Spor ekonomisinde topa girme zamanı
15 Nisan 2007 - Marketing Türkiye
Bu dergide yazmadan önce de, şimdi de dergi piyasaya çıkar çıkmaz önce konu başlıklarına bakarım. Sonra da kendi yazıma sonra da içeriklere...
Her sayıda Rota Yayınları’nın sahibesi Günseli Hanım başta olmak üzere tüm ekibin yeni bir açılım yaratma çabasını izlemek, okuyucu kitlesini tatmin etmek için verdiklere savaşa tanık olmak heyecan vericidir...
1 Nisan sayısını elime aldığımda aynı heyecanı yine yaşadım. Bu seferki ‘atılım’ yeni vermeye başladıkları “Sports Marketing” ekiydi. Gerçi kendisi de 64 sayfalık olan bu yayına ‘ek’ demek haksızlık olurdu ya...
Türkiye’de başta büyük firmalar olmak üzere birçok kuruluş, spor ekonomisinin sanayi haline geldiğini yavaş yavaş da olsa, anladı. 2005 yılında İstanbul’da yapılan Şampiyonlar Ligi Finali, spor ekonomisine çağdaş bakışın Türkiye’de yerleşmesinde dönüm noktası olmuştur. Rakamları tekrar hatırlamakta fayda var...
Topu topu 130 dakikalık bir maç olan bu final, ülke ekonomisine 145 milyon Avro doğrudan olmak üzere toplamda 390 milyon Avro katkı sağladı. Bu kadar da değil... 50 bin yabancının sadece final maçı için geldiği İstanbul’a dört günde tam üç bin 155 uçak inip, kalktı. 202 ülkeden canlı yayınlanan bu maç sayesinde Türkiye, kelimenin tam anlamıyla paha biçilemez bir tanıtım yaptı.
İşte tüm bunlar spor ekonomisinin ne kadar dev bir havuz olduğunu b,ze de gösterdi.
Başta futbol olmak üzere spor branşlarının hükmettiği devasa pastadan yararlanmak için kulüpler marka olmak zorunda. Bunun da en önemli yolu bu işi bilen, sistemli çalışan yöneticiler istihdam etmekten geçiyor.
Artık Almanya’nın birçok kulübünde Spor Ekonomisi ve Futbol Menajerliği Enstitüsü’nden mezun yöneticiler görev alıyor.
Bizde de olayı bilimsel platformda değerlendirme konusunda ilk adım Kadir Has Üniversitesi’nden geldi. Eski TFF Başkanı Levent Bıçakcı ve Ahmet Güvener’in girişimleri ile Ocak ayında başlatılan “Spor Yönetimi” sertifika programı sayesinde alaylı değil mektepli uzmanlar yetişecek. Bilgi Üniversitesi de benzer bir çalışma içinde. Eylül ayında “Spor Yönetimi” yüksek lisans programı açmaya hazırlanan Bilgiciler, YÖK’ten onay alırlarsa bu alanda bir ilki gerçekleiştirecekler.
Bence ne yapıp edip izni koparmalılar, çünkü bu tip eğitim programları açılmazsa daha çok kulüp, Del Bosque gibi hocalara havadan 8 milyon Avro tazminat öder.
Gündemi yakalamak yerine oluşturmak her zaman avantajdır. Spor endüstrisi daha doğru dürüst gündeme bile gelmeden böyle bir ‘ek’, pardon ‘dergi’ çıkardıkları için, bizimkileri bir kez daha tebrik ediyorum.
Mercedes istikrarlı gidiyor
Bu sayıda spordan gidiyoruz.
Mili Takım altı maçta liderliğe kuruldu ya, herkeste sevinç nidaları ya da yüzlerde gülümseme var. Ama gerçekten sevinmeyi hak eden birileri varsa onlar da iyi günde kötü günde milli takımı destekleyen ve ülke şartlarına göre ciddi ölçüde maddi katkılarda bulunan sponsorlar.
İsviçre maçı sonrası yaşananlar ve alınan seyircisiz oynama cezalarını bahane edip sözleşmesini tek taraflı feshetmek isteyen sponsora kim ne diyebilirdi? Dolayısıyla o günlerde dişlerini sıkanların bugün işin kaymağını yeme haklarını sonuna kadar savunmak gerek.
Bu firmaların başında da Mercedes geliyor. TFF’nin en eski sponsoru olan Mercedes 11 yıldır Milli Takımın ana sponsorlarından. Düşünün sponsor oldukları yıl daha Haluk Ulusoy dönemi başlamamış. O kadar eski...
