeter ki aracı mubah kılıp doğru amaçtan şaşmayın…