Mercedes’çiler, “Bir sponsorluğun belirlenen hedeflere ulaşması için en az 7 yıl geçmeli” prensibini benimseyerek mi sponsorluğa devam ediyorlar bilemem ancak markayı sporla özdeşleştirmek için “sadece parayı verdim sponsor oldum, gerisinden bana ne” düşüncesinde olmadıkları kesin.
Futbol ve milli takım sponsorlukları için hazırladıkları www.mercedesmillitakim.com sitesi başarılı bir girişim. Kuru kuru sponsorluklarını anlatmayıp, yaşanan güncel gelişmeler ve takım bilgileri de futbolsuz gün geçirmeyenlere yardımcı olur. Ama benim beğendiğim bölüm ‘mevzu bulutu’ adını taşıyan hemen soldaki notlar...
Esprili bir yaklaşımla ele alınan bu bölümde herkes kendine göre yorumlarda bulunuyor. Tipik ‘Forum’ yani... Ama işte bu can sıkıcı başlıktan kaçınmışlar...
Konu milli takım ve futbol olunca, durumdan vazife çıkarmak isteyen o kadar çok firma var ki, ana sponsorlara burada büyük iş düşüyor. En çok bağırmak için gerekirse sponsorluğa harcadıkları para kadar iletişime de harcamalılar. Başka türlü farklılaşamayacaklar ne yazık ki.
Yerellik ancak bu kadar abartılır...
Geçen yıldan bu yana ülkeye yabancı sermaye akıyor ya, özellikle perakende sektöründe yatırım yapmaya niyetlenen yabancı markaların ilk incelemesi gereken konulardan biri hiç şüphesiz Coca-Cola’nın reklamları ve iletişim çalışmaları. “Sofradakileri Tanıyalım” reklam filmi, Yunanistan maçı öncesi yayınlanan “Komşuya verdiğimiz zarar” konseptli film, parayı sokağa atmamak adına yapılan çalışmalara örnek teşkil ediyor.
Tüm bunların altında Coca-Cola’nın faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde eksiksiz uyguladığı “yerli düşün yerli hareket et” stratejisi yatıyor. Hem de bunu milliyetçilik kokan hareketlerle değil, kültür ve değerleri dozunda kullanarak yapıyor.
Anlaşılan Coca-Cola bu yerellikten memnun. Ülke bazında olan yerelliği artık bölgelere de taşımaya başladı. Son örneğini Kapadokya’dan gönderdiler. Bakkal ve marketlerdeki Coca Cola dolaplarının yan cephesine Kapadokya haritası yerleştirmek de onlardan beklenirdi zaten...
Dolaptan meşrubatı alırken, “Ah buraya gitmedik. Derinkuyu burada kalıyormuş” diyalogları yaşamak mümkün. Dolaplar bölgeye gelen yerli-yabancı turistlere sempati yarattığı gibi yerel halkın da bölgesini sahiplenmesine yarayacaktır. Su katılmamış bir Amerikan şirketi olan Coca-Cola’nın yerel kültür ve değerlere önem verirken Avrupalı IKEA’nın Türk kadının hiç de benimsemeyeceği bir tiplemeyle seyirci karşısına çıkmasına ne demeli...
Danone interneti ciddiye almış
“Süt ürünü Danino zeka geriliğine yol açıyor”....
Bu cümlenin yer aldığı e-postadan Mayıs 2005’ten bu yana tam 6. 3 milyon kişinin haberi olmuş. Bunların bir milyonu maili birbirlerine iletmiş diğer beş milyon da sözlü olarak iletmiş. Peki biz nasıl öğrendik?
Danone’nin geçtiğimiz haftalarda yaptığı basın toplantısı sayesinde. Kartopu etkisi yaratarak büyüyen bu krizin satışlarını hissedilir oranda düşürdüğünü gören Danone, hemen savunma mekanizmasına geçerek bu maili yayanların bilgisayar takip numarasına ulaşarak, numaraları savcılığa ve emniyete teslim etmiş. Bu düzenli internet saldırısının kendilerinde yarattığı mağduriyeti ve buna karşı yaptıklarını da basın toplantısı ile anlatmışlar. Son derece doğru bir hareket. Kamuoyundaki spekülasyonların önünü kesmek, çocuğuna Danino satın almaktan vazgeçen anneleri rahatlatmak için şeffaflıktan başka çare işer yaramaz.
Danone’nin bu PR atağı iki sorunun yanıtını yine de veremedi?
Bir: Analog medyayı kullandığınızda acaba bu olayı hiç duymamış olanları da haberdar ederek krizin büyümesine neden olur musunuz?
İki: e-ortamda yürütülen ‘kasıtlı’ – ‘kasıtsız’ bir atağa karşı yanıt yine e-ortamda nasıl verilebilir?.. Çünkü iletişim ancak o zaman çift taraflı ve simetrik hale gelebilir... Bu dijital ataklara analog yanıt verme işi beni bir türlü tatmin etmiyor nedense...
Her sayıda Rota Yayınları’nın sahibesi Günseli Hanım başta olmak üzere tüm ekibin yeni bir açılım yaratma çabasını izlemek, okuyucu kitlesini tatmin etmek için verdiklere savaşa tanık olmak heyecan vericidir...
1 Nisan sayısını elime aldığımda aynı heyecanı yine yaşadım. Bu seferki ‘atılım’ yeni vermeye başladıkları “Sports Marketing” ekiydi. Gerçi kendisi de 64 sayfalık olan bu yayına ‘ek’ demek haksızlık olurdu ya...
Türkiye’de başta büyük firmalar olmak üzere birçok kuruluş, spor ekonomisinin sanayi haline geldiğini yavaş yavaş da olsa, anladı. 2005 yılında İstanbul’da yapılan Şampiyonlar Ligi Finali, spor ekonomisine çağdaş bakışın Türkiye’de yerleşmesinde dönüm noktası olmuştur. Rakamları tekrar hatırlamakta fayda var...
Topu topu 130 dakikalık bir maç olan bu final, ülke ekonomisine 145 milyon Avro doğrudan olmak üzere toplamda 390 milyon Avro katkı sağladı. Bu kadar da değil... 50 bin yabancının sadece final maçı için geldiği İstanbul’a dört günde tam üç bin 155 uçak inip, kalktı. 202 ülkeden canlı yayınlanan bu maç sayesinde Türkiye, kelimenin tam anlamıyla paha biçilemez bir tanıtım yaptı.
İşte tüm bunlar spor ekonomisinin ne kadar dev bir havuz olduğunu b,ze de gösterdi.
Başta futbol olmak üzere spor branşlarının hükmettiği devasa pastadan yararlanmak için kulüpler marka olmak zorunda. Bunun da en önemli yolu bu işi bilen, sistemli çalışan yöneticiler istihdam etmekten geçiyor.
Artık Almanya’nın birçok kulübünde Spor Ekonomisi ve Futbol Menajerliği Enstitüsü’nden mezun yöneticiler görev alıyor.
Bizde de olayı bilimsel platformda değerlendirme konusunda ilk adım Kadir Has Üniversitesi’nden geldi. Eski TFF Başkanı Levent Bıçakcı ve Ahmet Güvener’in girişimleri ile Ocak ayında başlatılan “Spor Yönetimi” sertifika programı sayesinde alaylı değil mektepli uzmanlar yetişecek. Bilgi Üniversitesi de benzer bir çalışma içinde. Eylül ayında “Spor Yönetimi” yüksek lisans programı açmaya hazırlanan Bilgiciler, YÖK’ten onay alırlarsa bu alanda bir ilki gerçekleiştirecekler.
Bence ne yapıp edip izni koparmalılar, çünkü bu tip eğitim programları açılmazsa daha çok kulüp, Del Bosque gibi hocalara havadan 8 milyon Avro tazminat öder.
Gündemi yakalamak yerine oluşturmak her zaman avantajdır. Spor endüstrisi daha doğru dürüst gündeme bile gelmeden böyle bir ‘ek’, pardon ‘dergi’ çıkardıkları için, bizimkileri bir kez daha tebrik ediyorum.
Mercedes istikrarlı gidiyor
Bu sayıda spordan gidiyoruz.
Mili Takım altı maçta liderliğe kuruldu ya, herkeste sevinç nidaları ya da yüzlerde gülümseme var. Ama gerçekten sevinmeyi hak eden birileri varsa onlar da iyi günde kötü günde milli takımı destekleyen ve ülke şartlarına göre ciddi ölçüde maddi katkılarda bulunan sponsorlar.
İsviçre maçı sonrası yaşananlar ve alınan seyircisiz oynama cezalarını bahane edip sözleşmesini tek taraflı feshetmek isteyen sponsora kim ne diyebilirdi? Dolayısıyla o günlerde dişlerini sıkanların bugün işin kaymağını yeme haklarını sonuna kadar savunmak gerek.
Bu firmaların başında da Mercedes geliyor. TFF’nin en eski sponsoru olan Mercedes 11 yıldır Milli Takımın ana sponsorlarından. Düşünün sponsor oldukları yıl daha Haluk Ulusoy dönemi başlamamış. O kadar eski...
Mercedes’çiler, “Bir sponsorluğun belirlenen hedeflere ulaşması için en az 7 yıl geçmeli” prensibini benimseyerek mi sponsorluğa devam ediyorlar bilemem ancak markayı sporla özdeşleştirmek için “sadece parayı verdim sponsor oldum, gerisinden bana ne” düşüncesinde olmadıkları kesin.
Futbol ve milli takım sponsorlukları için hazırladıkları www.mercedesmillitakim.com sitesi başarılı bir girişim. Kuru kuru sponsorluklarını anlatmayıp, yaşanan güncel gelişmeler ve takım bilgileri de futbolsuz gün geçirmeyenlere yardımcı olur. Ama benim beğendiğim bölüm ‘mevzu bulutu’ adını taşıyan hemen soldaki notlar...
Esprili bir yaklaşımla ele alınan bu bölümde herkes kendine göre yorumlarda bulunuyor. Tipik ‘Forum’ yani... Ama işte bu can sıkıcı başlıktan kaçınmışlar...
Konu milli takım ve futbol olunca, durumdan vazife çıkarmak isteyen o kadar çok firma var ki, ana sponsorlara burada büyük iş düşüyor. En çok bağırmak için gerekirse sponsorluğa harcadıkları para kadar iletişime de harcamalılar. Başka türlü farklılaşamayacaklar ne yazık ki.
Yerellik ancak bu kadar abartılır...
Geçen yıldan bu yana ülkeye yabancı sermaye akıyor ya, özellikle perakende sektöründe yatırım yapmaya niyetlenen yabancı markaların ilk incelemesi gereken konulardan biri hiç şüphesiz Coca-Cola’nın reklamları ve iletişim çalışmaları. “Sofradakileri Tanıyalım” reklam filmi, Yunanistan maçı öncesi yayınlanan “Komşuya verdiğimiz zarar” konseptli film, parayı sokağa atmamak adına yapılan çalışmalara örnek teşkil ediyor.
Tüm bunların altında Coca-Cola’nın faaliyet gösterdiği tüm ülkelerde eksiksiz uyguladığı “yerli düşün yerli hareket et” stratejisi yatıyor. Hem de bunu milliyetçilik kokan hareketlerle değil, kültür ve değerleri dozunda kullanarak yapıyor.
Anlaşılan Coca-Cola bu yerellikten memnun. Ülke bazında olan yerelliği artık bölgelere de taşımaya başladı. Son örneğini Kapadokya’dan gönderdiler. Bakkal ve marketlerdeki Coca Cola dolaplarının yan cephesine Kapadokya haritası yerleştirmek de onlardan beklenirdi zaten...
Dolaptan meşrubatı alırken, “Ah buraya gitmedik. Derinkuyu burada kalıyormuş” diyalogları yaşamak mümkün. Dolaplar bölgeye gelen yerli-yabancı turistlere sempati yarattığı gibi yerel halkın da bölgesini sahiplenmesine yarayacaktır. Su katılmamış bir Amerikan şirketi olan Coca-Cola’nın yerel kültür ve değerlere önem verirken Avrupalı IKEA’nın Türk kadının hiç de benimsemeyeceği bir tiplemeyle seyirci karşısına çıkmasına ne demeli...
Danone interneti ciddiye almış
“Süt ürünü Danino zeka geriliğine yol açıyor”....
Bu cümlenin yer aldığı e-postadan Mayıs 2005’ten bu yana tam 6. 3 milyon kişinin haberi olmuş. Bunların bir milyonu maili birbirlerine iletmiş diğer beş milyon da sözlü olarak iletmiş. Peki biz nasıl öğrendik?
Danone’nin geçtiğimiz haftalarda yaptığı basın toplantısı sayesinde. Kartopu etkisi yaratarak büyüyen bu krizin satışlarını hissedilir oranda düşürdüğünü gören Danone, hemen savunma mekanizmasına geçerek bu maili yayanların bilgisayar takip numarasına ulaşarak, numaraları savcılığa ve emniyete teslim etmiş. Bu düzenli internet saldırısının kendilerinde yarattığı mağduriyeti ve buna karşı yaptıklarını da basın toplantısı ile anlatmışlar. Son derece doğru bir hareket. Kamuoyundaki spekülasyonların önünü kesmek, çocuğuna Danino satın almaktan vazgeçen anneleri rahatlatmak için şeffaflıktan başka çare işer yaramaz.
Danone’nin bu PR atağı iki sorunun yanıtını yine de veremedi?
Bir: Analog medyayı kullandığınızda acaba bu olayı hiç duymamış olanları da haberdar ederek krizin büyümesine neden olur musunuz?
İki: e-ortamda yürütülen ‘kasıtlı’ – ‘kasıtsız’ bir atağa karşı yanıt yine e-ortamda nasıl verilebilir?.. Çünkü iletişim ancak o zaman çift taraflı ve simetrik hale gelebilir... Bu dijital ataklara analog yanıt verme işi beni bir türlü tatmin etmiyor nedense...